19.8.08

Bediüzzaman Said Nursi'nin Kronolojik Hayatı


bediüzzaman said nursi nin ile ilgili görsel sonucuBediüzzaman Said Nursi

1877 Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri’nin, Sofi Mirza Efendi ve Nuriye Hanım’ın 4. çocukları olarak Bitlis’in Hizan kazasına bağlı Nurs Köyü’nde tevellüd edişi.
1897 Said Nurs’nin, Vali Hasan Paşa'nın daveti üzerine Van'a gidişi.
Müsbet ilimleri tetkik edip kısa zamanda her birisine vâkıf olması.
"Bediüzzaman" lâkabının verilmesi. 80 – 90 cilt kitabı, üç ayda bir defa ezberden tekrarlaması.
1900 İngiliz Müstemlekât Nazırı Gladiston'un gazetelerde çıkan konuşması ve Bediüzzaman'ın ruhunda meydana getirdiği feveran ve gayret.
1907 Bediüzzaman’ın İstanbul'a, Şark'ta üniversite açtırmak niyetiyle gelmesi.
Kaldığı yerin kapısına "Her suale cevap verilir" levhasını asıp, âlimleri sual sormaya dâvet etmesi.
Sultan II. Abdülhamid'e Şark'ta üniversite açtırmak için müracaatı.
Yıldız Divan-ı Harbi'ne verilmesi.
1909 31 Mart Hadisesi’nde Bediüzzaman'ın yatıştırıcılığı.
İsyan etmiş olan sekiz tabur askeri itaate getirmesi.
Bediüzzaman'ın Divan-i Harb'e verilmesi.
Divan-i Harb'te beraat edişi ve serbest bırakılması.
1910Divan-i Harb'ten beraat eden Bediüzzaman'ın, Van'a gitmek üzere İstanbul'dan ayrılması.

1911Şam'a gelişi ve Câmi-i Emeviye'de muhteşem bir hutbe irad etmesi.
Sultan Reşad'la beraber Rumeli seyahatine çıkması.
1913Bediüzzaman’ın Van'a gitmesi ve Şark üniversitesinin temelini attırması.
1915 Milis Kumandanı Bediüzzaman, Pasinler Cephesi’nde Ruslarla çarpışması.
1916 Bediüzzaman'ın Ruslara esir düşmesi.
1918 Bediüzzaman'ın Kosturma'dan firar edişi.
17 Haziran 1918 Bediüzzaman'ın Varşova, Viyana ve Sofya yoluyla İstanbul'a avdeti.
Enver Paşa'nın vazife teklifini kabul etmeyen Bediüzzaman'a, Harbiye Nezareti’nin ikramiye ve harp madalyası vermesi.

13 Ağustos 1918 Ordu-yu Humayun'un tavsiyesiyle Dâr-ül Hikmet'e âzâ oluşu.
1919/ 19 Nisan 1919: Bediüzzaman'ın Dâr-ül Hikmet'ten altı ay izne ayrılması.
Sultan Vahdeddin’in, Bediüzzaman'a "Mahreç" payesi vermesi.
1920İngiliz işgaline karşı Hutuvat-i Sitte’yi neşrederek mücadele etmesi.
Bediüzzaman'ın Anglikan Kilisesi'ne cevabı.
Bediüzzaman’ın, Kuvâ-yı Milliye’yi desteklemesi.
1922 Bediüzzaman’ın İstanbul'dan Ankara'ya gitmesi.
9 Kasım 1922 Bediüzzaman'a Meclis'te hoşâmedî yapılması.
1923/ 19 Ocak 1923  Bediüzzaman’ın Meclis'te mebuslara hitaben 10 maddelik bir beyanname neşretmesi.
17 Nisan 1923  Ankara'da umduğunu bulamayan Bediüzzaman'ın Van'a gitmek üzere yola çıkması.
1925 – 1927 Bediüzzaman'ın Van'dan nefyi.
Aynı sene içinde Bediüzzaman Van'dan İstanbul'a, oradan da Burdur'a getiriliyor.
Isparta'da bir müddet kalan Bediüzzaman’ın, önce Eğridir, oradan da Barla'ya getirilmesi.
Risale-i Nur'lar telif edilmeye başlanıyor.
1934 Barla'dan alınan Bediüzzaman'ın Isparta'ya getirilişi.
1935/ 27 Nisan 1935 Dâhiliye Vekili Şükrü Kaya ve Jandarma Umum Kumandanı’nın askerî bir kıt'a ile Isparta'ya gitmesi ve Bediüzzaman’ın tevkif edilmesi.
Tevkif edilen Bediüzzaman ve talebeleri’nin, muhakeme edilmek üzere Eskişehir'e götürülmesi.
1936 /27 Mart 1936 Tahliye edilen Bediüzzaman’ın, Kastamonu'da ikamete mecbur edilimesi.
Üç ay karakolda kalan Bediüzzaman’ın, karakol karşısında bir eve yerleştirilmesi.
1943/27 Eylül 1943: Bediüzzaman'ın tevkif edilerek Çankırı yoluyla Ankara'ya getirilmesi.
1944 Denizli Mahkemesi’nin başlaması.

