28.9.09

Nihat Yazar Kaleminden Bediüzzaman

Bediüzzaman'ı zehirlediler

Bundan yedi sene önce, kanunların çiğnendiği, beşer haklarının çarmıha gerildiği, hürriyetlerin hiçe sayıldığı, şahsî arzu ve ihtirasatın kanunlardan üstün tutulduğu bir devr-i rezilânede, Afyon vilâyetinin Emirdağ kazasına seksenlik bir ihtiyar, bir din âlimi sürülüyor. Nüfus kütüğüne kaydettirilip burada ikamete mecbur ediliyor. Tek gayesi, Kur'ân-ı Kerîmin ahkâmını tebliğ, insanları doğruya, iyiye ve namusluluğa sevk etmek olan bir fikir adamı, nefyediliyor... Her cephesinde kan döktüğü kendi öz yurdunda, engizisyon mahkemelerinin dahi insanoğluna reva görmeyeceği zulme, işkencelere tâbi tutuluyor. Sakalına, bıyığına, kılık kıyafetine karışılıyor, jandarma dipçikleri altında ölüme mahkûm ediliyor.

Sürgün olarak gönderildiği yerde dahi rahat bırakılmıyor. Ecdadından misafirperverliği, ihtiyarların, garip ve kimsesizlerin yardımına koşmayı miras alan her Türk gibi, bu kaza halkı da, ilmî eserleriyle, ef'al ve hareketleriyle müsellem olan bu zâtın yardımına koşmayı vicdanî bir vazife telâkki ediyor.

İslâmın ve ilmin izzet ve vakarını şerefle muhafaza etmesini bilen ve asla dünya zevkleri için minnet kabul etmeyen bu şahsın, siyasî hiçbir parti ve teşekkülle de kat'iyen alâkası yoktur.

Türkiye'de iman ve karakter sahibi her fikir adamına yapıldığı gibi, bu kimsenin muhtelif defalar evi aranmış, mahkemelere verilmiş, bütün eserleri, mektupları en ufak teferruatına varıncaya kadar müsadere edilerek suçsuz yere hapishanelerde süründürülmüştür.

Evet, suçsuz yere diyoruz. Çünkü, vali ve kaymakamından tutunuz da, karakoldaki jandarmasına varıncaya kadar, Üstadeza ve cefa etmek, hapishanelerde süründürmek bir vesile-i iftihar; şefin gözüne girebilmek, terfi-i makam edebilmek gibi süflî hırslarla yanıp kavrulanlar için ise, bulunmaz bir fırsat olmuştur.

Bu zulüm, bu işkencenin sebeplerini, o devrin dine karşı olan temayülünde, vicdan hürriyetine ve İslâmiyete yaptığı baskıda aramak lâzımdır. Bu halin, o devirde hiç de acayip olan bir tarafı yoktur. Zira o devirde, memlekette dinsiz, materyalistbehimî hislerinin zebûnu köle ruhlu bir nesil yetiştirilmek istenirken,bu zâtın kendi hayatını istihkar derecesinde ortaya atılıp hürriyetle, ahlâkla, imanla meşbû, hayvanî hislerin esiri olmayan bir gençlik istemesi ve bu uğurda çalışması elbette hoş görülmezdi. Millet haklarını çiğneyip, milyonların sırtından ahtapotlar gibi geçinmeyi şiar edinenler için korkulacak bir haldir bu. Takipler, baskılar senelerce devam etti. Onunla konuşanların, mektuplaşanların, hizmetine koşanların evleri arandı, kendileri Afyon Hapishanesinde çürütülerek çoluk çocukları sokaklarda sürünmeye mahkûm edildi.

Onun el yazması Kur'ân-ı Kerîmi ile bunun tefsiri olan Risale-i Nur parçaları birer hıyanet-i vataniye evrakı imiş gibi müsadere edilip savcılıklara devredildi.

Muhakemesine mevkufen devam edilerek yirmi ay suçsuz yere hapishanede bırakıldı.

Öyle bir an geldi ki, bu vak'aların cereyan ettiği Afyon Hapishanesi, Allah'a inanmaktan ve onun emirlerini yerine getirmekten gayrı hiçbir suçu olmayan mâsum vatandaşlarla dolup taştı. Onlara reva görülen zulüm, işkence, şeytanları bile dehşete düşürdü, ayyûka çıktı, vahşet halini aldı. Nasıl Kudüs-i Şerif Yahudilerin vahşetine ve peygamberlere yapılan zulümlere sahne olmuşsa, Afyon şehri de, insan haklarının çiğnenip vatandaş haklarının çarmıha gerildiği ikinci bir şehir oldu.

14 Mayıs seçimleriyle çeyrek asrın diktatoryası zîr ü zeber edilip çatır çatır yıkılırken, millet, kendi mukadderatına hâkim olmaktan duyduğu hudutsuz bir sevinç içerisinde bayram ediyor...

14 Mayıs'tan sonra herşeyin değişeceğini beklerken yine görüyoruz ki, vali ve kaymakamlar eski alışkanlıklarına devamdalar.

Taharrî memurları yine konuşan iki-üç vatandaşın peşinde ve yine Bediüzzaman'ın evi tarassut altında. Öyle ki, bir jandarma çavuşu bile, elinde arama emri olmadan, Türkiye Cumhuriyeti kanunlarıyla müeyyed bulunan mesken masuniyetine tecavüz ediyor. Ve bu cüretkâr, bir türlü ceza görmüyor. Yine Üstadın kılık kıyafetiyle uğraşılıyor, devr-i sabıkta olduğu gibi, ziyaretine gelenler yine kaydedilip karakollara çağrılıyor...

Kendisini milletine hasreden seksen yaşındaki ihtiyar bir din âlimi öldürülmek isteniyor, hem de Ramazan Bayramı akşamı, iftar yemeğine zehir konulmak suretiyle.

Bu ne feci, bu ne tahammül edilmez bir haldir! Tecrit edilmiş, daimî bir tarassut altında, kapısında bekçi. O içeride ölümle başbaşa bırakılıyor.

Heyhat! Geliniz, ey ehl-i İslâm, hep beraber ağlaşalım. Hayır, hayır! Gözyaşlarıyla, feryatla tedavisi mümkün değil bu derdin... Allah için uğraşalım.