15 Haziran 1944: Denizli Ağır Ceza Mahkemesi’nin, Bediüzzaman'ın beraatını ilan etmesi.
Ağustos 1944 sonlarında Ankara'dan gelen emirle Bediüzzaman’ın Emirdağ'da ikamete mecbur edilmesi.
1948/23 Ocak 1948: Emirdağ'da kış ortasında Bediüzzaman ve talebelerinin tevkif edilişi ve Afyon mahkemesine sevki.
6 Aralık 1948: Afyon Mahkemesinin mevhum ve mesnetsiz iddialarla Bediüzzaman ve talebelerine mahkûmiyet kararı verişi ve temyiz.
1949/ 20 Eylül 1949: Halkın tezahüratına mâni olmak için Bediüzzaman’ın Afyon hapishanesinden gece yarısı tahliye edilmesi.

20 Kasım 1949: Bediüzzaman'ın tekrar Emirdağ'a getirilişi.
1952/Ocak 1952'de Gençlik Rehberi mahkemesi için Bediüzzaman’ın İstanbul'a gitmesi.
22 Ocak 1952: Gençlik Rehberi mahkemesinin ilk duruşması.
5 Mart 1952: Bediüzzaman'ın Gençlik Rehberi davasından beraatı.
Nisan1953 : Bediüzzaman’ın tekrar Emirdağ'a gidişi.
Mayıs 1953: Tekrar İstanbul'a giden Bediüzzaman'ın üç ay kadar İstanbul’da kalması.
Bediüzzaman'ın Patrik Athenagoras'la görüşmesi.
Onsekiz yıllık ayrılıktan sonra Barla'ya tekrar gidişi.
1956/23 Mayıs 1956: Sekiz senedir devam eden Afyon Mahkemesinde Risale-i Nurların beraatı ve iade edilmesi.

1957 – 1958 Nur Risaleleri’nin ve bu arada Tarihçe-i Hayat'ın matbaalarda neşredilmesi.
1960/ 23 Mart 1960 Çarşamba: Bediüzzaman’ın, Ramazan'ın 25. günü, gece saat 03.00 civarında bu fani âleme veda edişi.
12 Temmuz 1960 Salı: Mezarı açılan Bediüzzaman'ın naaşı, Şanlıurfa’daki mezarından çıkarılarak askerî bir uçakla Isparta’ya götürülmesi.