 Nihat Yazar


Cevat Rifat Atilhan Kaleminden Bediüzzaman

Bediüzzaman Said Nur

Büyük ve dâhi adamların beşiği olan Türkiye şimdiye kadar, ne kadar mebzul mücahidler, mücedditler ve bütün mânâsıyla büyük insanlar görmüştür. Onların idrak ettikleri hayat şartları ve gördükleri itibar, buldukları ve mazhar oldukları hürmetkadir ve kıymetlerine asla nakîse vermemekle beraber, yürüdükleri hak yolunda, muhakkak ki, kendilerine büyük kolaylıklar temin etmiştir. Bu şartların mâkûs tecellîsine ve zulmün en ağırına mâruz kaldığımız şu geçmiş yirmi beş yıl, bize ağır mücadele ve mücahedeler içinde yoğurulmuş, dâvâsının ve imanının azametinden ilham almış ve büyüklüğünü dünyanın en ücra köşelerine yaymış bir dâhi, bir nur ve fazilet timsali hediye etmiştir.

Nuru birçok muzlim vicdanları aydınlatmış, kudreti birçok zayıf imanlı insanlara cesaret vermiş, dehâsı birçok nasipsiz insanların ruhuna ilham serpmiş olan bu büyük adam, hiç şüphe yoktur ki, Said Nur Hazretleridir.

Ondan fazilet ve fedakârlık dersi alan birçok yolunu şaşırmış insanlar kendilerini mes'ut ve aydınlık bir sahranın ortasında bulmuşlardır. Dehâsı ve celâdeti kadar imanı da kuvvetli olan bu muhterem insan, yirmi beş yıllık istibdat ve zulme gözlerini kırpmadan göğüs geren ve onun korkunç işkence adaletsizliğine imandan doğan bir cüretle karşı koyan tek şahsiyettir.

Bütün Müslüman dünyası, bu kutbun câzibesinden kendisini kurtaramamıştır. Türkiye'nin ıssız ve tenha bir köşesinde doğan bu nur, ziyasını Pakistanlılara, Endonezyalara kadar yaymış ve kendisiyle beraber milletimizin de şan ve şerefine hâleler eklemiştir.

Ne yazıktır ki, bağrımızdan fışkırmış, bize şeref kazandırmış, kararmış gönüllerimizi aydınlatmış, dalâlet yoluna sapmış insanları hak yoluna getirmiş olan bu muhteşem ve mübarek insan, bizden hürmet yerine sadece tazyik ve zulüm görmüştür.

Fakat, o bundan ne yılmış, ne de yolunu değiştirmiştir. Bilâkis, o daha iyi biliyor ki mücadelesiz, fedakârlıksız, ıztırapsız hiçbir dâvâ kök tutamaz.

Ne de olsa, ne kadar biz bu güneşin ışığını söndürmek istesek de, onun nuru karanlık gönüllerde birer meşale gibi yanıyor ve bizi aydınlatıyor. Bu, büyük insanın hakkı ve dâvâsının meyvesidir. Ne mutlu kendisine!

 Cevat Rifat Atilhan

Cevat Rifat Atilhan Kaleminden Bediüzzman Hakkında..

Bediüzzaman Said Nur

Güzel Türk vatanının yetiştirip bütün beşeriyete örnek insan olarak hediye ettiği büyük dâhi, büyük mürşid ve muhteşem bir insanın ismidir. Doksan yılı dolduran hayatının her günü birer nur hâlesi, birer fazilet ışığı, bir azim ve iman halkası halinde Türk nesillerinin ruhlarına ve dimağlarına girmiş ve bu nur, senelerle birçok karanlık ruhları aydınlatarak onları doğru, güzel ve ışıklı yollara sevk etmiştir.

İlâhî bir zekânın remzi olan büyük Üstad Said Nur Hazretleri, Allah'ın müstesna bir lütuf ve keremi olan muhteşem dehasını mü'min bir azim ve celâdetle bu aziz milletin hayrı, terakkisi ve yükselişi uğruna harcamış ve onun nuru Türk hudutlarından taşarak komşu memleketlere, Pakistan ve Endonezya'ya kadar yayılmıştır.

Bu nurun ışığı ve insanlara bahşettiği ahlâk ve fazilet şulelerinin tek bir kıymet ve takdir ölçüsünde toplanması mümkün değildir.

Ondaki azim ve irade, ondaki yüksek kanaat ve üstün insan vasfı, hepimiz için örnek teşkil edecek kadar büyüktür.


Yalnız biz değil, yalnız Müslümanlar değil, bütün insanlık bu büyük insanın şahsiyetinde asalet ve necabetin, ahlâk ve faziletin ve bilhassa yüksek imanın bütün göz kamaştırıcı enmuzeçlerini temaşa edebilir. Bütün Türk çocukları, vatanlarının bu kadar ilâhî bir zekâya, bu kadar muhteşem bir şahsiyete, bu kadar temiz bir insana beşik vazifesi gördüğüne iftihar edebilirler.

Evvelki gün onun bir mahkemesi vardı. Bu mahkemeden iki şey öğrendik: Biri, asil ve genç Türk neslinin fazilet ve ulüvv-ü ahlâka, yüksek inanç ve iradeye olan derin saygısı ve yüksek alâkası... Diğeri de, lükslerini, zenginliklerini, rütbe ve mevkilerini ve bugünkü fâni ve sefil varlıklarını Türk milletinin sefalet ve geriliğinde arayan ve zehirli ilhamlarını ve direktiflerini ve kuvvetlerini milletlerarası gizli, devirici ve bozguncu Türk düşmanlarından alan bir soysuzlar ve nesepleri belirsiz insanların takındığı tavır. Binlerce münevver Türk gencinin teşkil ettiği büyük topluluktan bir miktar irkilerek zehirli, mel'un ve müfsit kalemlerini korkak ve titrek dahi olsa sinsi sinsi aleyhte kullanan ve artık modası geçmiş olan palavralarla bu kıymeti küçümsemek isteyen gürûh.

Şöyle bir mukayese yapabiliriz: Üstad-ı Âzamla—hâşâmason üstadı değil—muasır olan büyük adam ve Hindistan'ın kurtuluş rehberi Mahatma Gandi. Biri, İngiliz ceberutuna, İngiliz emperyalizmine ve onun korkunç istilâ ve istismarına baş kaldırmış ve yıllarca büyük dâvâsına hizmet ederek İngiltere'nin bütün haşmet ve kudretini, azîm iradesi önünde âciz ve meflûç bir hale getirmiştir. Bizim bu tipte yetiştirdiğimiz büyük insanın mücadele ve mesai hayatı ve şekli, birincisine çok benzemekle beraber, fazla olarak ona Cenab-ı Hakkın bahş buyurduğu Müslümanlık ve iman nuru da kendi ziyasını güneş gibi İslâm iklimlerine ve diyardan diyara aşırıp götürmüştür.