Bediüzzaman Said Nursi’nin Hayatı Boyunca Ayak Bastığı Yerler

1877: Türkiye – Bitlis’in Hazan kazasının Nurs Köyü’nde Doğdu.
1897: Türkiye – Van.
1900: Türkiye – İstanbul.
1910: Türkiye – İstanbul’dan Van’a geri dönüş.
1911: Suriye – Şam’a gidiş, Hutbe-i Şamiye’nin iradı.
1911: Rumeli Seyahati.
1913: Türkiye – Van’a tekrar gidiş, üniversite temeli atış.
1915: Türkiye – Erzurum – Pasinler Cephesinde I. Dünya Savaşı’na katılış.
1916: Türkiye – Erzurum – Pasinler’de (???) esir düşer, Rusya – Kosturma’ya götürülür.
1918: Rusya – Kosturma’dan firar eder.
1918: Rusya – Varşova, Almanya – Viyana, Bulgaristan – Sofya ve Türkiye – İstanbul’a ulaşır.
1922: Türkiye – Ankara’ya gizli şifre ile çağrı üzerine gider.
1923: Türkiye – Van’a geri döner.
1925: Türkiye – Van’dan nefyedilir.
1925 – 1927: Türkiye – İstanbul ve oradan da Burdur’a götürülür.
1925 – 1927: Türkiye – Burdur’dan Isparta, Eğirdir ve Barla’ya götürülür.
1934: Türkiye – Isparta’ya sürgün edilir.
1935: Türkiye – Isparta’dan Eskişehir’e götürülür.
1936: Türkiye – Eskişehir’den Kastamonu’ya gönderilir.
1943: Türkiye – Çankırı yoluyla Ankara’ya götürülür.
1944: Türkiye – Denizli Mahkemesi.
1944: Türkiye – Tekrar Emirdağ’a gider.
1948: Türkiye – Emirdağ’dan kışın ortasında Afyon’a götürülür.
1949: Türkiye – Afyon’dan gece tekrar Emirdağ’a gönderilir.
1952: Türkiye – İstanbul’a Gençlik Rehberi Mahkemesi için gelir.
1953: Türkiye – İstanbul’dan Emirdağ’a gider. (Nisan 1953).
1953: Türkiye – Emirdağ’dan 3 aylığına İstanbul’a tekrar gider. (Mayıs 1953).
1953: Türkiye – Isparta – Barla’ya 18 yıllık ayrılıktan sonra tekrar geri döner.
1956: Türkiye – Afyon Mahkemesi’nden Beraat eder.
1960: Türkiye – Şanlıurfa’da vefat eder.

Ruhlarına Fatiha

...

BEDİÜZZAMAN HZ.LERİNDEN KISA VECİZELER






1-Batıl şeyleri iyice tasvir safi zihinleri idlaldir-Mektubat 455


2-Hakikatı tanımayan hayalata sapar- Muhakemat 43


3-Gözünü kapayan yalnız kendi görmez, başkasına gece yapamaz- 14.Şua 409


4-Zarara kendi razı olanın lehinde bakılmaz- Emirdağ Lahikası42


5-İnsan bilmediği ve yetişmediği şeye düşmandır- 10. söz 47


6-Hilkatte israf ve abes yoktur- Muhakemat 72

7-Kadere iman eden gamlardan kurtulur–11.Şua


8-Kadere iman olmazsa hayatı dünyeviye saadeti mahvolur- 11.Şua


9-Her insanın küçük bir dünyası belki küçük bir cenneti dahi kendi hanesidir- 11. Şua 193


10-Hak aldatmaz hakikatbin aldanmaz- 19.Söz 232


11-Risale-i Nur’a çalıştıkça yaşamakta kolaylık ve kalpte ferahlık ve maişette suhulet görüyoruz- Kastamonu Lahikası 101


12-Gözünü kapayan yalnız kendine gece yapar- 7. Şua


13-Risale-i Nur kitapları birbirine tercih edilmez-Kastamonu Lahikası 9


14-Bu zamanda tahribat ve menfi cereyan dehşetlendiği için takva tahribata karşı en büyük esastır- Kastamonu Lahikası–113


15-Elem olmazsa lezzet anlaşılmaz- 11. Şua


16-Nefsini ıslah etmeyen başkasını ıslah edemez–21.Söz–262


17-Mesleğimizin esası uhuvvettir- 21.Lem’a 167


18-Rahmeti itham eden rahmetten mahrum kalır- 2.Lem’a 13


19-Bahtiyar odur ki ittiba-ı sünnette hissesi ziyade ola–11.Lem’a 61


20-Cehennem ceza-yı ameldir fakat Cennet fazl-ı ilahidir- 13.Lem’a 85


Ey insan! Senin elinde bulunan nefis ve malın senin mülkün değil, belki sana emanettir–16.Lem’a-s:22

İnsan hatadan hâli olamaz, fakat tövbe kapısı açıktır-Kastamonu Lahikası-s:187


En ziyade yaralananlar siperini bırakıp kaçanlardır. En az yara alanlar siperinde sebat edenlerdir Mektubat-s:403


Namazın manası Cenabı Hakk’ı tesbih ve tazim ve şükürdür- 9.Söz-s:37


Eğer biz ahlak-ı İslamiyenin ve hakaik-i imaniyenin kemâlâtını ef’alimizle izhar etsek sair dinlerin tâbileri elbette cemaatlerle islamiyete girecekler, belki küre-i arzın bazı kıtaları ve devletleri de islamiyete dehalet edecekler. Emirdağ Lahikası-s:392


Hırs ihlâsı kırar, ameli uhreviyyeyi zedeler- 19.Lem’a-s:149


Hırs bir madeni hasaret ve sefalettir–19.Lem’a 149


İhsan-ı ilahiden fazla ihsan, ihsan değildir-Mektubat-s:457


Her şeyi maddede arayanların akılları gözlerindedir, göz ise maneviyatta kördür-Mektubat 457


İktisat etmeyen zillete ve manen dilenciliğe ve sefalete düşmeye namzettir–19.Lem’a –s:145


Enaniyeti terk etmeyen salâbet-i diniyeyi ve kısmen de dinini terk eder-Mektubat 419


Kaderi tenkit eden başını örse vurur kırar- 2.Lem’a-s:13


Hayat olmazsa vücut vücut değildir Hayat ruhun ziyasıdır, şuur hayatın nurudur- 27.Söz-s:493


Kardeşlerim! Enaniyetin içimizdeki en tehlike ciheti kıskançlıktır-Mektubat s: 410


Muntazam bir fiil failsiz olmaz, manidar bir kitap kâtipsiz olmaz, sanatlı bir nakış nakkaşsız olmaz- 31.söz-s:551


Küfür ahmakhane, sarhoşhane, divanece bir hezeyandır–22.Lem’a-s:185


Mesleğimiz müsbet hareket etmektir-Kastamonu Lahikası-s:195


İsraf kanaatsizliği intaç eder. Kanaatsizlik ise çalışmanın şevkini kırar, tembelliğe atar hayatın şekva kapısını açar- 19.Lem’a –s:149


Her sözün doğru olmalı. Fakat her doğruyu söylemek doğru değildir-Mektubat-s:457


His ve heves kördür, akıbeti görmez- 14.Şua-s.420


Bir adamın imanını kurtarmak on mümini velayet derecesine çıkarmaktan daha mühim ve daha sevaptır –Kastamonu Lahikası-s:55


Kitaplar ve içtihatlar Kurana dürbün olmalı ayine olmalı gölge ve vekil olmamalı-Mektubat-s:454


Sırat-ı müstakimi göremeyen ifrat ve tefrike düşer- Muhakemat-s:43






Maksadımız iman ve ahirettir -14.Şua–s:318

İman her şeyi güzel ünsiyetli gösteren şeffaf berrak nurani bir gözlüktür–8.Şua s:649

Risale-i Nur yirmi sene yüz binlerce adamı vatan ve millete zararsız hale getirmiştir–14.Şua s:307

•Her bir günah içinde küfre gidecek bir yol vardır–2.Lem’a

Düşmanın düşmanı düşman kaldıkça dosttur, düşmanın dostu dost kaldıkça düşmandır-Mektubat s:458

•Her şeyi maddiyatta arayanların akılları gözlerindedir, göz ise maneviyatı göremez-Muhakemat s:15

Fena şeyle zihnen meşgul olmak da fenadır-Kastamonu Lahikası s: 116

Gençlik damarı akıldan ziyade hissiyatı dinler–14 şua-s:420

İfrat gibi tefrit de muzırdır.-Muhakemat-s:19

Zaman ihtiyarladıkça Kuran gençleşiyor-Mektubat-s:459

Nur mesleğinde müminlerin uhuvveti esastır.-Emirdağ Lahikası s:167

Rahmeti ilahiyyeden ileri şefkat olunmaz-Kastamonu Lahikası–s:174

Risale-i Nur’un bütün eczaları o Kur’an-ı Mu’ciz ül Beyan’ın Cadde-i nuranisinde birer elektrik lambası hizmetini görüyorlar Mektubat-s:316

Her şakirdin vazifesi yalnız kendi imanını kurtarmak değil belki başkalarının imanlarını da muhafaza etmeye mükelleftir oda hizmete ciddi devam ile olur-Kastamonu Lahikası-s:158

Fıtrat yalan söylemez-Mektubat s:454

Ehl-i takva, ehl-i ilme karşı dostane vaziyet alınız-Kastamonu lahikası 158

Ey insan! Düşün sen alaküllihal öleceksin- 13.Lem’a-s:87

İnsanları canlandıran emeldir, öldüren yeistir-Mektubat 457

Zarurete düşen bir şakird, zekâtı kabul edebilir-Kastamonu Lahikası 178

İnsan kusursuz olmaz ve rakipsiz de olmaz-Kastamonu Lahikası 190

Nurun mesleğinde hiç hiçbir cihetle benlik, şahsiyet, şahsi makamları arzu etmek, şan şeref kazanmak olmaz–14 şua-s:389