Arada sadece büyük ve şayan-ı esef bir fark vardır.

Bu fark, birincisine dört yüz milyona yakın bir insan topluluğunun gösterdiği sarsılmaz inanç, hürmet ve bağlılık... Bizimkine karşı da—mahdut bile olsa—bazı asalet fukarası soysuzların açığa vuran istihfaf ve sinsi hücumları.

Ya Rabbi! Neden bizi böyle her kıymet ve fazileti paçavraya döndürecek kadar pespâyeleştirdin? Biliyoruz, sana karşı günahımız çok ve büyüktür. Yeter, yâ İlâhî, yeter bu sukut bize!

 Cevat Rifat Atilhan

Ziya Nur Kaleminden ..

Bediüzzaman kimdir?

Bediüzzaman, mâhut ve mühlik uçurumlarla dolu olan içtimaî seyrimizi, mânevî değerler bakımından bir nur-u imanî ve ziya-yı irşadî ile taht-ı emniyete almaya çabalayan ve bu hususta bilmenin, kendi kendini idare etmek; bilmemenin, körü körüne idare olunmak hakikatine vücut vereceğini halk kitleleri arasında temessül ettiren insandır.

Bediüzzaman, ahlâkî kıymetler ve millî hasletlerin pozitif ilimlerle muvazi olarak kat-ı mesafe edemediğini, bu mânâ ve şekil muvacehesinde yetişen çöl kadar kuru ve boş ruhlarla bulanmış gençliğin, istikbalde milletimizin rüyet ufkunda bir kara belâ olacağı hakikat-i kat'iyesini gözlere sokan ve çare-i halâsı da gösteren kimsedir.

Bediüzzaman, şark ve garp arasındaki azîm mufarakatın, şahsiyet mefhumunun daralma ve genişlemesinden neş'et ettiğini gören ve asrın maymun taklitçiliğine varan şahsiyetsizliği önünde şahsiyet mefhumunun ilâhî yüksekliğini gönüllerin mihrak noktasında sembolleştirmeye tevessül eden âlimdir.

Bediüzzaman, hür adamların, hür memleketinin ilâhî kuruluş felsefesini, akıllara ve gönüllere nakşeden din adamıdır.

Bu necip millet, Bediüzzaman gibi nefsindeki menfaat putunu deviren insanların hizmetine çok, ama çok muhtaçtır.

Hukuk Fakültesinden

 Ziya Nur

Cevdet Sezer Kaleminden Bediüzzaman Hakkında..

Bediüzzaman

Bergson Ahlâkla Dinin İki Kaynağı adlı son kitaplarından birisinde, bilhassa ahlâkın, bir insan cemiyetinde alçalmış vak'a derekesinden ulvî mefkûre seviyesine, ancak dindar ve temiz şahsiyetler sayesinde yükselebileceğini kaydeder.

Bu görüş, insanlık ve Müslümanlık tarihinde sayısız örneklerle her zaman tahakkuk eylemiştir. Zaten psikoloji ilmine dayanan terbiye san'atı, an'anevî yollarında bu umdeye tutunduğu ve yeni bir istikamet verilecek nesilleri bu kabil örnek insanları taklide sevk ettiği nispette, bizden evvelki devirlerde, bizden çok mes'ut insanlar yetiştirmiştir.

Bediüzzaman, hangi cemiyette ve hangi devirde yaşarsa yaşasın, işte bu işaret ettiğimiz örnek insan vasıflarını muhafaza eden temiz ve müstesna şahsiyetlerden birisidir. Türk milletini mahvetmek için casus ellerle perde arkasında yetiştirilmiş ve Türk milletini yalanla, dolanla her saniye aldatmayı kendine bir geçinme san'atı edinmiş bir sürü vatan haini ve millet düşmanı mahlûklar, bu temiz şahsiyetin yıllardan beri hayatını cendereye sokmuştur. Sorarız. (Fakat kime soracağız? Bu sorgudan da ne umacağız?) Bütün tarihimizde, her fırsatta, en korkunç ve amansız düşmanlığını ispat eden Fener Patrikleri muhteşem saraylarında saltanat sürerken, bu aziz toprağın asırlardan beri tapusunu, en az bin senelik bir mülkiyet hakkıyla etinde ve kalbinde taşıyan Bediüzzaman, bu fesat ocağının bir kapıcısı kadar da mı yaşamak hakkından mahrum kalsın?

Hangimiz, yaprakları arasında fikrî ve ruhî seyahatlere kalktığımız kitaplarımızın, ansızın mukaddes bilinen meskenimize tecavüz edilerek, odamızda baskına uğrayarak ellerimizden kapılıp gasp edilmesine tahammül edebiliriz? Böyle bir hareket, güya taklit edilen çağdaş medenî cemiyetlerden en geri kalanİspanya'da da vuku bulamaz; hele vukuundan sonra, nâmütenahi, asla tekerrür edemez.

Biz, Bediüzzaman'ın ilim, ahlâk, fazilet ve edep sıfatlarıyla bezenen temiz ve yüksek şahsiyetine gösterilen ve hele son günlerde bütün bütün şiddetlenen kötü muamelelerden ve bu muameleleri ona reva görenlerden nefret ediyoruz. Ahlâksızlık çirkefinin bir tufan halinde her istikamete taşıp uzanarak her fazileti boğmaya koyulduğu Türklerin bu kadar karanlık günlerinde onun feyzini bir sır gibi kalpten kalbe mukavemeti imkânsız bir hamle halinde intikal eder görmekle tesellî buluyoruz. Gecelerimiz çok karardı ve çok kararan gecelerin sabahları pek yakın olur.

إِنَّ اللهَ مَعَ الصَّابِرِينَ     1

Cevdet Sezer

Birtek gayem vardır:

Bir tek gayem vardır: O da, mezara yaklaştığım bu zamanda, İslâm memleketi olan bu vatanda bolşevik baykuşlarının seslerini işitiyoruz. 

Bu ses, âlem-i İslâmın iman esaslarını zedeliyor. Halkı, bilhassa gençleri imansız yaparak kendisine bağlıyor. Ben bütün mevcudiyetimle bunlarla mücâdele ederek gençleri ve Müslümanları imana dâvet ediyorum. 

Bu imansız kitleye karşı mücadele ediyorum. Bu mücahedemle inşaallah Allah huzuruna girmek istiyorum. Bütün faaliyetim budur. Beni bu gayemden alıkoyanlar da, korkarım ki bolşevikler olsun. 
Bu iman düşmanlarına karşı mücahede açan dindar kuvvetlerle el ele vermek, benim için mukaddes bir gayedir. Beni serbest bırakınız, el birliğiyle, komünistlikle zehirlenen gençlerin ıslahına ve memleketin imanına, Allah'ın birliğine hizmet edeyim.


 Said Nursî

19.8.08

ŞUALAR NOTLARI-1






ŞUALAR NOTLARI-1




· İkinci Şua Eskişehir hapsinin mahsulü. s:5

• Üstad, İhtar’da risalelerden tam istifade için iki şart sayıyor;

1-Dikkat
2- Teenni

• “Tevhid ve vahdette cemal-i ilahi ve kemal-i ilahi tezahür eder.”s:7

• “İnsanı dergah-ı ilahiye kamçı vurup sevk eden en keskin ve müessir saik hastalıklar olduğu gibi.” S:8

• Üstad, Mutezile mezhebi için “hodbin” ve “mütehakkim” tabirlerini kullanıyor. S:8

• “Gözü veren zat hem gözü görür, hem ince bir mana olan gözün gördüğünü görür, sonra verir.” S:10

• “Şirk öyle bir cürümdür ki her bir mahlûkun hakkına ve şerefine ve haysiyetine bir tecavüzdür. Ancak onu cehennem temizler.”s:11

Kâinatın kemalatı tevhid ile anlaşılır. s:12

• “Şirk, kainata karşı büyük bir tahkir ve azim bir tecavüzdür.”s:12

Üç büyük nimet: 1-Hidayet
2-Rızk
3-Şifa. S:21

• “Daire-i imkânda bu mükevvenattan daha bedi, daha güzeli yoktur.”İmam-ı Gazali-s:30

• “Risale-i Nur sair kitaplara muhalif olarak başta perdeli gidiyor, gittikçe inkişaf eder.”s:60

• Üstad, Niyaz-ı Mısri için “yanık şair” tabirini kullanıyor. s:61

• “Güya zamanın seneleri ve her senenin günleri birbiri arkasından gelen ihsan meyvelerine ve rahmet taamlarına birer kab ve bir Rezzak-ı Rahimin külli ve cüzi ihsanat meyvelerine birer meşherdirler.” S:66

Enaniyet; 1-Haksız temellük
2- Ayinedarlığını bilmemek
3-Mevhumu muhakkak bilmekten ileri geliyor. S:81

• “ İnsanın bu dünyaya gönderilmesinin hikmeti ve gayesi ve Hâlık-ı kainatı tanımak ve O’na iman edip, ibadet etmektir. Ve o insanın vazife-i fıtratı ve fariza-i zimmeti, marifetullah ve iman-ı billahtır. Ve izan ve yakin ile vücudunu ve vahdetini tasdik etmektir. S:100

• Umumi meselelerde ispata karşı nefyin kıymeti yoktur ve kuvveti pek azdır. S:100

• “Maddiyatta çok tevaggul eden ve gittikçe maneviyattan tebaud eden ve nura karşı gabileşen ve kabalaşan ve aklı gözüne inen en büyük bir feylesofun münkirane sözü maneviyatta nazara alınmaz. s:102

• Üstad hazretleri, Abdülkadir Geylani için şunları söylüyor:
*Yerde iken arş-ı azamı temaşa eden
*Harika bir deha-i kudsi sahibi olan
*Doksan sene maneviyatta terakki edip çalışan
*Hakaik-i imaniyeyi ilmel yakin, aynel yakin, hakkal yakin suretinde keşfeden. S:102

• “Azamet ve Kibriya ve nihayetsizlik noktasında ya gaflete veya masiyete veya maddiyata dalmak sebebiyle darlaşan akıllar azametli meseleleri ihata edemediklerinden bir gurur-u ilmi ile inkara sapar ve nefyederler. S:103

İnkar; *dehşetli muhallere
*vahşetli hurafelere
*zulmetli cehaletlere istinad ediyor. S:104


· Üstad, hakimiyet hakikatını izah ederken padişahların kardeşlerini ve çocuklarını ve saltanatlarını muhafaza için öldürmeleri için “zalimane” tabirini kullanıyor. s:129

• “Bir şey zati olsa, zıddı ona arız olamaz.” S:134

• Üstad, İmam-ı Rabbani için “kahraman imam” tabirini kullanıyor. s:141

• “Bir zerre kuvve-i imaniyenin ziyadeleşmesi, bir batman marifet ve kemalattan daha kıymetlidir. Ve yüz ezvakın balından daha tatlıdır.” S:141

• “Bin seneden beri iman ve Kur’an aleyhinde teraküm eden Avrupa feylesoflarının itirazları ve şüpheleri yol bulup ehl-i imana hücum ediyor.” S:141

• “İhata etmek bir vahdettir, şirke yer bırakmaz.” Sh:154

• “Risale-i Nur ism-i Rahim ve Hakimin mazharı olduğundan” s:149

Muhakemat adlı eser bir tefsir mukaddimesi olarak yazılmış. S:154

Kur’an’ın hemen üçten birisi haşirdir. s:156

• Kur’an dışındaki semavi kitaplar birer devre ve birer zamana hitap eder. S:157

Namazı terk etmek kalbi ve ruhi sıkıntılara, o da ahlakın bozulmasına ve ümitsizliğe sebeb oluyor. S:165

• “Ölüm o kadar kati ve zahirdir ki, bu günün gecesi ve bu güzün kışı gelmesi gibi ölüm başımıza gelecek.” S:166

• “Her bir şehri yüz defa mezaristan’a boşaltan ölüm elbette hayattan ziyade bir istediği var.” s:166

• “Hakiki ve elemsiz lezzet yalnız imanda ve iman ile olabilir.” S:170

• “İman hakikatı öyle bir çekirdektir ki, eğer tecessüm etse bir cennet-i hususiye ondan çıkar. O çekirdeğin şecere-i tubası olur.” S:170

Hazret-i Muhammed(SAV)
*En ahir
*En büyük
*Dini ve daveti umumi
*Ahirzaman Peygamberidir. S:171