Sıkıntı sefaletin muhallimidir-Mektubat461

Sakın! Dikkat ediniz; ihtilaf-ı meşrebinizden, en zaif damarlarınızdan ve derd-i maişet zaruretinizden ehli dalalet istifa edip, birbirinizi tenkit ettirmeye meydan vermeyiniz-Kastamonu Lahikası 189

Bir derdin dermanı başka bir derde zehir olabilir-Mektubat 459

Herkes bir meşrebde olmaz, müsamaha ile birbirinize bakmak elzemdir-Kastamonu Lahikası-s:188

Maddiyatta tegavvül eden maneviyatta gabileşir ve sathi olur-Muhakemat 15

Şükrün mikyası kanattır ve iktisattır ve rızadır ve memnuniyettir-Mektubat 351

Kur’an-ı Kerim’in düsturları, kanunları ezelden geldiğinden ebede gidecektir, medeniyetin kanunları gibi ihtiyar olup ölüme mahkûm değildir, daima gençtir kuvvetlidir–25.söz 397

Güzel gören güzel düşünür. Güzel düşünen hayatından lezzet alır-Mektubat-s:457

Kardeşlerime tavsiye ediyorum ki; ihtiyat etsinler, naehillerin ellerine hakikatleri vermesinler- 14.şua-s:386

Sünnet-i Seniyye nur isteyenlere kafidir hariçte nur aramaya ihtiyaç yoktur–11.lema-s:57

Şükürsüzlüğün mizanı hırstır ve israftır hürmetsizliktir haram helal demeyip rast geleni yemektir-Mektubat-s:351

Cehennem lüzumsuz değil, çok işler var ki bütün kuvvetiyle “yaşasın Cehennem” dedirtir.-Mektubat-s:381

Tesettür kadınlar için fıtridir. Ref-i tesettür fıtrata münafidir–25.söz 398

Kur’an bizi siyasetten men etmiş, ta ki elmas gibi hakikatleri ehl-i dünyanın nazarında cam parçalarına inmesin-Kastamonu Lahikası–193



Şenol Keskin

www.cevaplar.org

7.7.08

Beşinci Dal

Ey nefisperest nefsim, ey dünyaperest arkadaşım! Muhabbet, şu kâinatın bir sebeb-i vücududur, hem şu kâinatın râbıtasıdır, hem şu kâinatın nurudur, hem hayatıdır. İnsan kâinatın en câmi' bir meyvesi olduğu için, kâinatı istilâ edecek bir muhabbet, o meyvenin çekirdeği olan kalbine derc edilmiştir. İşte şöyle nihayetsiz bir muhabbete lâyık olacak, nihayetsiz bir kemâl sahibi olabilir.

İşte, ey nefis ve ey arkadaş! İnsanın, havfa ve muhabbete âlet olacak iki cihaz, fıtratında derc olunmuştur. Alâküllihâl, o muhabbet ve havf, ya halka veya Halıka müteveccih olacak. Halbuki halktan havf ise, elîm bir beliyyedir; halka muhabbet dahi belâlı bir musîbettir. Çünkü, sen öylelerden korkarsın ki, sana merhamet etmez veya senin istirhâmını kabul etmez. Şu halde, havf elîm bir belâdır.


Muhabbet ise, sevdiğin şey, ya seni tanımaz, Allaha ısmarladık demeyip gider (gençliğin ve malın gibi); ya muhabbetin için seni tahkir eder. Görmüyor musun ki, mecâzî aşklarda yüzde doksan dokuzu mâşukundan şikâyet eder.

Çünkü, Samed aynası olan bâtın-ı kalb ile, sanem-misâl dünyevî mahbublara perestiş etmek, o mahbubların nazarında sakîldir ve istiskâl eder, reddeder. Zîrâ fıtrat, fıtrî ve lâyık olmayan şeyi reddeder, atar. (Şehevânî sevmekler, bahsimizden hariçtir.) Demek, sevdiğin şeyler ya seni tanımıyor, ya seni tahkir ediyor, ya sana refâkat etmiyor, senin rağmına müfârakat ediyor. Mâdem öyledir, bu havf ve muhabbeti, öyle birisine tevcih et ki, senin havfın lezzetli bir tezellül olsun, muhabbetin zilletsiz bir saadet olsun.