• “Ömür sermayesi pek azdır, lüzumlu işler pek çoktur.” S:172

• “Bazen bu harp boğuşmalarını merak ile takip eden bir tarafa kalben taraftar olur. Onun zulümlerini hoş görür, zulmüne şerik olur.” S:172

• “Herkesin iman mukabilinde bu zemin yüzü kadar bağlar ve kasırlar ile müzeyyen ve bâki ve daimî bir tarla ve mülkü kazanmak veya kaybetmek davası başına açılmış. Eğer iman vesikasını sağlam elde etmezse kaybedecek. Ve bu asırda, maddiyyunluk taunuyla çoklar o davasını kaybediyor. Hattâ bir ehl-i keşf ve tahkik, bir yerde kırk vefiyattan yalnız birkaç tanesi kazandığını sekeratta müşahede etmiş; ötekiler kaybetmişler. Acaba bu kaybettiği davanın yerini, bütün dünya saltanatı o adama verilse doldurabilir mi? s:173


• “Gençlik hiç şübhe yok ki gidecek. Yaz güze ve kışa yer vermesi ve gündüz akşama ve geceye değişmesi kat'iyyetinde, gençlik dahi ihtiyarlığa ve ölüme değişecek. Eğer o fâni ve geçici gençliğini iffetle hayrata -istikamet dairesinde- sarf etse, onunla ebedî, bâki bir gençliği kazanacağını bütün semavî fermanlar müjde veriyorlar.” S:174

• “Helal dairesi keyfe kâfidir.” S:174

Dünya: *Büyük bir eczane
*kumaş fabrikası
*Erzak deposu
*Ordugâh
*elektrik fabrikası
*kitap şeklinde düşünülebilir. S:177
“Onu tanıyan ve itaat eden zindanda dahi olsa bahtiyardır. Onu unutan saraylarda da olsa zindandadır, bedbahttır..” s:178

• “Bir ağacın çekirdeği Cenab-ı Hakkın “ El Evvel” ismine, meyvesi “ El Ahir” ismine baktığı gibi, “Ez Zahir” ismi ağacın dış görünüşüne, “El Batın” ise iç işlerine işaret eder.” S:185

Peygamber(ASM) Efendimiz:
* En büyük muallim
*En mükemmel üstad
* Şaşırtmaz ve şaşmaz en doğru rehberdir. S:188

Haşir:* En acip
*en dehşetli
*tavr-ı aklın haricinde bir meseledir. Ve ancak Resulullah ve Kur’an ile açıklığa kavuşabilir. S:189

• “Eski zaman peygamberleri ümmetlerine Kur'an gibi izahat vermediklerinin sebebi, o devirler beşerin bedeviyet ve tufuliyet devri olmasıdır. İptidaî derslerde izah az olur. S:189

• “Kur'anın dörtten birisi haşir ve âhirettir ve bin âyâtıyla onun isbatına çalışır ve onu haber verir. Elbette Kur'anın hakkaniyetine şehadet ve delalet eden bütün hüccetleri ve delilleri ve burhanları, dolayısıyla âhiretin vücuduna ve tahakkukuna ve açılmasına dahi delalet ve şehadet ederler.” S:189

Çocukların * Nazik dimağları
*Zayıf kalpleri
*Mukavemetsiz ruhları vardır. S:192

Gençlerin hevesleri galeyanda ve aklı hislerine mağlup vaziyettedir. S:192


· Üstad, talebelerini canı kadar çok seviyor. S:193

• İnsan ihtiyarlıkta daha hassas oluyor. S:193

• “İnsanın küçük bir dünyası belki küçük bir cenneti dahi kendi hanesidir.” S:193

• “Her bir şehir kendi ahalisine geniş bir hanedir.” S:194

Güzel ahlakın esasları:
1-İhlas
2-Samimiyet
3-Fazilet
4-Hamiyyet
5-Fedakarlık
6-Rıza-i İlahiye çalışmak
7-Sevab-ı uhreviye uğraşmak. S:194

• “İki cihanın ve iki hayatın medar-ı saadeti yalnız imandır.” S:194

• “Dâr-ı âhirette Cennet'in en çok ve en mütenevvi' lezzetleri cismanîdir. Ve saadet-i ebediyenin en ehemmiyetli ve herkesin istediği ve ünsiyet ettiği nimetleri cismanîdir.s:195

• “Cehennem ise, hayr-ı mahz olan daire-i vücudun Hâkim-i Zülcelalinin hakîmane ve âdilane bir hapishane vazifesini gören dehşetli ve celalli bir mevcud ülkesidir. Hapishane vazifesini de görmekle beraber, başka pek çok vazifeleri var. Ve pek çok hikmetleri ve âlem-i bekaya ait hizmetleri var. Ve zebani gibi pek çok zîhayatın celaldarane meskenleridir.” S:197

• “Evet nasıl ki imanın mahiyeti eğer tecessüm etse, lezzetleriyle bir cennet-i hususiye şekline girebilir ve Cennet'ten bu noktadan gizli haber verir. Aynen öyle de: Risale-i Nur'da delilleriyle isbat ve baştaki mes'elelerde dahi işaret edilmiş ki; küfrün ve bilhassa küfr-ü mutlakın ve nifakın ve irtidadın öyle karanlıklı ve dehşetli elemleri ve manevî azabları var.. eğer tecessüm etse, o mürted adama bir hususî cehennem olur. Ve büyük Cehennem'den bu cihette gizli haber verir”s:197

Cehennem'siz, Cennet'in pek çok lezzetleri gizli kalır. S:199

• “Her şey bir cihette zıddıyla bilinir.” S:199

İman, altı rüknünden çıkan öyle bir vahdanî hakikattır ki, tefrik kabul etmez. Ve öyle bir küllîdir ki, tecezzi kaldırmaz. Ve öyle bir külldür ki, kabil-i inkısam olmazlar. Çünki herbir rükn-ü imanî, kendini isbat eden hüccetleriyle sair erkân-ı imaniyeyi isbat eder. Herbiri herbirisine gayet kuvvetli bir hüccet-i a'zam olur. Öyle ise bütün erkânı, bütün delilleriyle sarsmayan bir fikr-i bâtıl, hakikat nazarında bir tek rüknü, belki bir hakikatı ibtal edip inkâr edemez. Belki adem-i kabul perdesi altında gözünü kapamakla, bir küfr-ü inadî yapabilir. Gitgide küfr-ü mutlaka düşer, insaniyeti mahvolur. S:202

Rububiyetin en ehemmiyetli esasları:


1-Adalet
2-Hikmet
3-Rahmet.