Evet, Halık-ı Zülcelâlinden havf etmek, Onun rahmetinin şefkatine yol bulup ilticâ etmek demektir. Havf, bir kamçıdır; Onun rahmetinin kucağına atar. Mâlûmdur ki, bir vâlide, meselâ, bir yavruyu korkutup, sînesine celb ediyor. O korku, o yavruya gayet lezzetlidir. Çünkü, şefkat sînesine celb ediyor. Halbuki, bütün vâlidelerin şefkatleri, rahmet-i İlâhiyenin bir lem'asıdır. Demek, havfullahta bir azîm lezzet vardır.

Mâdem havfullâhın böyle lezzeti bulunsa, muhabbetullahta ne kadar nihayetsiz lezzet bulunduğu mâlûm olur. Hem, Allah'tan havf eden, başkaların kasâvetli, belâlı havfından kurtulur. Hem, Allah hesâbına olduğu için mahlûkata ettiği muhabbet dahi, firâklı, elemli olmuyor.


Evet, insan evvelâ nefsini sever, sonra akâribini, sonra milletini, sonra zîhayat mahlûkları, sonra kâinatı, dünyayı sever; bu dairelerin herbirisine karşı alâkadardır. Onların lezzetleriyle mütelezziz ve elemleriyle müteellim olabilir. Halbuki, şu herc ü merc âlemde ve rüzgâr deverânında hiçbir şey kararında kalmadığından bîçare kalb-i insan, her vakit yaralanıyor. Elleri yapıştığı şeylerle, o şeyler gidip ellerini paralıyor, belki koparıyor. Dâimâ ıztırap içinde kalır, yahut gaflet ile sarhoş olur.

Mâdem öyledir, ey nefis, aklın varsa bütün o muhabbetleri topla, hakiki sahibine ver, şu belâlardan kurtul. Şu nihayetsiz muhabbetler, nihayetsiz bir kemâl ve cemâl Sahibine mahsustur; ne vakit Hakiki Sahibine verdin, o vakit bütün eşyayı Onun nâmiyle ve Onun aynası olduğu cihetle ızdırapsız sevebilirsin. Demek, şu muhabbet doğrudan doğruya kâinata sarf edilmemek gerektir. Yoksa, muhabbet, en leziz bir nimet iken, en elîm bir nikmet olur.

Bir cihet kaldı ki, en mühimi de odur ki, ey nefis, sen muhabbetini kendi nefsine sarf ediyorsun! Sen, kendi nefsini kendine ma'bud ve mahbub yapıyorsun. Her şeyi nefsine fedâ ediyorsun. Âdetâ bir nevi rubûbiyet veriyorsun. Halbuki, muhabbetin sebebi, ya kemâldir-zîrâ kemâl zâtında sevilir-yahut menfaattir, yahut lezzettir, veyahut hayriyettir, ya bunlar gibi bir sebep tahtında muhabbet edilir.

Şimdi, ey nefis! Birkaç sözde katî ispat etmişiz ki, asıl mahiyetin kusur, naks, fakr, aczden yoğrulmuştur ki, zulmet karanlığın derecesi nispetinde nurun parlaklığını gösterdiği gibi, zıddiyet itibâriyle sen onlarla Fâtır-ı Zülcelâlin kemâl, cemâl, kudret ve rahmetine âyinedarlık ediyorsun. Demek ey nefis! Nefsine muhabbet değil, belki adâvet etmelisin; veyahut acımalısın; veyahut mutmainne olduktan sonra, şefkat etmelisin.


Eğer nefsini seversen-çünkü senin nefsin lezzet ve menfaatin menşeidir; sen de, lezzet ve menfaatin zevkine meftunsun-o zerre hükmünde olan lezzet ve menfaat-i nefsiyeyi nihayetsiz lezzet ve menfaatlere tercih etme. Yıldız böceği gibi olma. Çünkü o, bütün ahbabını ve sevdiği eşyayı karanlığın vahşetine gark eder, nefsinde bir lem'acık ile iktifâ eder.