• Bir Müslüman, bir hakikat-ı imaniyeyi inkâr etse elbette küfr-ü mutlaka düşer.” S:206

• İslam’dan evvel ki semavi dinler iman hakikatlarını icmalen bahsetmişken, İslam tafsilatı ile anlatmıştır. S:206

• “Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm'ı tanımayan, tasdik etmeyen bir Müslüman, Allah'ı da (sıfâtıyla) daha tanımaz ve âhireti bilmez. Bir Müslüman’ın imanı o kadar kuvvetli ve sarsılmaz hadsiz hüccetlere dayanıyor ki, inkârda hiçbir özür kalmıyor. Âdeta akıl, kabulde mecbur oluyor. “s:206

Ramazan-ı şerif, çok güzel eserlerin vücut bulduğu bir iklim-i nurani. S:207

• Ehl-i dalaletin ufunetli ve zehirli evhamları var. S:207

Kur’an külli olarak bir hakikatı beyan eder. Her bir asır cüziyatları ondan hisselerini alır. S:207

• Bu asırda “emsalsiz zulümler” işleniyor. S:208

• Kur’an’daki tarihi kıssalar her asırda ferlerini bulan şablonlar. S:208

• “Herkes her vakit bütün Kur'anı okumaya muktedir ve muvaffak olamadığından her bir uzun ve mutavassıt sureyi birer küçük Kur'an hükmüne getirmek için ehemmiyetli erkân-ı imaniye gibi o kıssaları tekrar etmesi, değil israf belki mukteza-yı belâgattır ve hâdise-i Muhammediye (A.S.M.) bütün benî-Âdemin en büyük hâdisesi ve kâinatın en azametli mes'elesi olduğunu ders vermektir” s:214

• “Kur'an’ın hakikî tercümesi kabil değil ve lisan-ı nahvî olan lisan-ı Arabî yerinde Kur'anın meziyetlerini ve nüktelerini başka lisan muhafaza edemez ve herbir harfi, on adedden bine kadar sevab veren kelimat-ı Kur'aniyenin mu'cizane ve cem'iyetli tabirlerinin yerini, beşerin âdi ve cüz'î tercümeleri tutamaz, onun yerinde câmilerde okunmaz” s:215

• “Evet, madem Allah var ve ilmi ihata eder. Elbette adem, i'dam, hiçlik, mahv, fena; hakikat noktasında ehl-i imanın dünyasında yoktur ve kâfirlerin dünyaları ademle, firakla, hiçlikle, fânilikle doludur” s:216

Her bir mahlukun varlığı ve hayatı;* Esma-i İlahiyeye
*Sair zişuur ve ziruhların nazarlarına bakar. S:216

• “Evet bütün fenalıklar ve günahlar ve şerlerin mâyesi ve esasları âdemdir, tahribdir. Sureten vücudun altında, adem ve bozmak saklıdır.” S:220

• Her hizmet ve davanın kahramanları vardır. Risale-i Nur’un da öyle; “Risale-i Nur'un bir şehid kahramanı olan merhum Hâfız Ali, hapiste Meyve Risalesi'ni kemal-i aşkla yazarken ve okurken vefat edip kabirde melaike-i suale mahkemedeki gibi Meyve hakikatları ile cevab verdiği misillü; ben de ve Risale-i Nur şakirdleri de, o suallere karşı Risale-i Nur'un parlak ve kuvvetli hüccetleriyle istikbalde hakikaten ve şimdi manen cevab verip onları tasdike ve tahsine ve tebrike sevkedecekler inşâallah.”s:221

• Üstad, Üniversite ve liselerde tahsil gören talebelerin hem birinci olmasını, hem de Nurun hakikatlarını neşretmesini nazara veriyor. S:221

• Üstadın kızkardeşi “Hanım” dahi bir alime imiş. Maşallah… s:221

Risale-i Nur'daki bütün mizanlar ve müvazeneler, imanın saadet-i dünyeviyeye ve uhreviyeye medar meyvelerini beyan ederler. Ve o küllî ve büyük meyveler, bu dünyada gösterdikleri saadet-i hayatiye ve lezzet-i ömür cihetiyle her mü'minin imanı ona bir saadet-i ebediyeyi kazandıracak.. belki sünbül verecek ve o surette inkişaf edecek diye haber verirler. S:221

• “Kadere iman olmazsa hayat-ı dünyeviye saadeti mahvolur. Elîm musibetlerde, ne vakit kadere iman cihetine bakardım; musibet gayet hafifleşiyor görüyordum. Ve kadere iman etmeyen nasıl yaşayabilir diye hayret ederdim” s:222

• “Ölümdeki hikmet ve rahmet ve güzellik ve maslahat cihetini herkes göremez. Zahire bakıp itiraz eder, şekvaya başlar.” S:222

• “Bütün esbab-ı zahiriyenin vazifeleri, izzet-i rububiyetin perdeleridir. Tâ güzellikleri görünmeyen ve hikmetleri bilinmeyen şeylerde kudret-i İlahiyenin izzeti ve kudsiyeti ve rahmetinin ihatası muhafaza edilsin, itiraza hedef olmasın ve hasis ve ehemmiyetsiz ve merhametsiz şeyler ile kudretin mübaşereti -nazar-ı zahirîde- görünmesin” s:222

İkinci Dünya Savaşı yeryüzünde:


*En geniş hırs
*En geniş hased
*Birinci dünya savaşının neticeleri ile ortaya çıkmış. S:226

1929’da Ecnebi muahedelerinin (Lozan) icbarıyla bu vatanda ehemmiyetli sarsıntılar ve felsefenin tahakkümüyle bu dindar millete ehemmiyetli tahavvüller meydana gelmeye başlamıştı. s:227

1929 yılı aynı zamanda dünya üzerindeki devletlerde İkinci Dünya Savaşını hazırlayan dehşetli hasedler ve rekabetlerin çarpıştığı tarihtir. S:227

• “Her bir ayetin müteaddit manaları vardır, her asırda efradı bulunur.” S:227

• Üstad hz. İkinci Dünya Savaşını başlatan liderler için “küre-i arza ateş atan üfleyicilerin ve sihirbaz o diplomatlar” tabirini kullanıyor. s:228

• “Âlem-i İslâm’ca en dehşetli olan Cengiz ve Hülâgu fitnesi” s:228

• Üstadımız, memleketimizde 1971 ‘de akim kalan komünist ihtilal teşebbüsüne Felak suresinde işaret edildiğini belirtiyor ve “dehşetli bir şer” tabirini kullanıyor, Anarşizm fırtınalarına karşı uyarıyor. S:228

• Bu zamanın cihadı iman-ı tahkiki kılıncı iledir. S:230

• Üstad hz. Recul-u sanem için “tagut” tabirini kullanıyor. s:231

• “Ve hususî vazifemiz de, Kur'anın imanî hakikatlarını tahkikî bir surette ehl-i imana bildirip, onları ve kendimizi i'dam-ı ebedîden ve daimî ve berzahî haps-i münferidden kurtarmaktır. Sair dünyevî ve siyasî ve entrikalı cem'iyet ve komitelerle ve bizim medar-ı ittihamımız olan cem'iyetçilik gibi asılsız ve manasız gizli cem'iyetle hiçbir münasebetimiz yoktur ve tenezzül etmiyoruz.”s:237

• Üstad hazretleri, Mustafa Kemal'in hiddetine karşı divan-ı riyasette, şiddetli ve dokunaklı ve serbest müdafaa etmiş. S:237

• Üstad, Şeyh Said ve Menemen hadiseleri için “Cüzi ve neticesiz” diyor. S:238

• “Madem biz ehl-i dünyanın dünyalarına ilişmiyoruz, onlar da bizim âhiretimize ve imanî hizmetimize ilişmesinler.” S:238

• “Hem Ankara'da hükûmetin riyasetinde bulunan malûm birisine ettiğim itirazlara ve ağır sözlere karşı o reis mukabele etmeyip sükût etmesi ve o öldükten sonra, onun yanlışını gösteren bir hakikat-ı hadîsiyeyi kırk sene evvel beyandaki fıtrî ve lüzumlu ve küllî ve mahrem tenkidlerim,” s:240

• Üstad Müslümanları teknik gelişmelere teşvik ettiğini söylüyor. S:241

• “Hükümet ele bakar, kalbe bakmaz.” S:244

• Özellikle 30’lu yıllarda olmak üzere Türkiye’de Cumhuriyetin sadece ismi var, manasız isim ve resimden ibaret. S:244

• “Eğer lâik cumhuriyet soruyorsanız, ben biliyorum ki; lâik manası, bîtaraf kalmak, yani hürriyet-i vicdan düsturuyla, dinsizlere ve sefahetçilere ilişmediği gibi dindarlara ve takvacılara da ilişmez bir hükûmet telakki ederim. Yirmibeş senedir hayat-ı siyasiye ve içtimaiyeden çekilmişim. Hükûmet-i cumhuriye ne hal kesbettiğini bilmiyorum. El'iyazü billah, eğer dinsizlik hesabına, imanına ve âhiretine çalışanları mes'ul edecek kanunları yapan ve kabul eden bir dehşetli şekle girmiş ise, bunu size bilâ-perva ilân ve ihtar ederim ki: Bin canım olsa, imana ve âhiretime feda etmeğe hazırım. Ne yaparsanız yapınız” s:239

• Üstad bir zamanların meşhur 163. maddesi için şöyle diyor: “hürriyet-i vicdan prensibine zıd olarak, bütün dindar nasihatçılara şamil, lastikli bir kanunun 163'üncü maddesi sahte bir maskedir.” S:245

• “Ey dinini dünyaya satan ve küfr-ü mutlaka düşen bedbahtlar! Elinizden ne gelirse yapınız. Dünyanız başınızı yesin ve yiyecek! Yüzer milyon kahraman başlar feda oldukları bir kudsî hakikata, başımız dahi feda olsun! Her ceza ve i'damınıza hazırız! Hapsin harici bu vaziyette, yüz derece dâhilinden daha fenadır. Bize karşı gelen böyle bir istibdad-ı mutlak altında hiçbir hürriyet -ne hürriyet-i ilmiye, ne hürriyet-i vicdan, ne hürriyet-i diniye- olmamasından, ehl-i namus ve diyanet ve tarafdar-ı hürriyet olanlara ya ölmek veya hapse girmekten başka bir çare kalmaz.” S:246

• “Ben yeni harfleri bilmiyorum ve eski yazım da pek nâkıstır.” S:246

Risale-i Nur; * hiçbir şeye tabi değil
* alet değil
*sırr-ı ihlası taşıyor. S:253

• “Risale-i Nur’daki *şefkat
*hakikat
*hak bizi siyasete girmekten men etmiş. S:255

20. asır “fırtınalı bir asır.” S:255

• Avrupa medeniyeti gaddar bir medeniyet. S:255

20. asır yeryüzünde; * hodgamlık
*ırkçılık
*askeri istibdat rejimleri
*merhametsizlik tohumları yerleştirmiş. S:255

• “Mukabele-i bilmisil kaide-i zalimanesi” s:255

• “Üstadın eserleriyle alakası; “En ziyade beni düşündüren Risale-i Nur” s:257

• Risaleler “kemal-i dikkatle “ okunmalı. S:257

• “Evet, ben üç cihetle Isparta'lıyım. Gerçi tarihçe isbat edemiyorum, fakat kanaatim var ki; İsparit nahiyesinde dünyaya gelen Said'in aslı, buradan gitmiş. Hem Isparta Vilayeti öyle hakikî kardeşleri bana vermiş ki; değil Abdülmecid ve Abdurrahman, belki Said'i onların herbirisine maalmemnuniye feda eylerim” s:258

• “Şimdi küre-i arzda Risale-i Nur şakirdlerinden -kalben ve ruhen ve fikren- daha az sıkıntı çeken yoktur. Çünki kalb ve ruh ve akılları iman-ı tahkikî nurlarıyla sıkıntı çekmezler; maddî zahmetler ise, Risale-i Nur dersiyle hem geçici, hem sevablı, hem ehemmiyetsiz, hem hizmet-i imaniyenin başka bir mecrada inkişafına vesile olmasını bilerek şükür ve sabırla karşılıyorlar. İman-ı tahkikî dünyada dahi medar-ı saadettir diye halleriyle isbat ediyorlar. Evet "Mevlâ görelim neyler, neylerse güzel eyler." deyip, metinane bu fâni zahmetleri bâki rahmetlere tebdile çalışıyorlar.” S:258