Zîrâ, nefsî olan lezzet ve menfaatinle beraber bütün alâkadar olduğun ve bütün menfaatleriyle intifâ ettiğin ve saadetleriyle mes'ud olduğun bütün kâinatın menfaatleri, nimetleri iltifatına tâbi bir Mahbub-u Ezelîyi sevmekliğin lâzımdır. Tâ, hem kendinin, hem bütün onların saadetleriyle mütelezziz olasın. Hem, Kemâl-i Mutlakın muhabbetinden aldığın nihayetsiz bir lezzeti alasın.
Zâten sana, sende senin nefsine olan şedid muhabbetin, Onun zâtına karşı muhabbet-i zâtiyedir ki, sen sû-i istimâl edip kendi zâtına sarf ediyorsun. Öyle ise, nefsindeki ene'yi yırt, 'Hü ve 'yi göster.

Ve kâinata dağınık bütün muhabbetlerin,Onun esmâ ve sıfâtına karşı verilmiş bir muhabbettir; sen sû-i istimâl etmişsin. Cezasını da çekiyorsun. Çünkü, yerinde sarf olunmayan bir muhabbet-i gayr-i meşrûanın cezası, merhametsiz bir musîbettir.

Rahmânü'r-Rahîm ismiyle, hûrilerle müzeyyen Cennet gibi, senin bütün arzularına câmi' bir meskeni, senin cismânî hevesâtına ihzâr eden ve sâir esmâsıyla senin ruhun, kalbin, sırrın, aklın ve sâir letâifin arzularını tatmin edecek ebedî ihsanâtını o Cennette sana müheyyâ eden ve her bir isminde mânevî çok hazîne-i ihsan ve kerem bulunan bir Mahbub-u Ezelînin, elbette bir zerre muhabbeti kâinata bedel olabilir; kâinat, Onun bir cüz'î tecellî-i muhabbetine bedel olamaz. Öyle ise, o Mahbub-u Ezelînin, Kendi habîbine söylettirdiği şu ferman-ı ezelîyi dinle, ittibâ et:

Eğer Allah'ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah da sizi sevsin. (Âl-i İmrân Sûresi: 31.)

Yirmidördüncü söz Beşinci dal

1.6.08

ey nefsim...

Ey nefsim!
Deme, “Zaman değişmiş, asır başkalaşmış. Herkes dünyaya dalmış, hayata perestiş eder, derd-i maişetle sarhoştur.”
Çünkü ölüm değişmiyor.
Firak, bekaya kalb olup başkalaşmıyor.
Acz-i beşerî, fakr-ı insanî değişmiyor, ziyadeleşiyor. Beşer yolculuğu kesilmiyor, sür’at peydâ ediyor.
Hem deme, “Ben de herkes gibiyim.”
Çünkü herkes sana kabir kapısına kadar arkadaşlık eder.
Herkesle musibette beraber olmak demek olan teselli ise, kabrin öbür tarafında pek esassızdır.
Hem kendini başıboş zannetme. Zira şu misafirhane-i dünyada, nazar-ı hikmetle baksan, hiçbir şeyi nizamsız, gayesiz göremezsin. Nasıl sen nizamsız, gayesiz kalabilirsin? (Sözler

Faniyim Fani Olanı İstemem...




Fâniyim, fâni olanı istemem.
Âcizim, âciz olanı istemem.
Ruhumu Rahmân’a teslim eyledim; gayr istemem.
İsterim, fakat bir yâr-ı bâki isterim.
Zerreyim, fakat bir şems-i sermed isterim.
Hiç ender hiçim, fakat bu mevcudatı umumen isterim .

BEDIUZZAMAN




5.4.08

Şükür, Kâinat ağacının en mühim meyvesidir

Kur'ân-ı Mu'cizü'l-Beyan tekrar ile;

"Hâlâ şükretmezler mi?" (Yâsin Sûresi, 36:35, 73.); "Şükredenleri elbette mükâfatlandıracağız." (Âl-i İmrân Sûresi, 3:145.); "Şükrederseniz nimetimi elbette arttırırım." (İbrahim Sûresi, 14:7.);

"Yalnız Allah'a kulluk et ve şükredenlerden ol." (Zümer Sûresi, 39:66.)

gibi âyetlerle gösteriyor ki, Hâlık-ı Rahmân'ın, ibâdından istediği en mühim iş şükürdür. Furkan-ı Hakîmde gayet ehemmiyetle şükre dâvet eder. Ve şükür etmemekliği, nimetleri tekzip ve inkâr sûretinde gösterip, "Rabbinizin nimetlerinden hangi birini inkâr edersiniz?" (Rahmân Sûresi, 55:13.) fermanıyla, Sûre-i Rahmân'da şiddetli ve dehşetli bir surette otuz bir defa şu âyetle tehdit ediyor, şükürsüzlüğün bir tekzip ve inkâr olduğunu gösteriyor.