• “Yirmi beş sene evvel aslı yazılan ve sekiz sene zarfında bir-iki defa elime geçen ve aynı vakitte kaybettirilen "Beşinci Şua” s:259

• Risalelere delilsiz tenkit ve hücum eden hocalar için şu tabiri var; “ hoca bozması” s:259

• “İki hayatı imha eden küfr-ü mutlaktan kurtarmak, bu zamanda pek çok ehemmiyetlidir.”s:260

• “Madem bizi çalıştıran Hâlıkımız Rahîm ve Hakîm'dir; başa gelen her şeyi rıza ile, sevinç ile, rahmetine, hikmetine itimad ile karşılamalıyız” s:260

Refet ağabeyin alimane sualleri Mektubatın doğmasına sebeb olmuş. S:261

Arefe günü 1000 ihlas okunabilir. S:262

• “Faidesiz ihtiyat ile hizmetten elini gevşetmemeli. S:262

Hizmetteki imtihan ve çileler:


*Elmasları şişelerden
*Sıddık fedakarları mütereddit sebatsızlardan
*Halis muhlisleri benlik ve menfaatını bırakmayanlardan ayırmak içindir. S:263

Hizmet:


*Tam ihlas
*Tam tesanüd
*liyakat iştiyor. S:263

• Üstad hazretleri ilk ağabeylerin çektikleri zahmetlerin “istikbaldeki ehl-i imana kahramanane bir nümune-i imtisal, belki imamları olmak” gibi çok hayırlara vesile olacağını söylüyor. S:263

Risale-i Nur mesleğinin esasları:
1-Tam İhlâs
2-Enaniyeti terk
3-Zahmette rahmeti görme
4-Elemde baki lezzeti bulma
5-Fani, sefihane lezzetlerde ayn-ı elemi hissetme, akibetini müşahade
6-İman-ı tahkiki dersi. S:265
Masonların hizmet cemaatlarına hücum yolları:
1- Ürkütmak, korkutmak, evhamı tahrik.
2- Önde görünenleri halkın gözü önünde çürütmeye çalışmak, kusurlarını ortaya çıkarmak
3- Cazibedar ve uyuşturucu sefahat lezzetlerini kullanak ile ifsad
4- Cemaat fertleri arasında tesanüdü bozmak
5- O cemaatin liderini ihanetlerle nazardan düşürmeye uğraşmak. S:264
• Bazan izhar, çok defa ihfadan daha ziyade efdal olur. İmam-ı Gazali. S:266

• Üstad, İmam-ı Gazali’nin Hizb-ül Masun adlı evradını okuyor. S:266

• Üstadın aşı perdesi altında ilk zehirlenmesi 1922’de Ankara’ya geldiğinde. S:268

• Üstadın talebeleri “umumen, bila istisna mükemmel namaz” kılıyorlardı. S:268

• “Lisan-ı hal, lisan-ı kalden daha kuvvetli ve tesirli konuşuyor.” S:268

• “Eğer perde-i gayb açılsa, bu sebatsız zamanda böyle sebat gösteren ve bu yakıcı, ateşli hallerden sarsılmayan bu samimî dindarlar ve ciddî Müslümanlar eğer her biri bir veli, hattâ bir kutub görünse, benim nazarımda şimdi verdiğim ehemmiyeti ve alâkayı pek az ziyadeleştirecek ve eğer birer âmi ve âdi görünse, şimdi verdiğim kıymeti hiç noksan etmeyecek diye karar verdim. Çünkü böyle pek ağır şerait altında iman kurtarmak hizmeti, her şeyin fevkindedir. S:268

• “Merak etmeyiniz kardeşlerim, o Nurlar parlayacaklar.” S:269

• “En esaslı kuvvetimiz ve nokta-i istinadımız, tesanüddür.” S:271

• “Bu dünyanın hayatı pek çabuk değişmesine ve zevaline ve fena ve fâni, akibetsiz lezzetlerine ve firak ve iftirak tokatlarına karşı bir ehemmiyetli medar-ı teselli ise, samimî dostlar ile görüşmektir. Evet, bazen bir tek dostunu bir-iki saat görmek için, yirmi gün yol gider ve yüz lirayı sarf eder” s:271

• “Şimdi bu acib, dostsuz zamanda” s:271

• “Teşekki kaderi tenkid ve teşekkür kadere teslimdir.” S:271

• Hizmet insanının 3 vazifesi;
1-Metanet
2-Sebat
3-Fedakârlık s:272

• Üstad, Denizli hapsinde bir günde çektiği sıkıntıyı Eskişehir hapsinde bir ayda çekmediğini söylüyor. S:273

• “Madem geçici, dünyevî musibetlerin sonları ekseriyetle ferahlı ve hayırlı oluyor.” S:273

• “Biz öyle bir hakikata hayatımızı vakfetmişiz ki, güneşten daha parlak ve Cennet gibi güzel ve saadet-i ebediye gibi şirindir. Elbette biz bu sıkıntılı haller ile müftehirane, müteşekkirane bir mücahede-i maneviye yapıyoruz diye şekva etmemek lâzımdır.” S:273

• “Evvel âhir tavsiyemiz: Tesanüdünüzü muhafaza; enaniyet, benlik, rekabetten tahaffuz ve itidal-i dem ve ihtiyattır.”s:274

• “Şimdi zemin yüzünde ekser beşer; maddî ve manevî kalben, ruhen, fikren musibetlerle giriftardır.” Sh:274

• İmam-ı Şafiî (K.S.) gibi büyük zâtlar, "Talebe-i ulûmun hattâ uykusu dahi ibadet sayılır" diye ziyade ehemmiyet vermişler. sh:275

• “Böyle medresesiz bir zamanda” s:275

Uhuvvet ve tesanüd; tevazu, enaniyetlerin bırakılması ve mahviyet ile takviye edilir ve kuvvet bulur. S:275

• “Hem belki karşımıza aldanmış veya aldatılmış bazı hocalar ve şeyhler ve zahirde müttakiler çıkartılır. Bunlara karşı vahdetimizi, tesanüdümüzü muhafaza edip onlar ile uğraşmamak lâzımdır, münakaşa etmemek gerektir.” S:276

Hizmetteki azim ve yekun sevabı kazanmanın iki şartı; 1-Sebat
2-Sadakat-s:277

• “Bir ehemmiyetli ihsan-ı ilahi; ihsanını, enaniyetini bırakmayana ihsas etmemektir.. tâ ucb ve gurura girmesin.” S:277