Evet, Kur'ân-ı Hakîm, nasıl ki şükrü netice-i hilkat gösteriyor. Öyle de, Kur'ân-ı kebîr olan şu kâinat dahi gösteriyor ki, netice-i hilkat-i âlemin en mühimi şükürdür. Çünkü, kâinata dikkat edilse görünüyor ki, kâinatın teşkilâtı şükrü intaç edecek bir surette, herbir şey bir derece şükre bakıyor ve ona müteveccih oluyor. Güya şu şecere-i hilkatin en mühim meyvesi şükürdür. Ve şu kâinat fabrikasının çıkardığı mahsulâtın en âlâsı şükürdür.

Çünkü, hilkat-i âlemde görüyoruz ki, mevcudat-ı âlem bir daire tarzında teşkil edilip, içinde nokta-i merkeziye olarak hayat hâlk edilmiş. Bütün mevcudat hayata bakar, hayata hizmet eder, hayatın levazımatını yetiştirir. Demek, kâinatı hâlk eden Zat, ondan o hayatı intihap ediyor.

Sonra görüyoruz ki, zîhayat âlemlerini bir daire suretinde icad edip, insanı nokta-i merkeziyede bırakıyor. Adeta, zîhayatlardan maksud olan gayeler onda temerküz ediyor; bütün zîhayatı onun etrafına toplayıp ona hizmetkâr ve musahhar ediyor, onu onlara hâkim ediyor. Demek, Hâlık-ı Zülcelâl, zîhayatlar içinde insanı intihap ediyor, âlemde onu irade ve ihtiyar ediyor.

Sonra görüyoruz ki, âlem-i insaniyet de, belki hayvan âlemi de bir daire hükmünde teşkil olunuyor ve nokta-i merkeziyede rızık vazedilmiş. Bütün nev-i insanı ve hattâ hayvânâtı rızka adeta taaşşuk ettirip, onları umumen rızka hâdim ve musahhar etmiş. Onlara hükmeden rızıktır. Rızkı da o kadar geniş ve zengin bir hazine yapmış ki, hadsiz nimetleri câmidir. Hattâ rızkın çok envâından yalnız bir nevinin tatlarını tanımak için, lisanda kuvve-i zâika namında bir cihazla mat'ûmat adedince mânevî, ince ince mizancıklar konulmuştur. Demek, kâinat içinde en acip, en zengin, en garip, en şirin, en câmi, en bedî hakikat rızıktadır.

4.4.08

sabır üçtür...

Dördüncü Sualiniz: اِنَّ اللّهَ مَعَ الصَّابِرِينَ -1- de hikmet ve gaye nedir?


Elcevap: Cenâb-ı Hak, Hakîm ismi muktezası olarak, vücud-u eşyada, bir merdivenin basamakları gibi bir tertip vaz etmiş. Sabırsız adam, teennî ile hareket etmediği için, basamakları ya atlar düşer veya noksan bırakır, maksut damına çıkamaz. Onun için hırs mahrumiyete sebeptir. Sabır ise, müşkülâtın anahtarıdır ki, اَلْحَرِيصُ خَائِبٌ خَاسِرٌ * وَالصَّبْرُ مِفْتَاحُ الْفَرَجِ -2- durub-u emsal hükmüne geçmiştir. Demek, Cenâb-ı Hakkın inâyet ve tevfiki, sabırlı adamlarla beraberdir. Çünkü sabır üçtür:


Biri: Mâsiyetten kendini çekip sabretmektir. Şu sabır takvâdır; اِنَّ اللّهَ مَعَ الْمُتَّقِينَ -3- sırrına mazhar eder.


İkincisi: Musibetlere karşı sabırdır ki, tevekkül ve teslimdir. اِنَّ اللّهَ يُحِبُّ الصَّابِرِينَ *اِنَّ اللّهَ يُحِبُّ اْلمُتَوَكِّلِينَ -4- şerefine mazhar ediyor. Ve sabırsızlık ise Allah'tan şikâyeti tazammun eder. Ve ef'âlini tenkit ve rahmetini itham ve hikmetini beğenmemek çıkar.


Evet, musibetin darbesine karşı şekvâ suretiyle elbette âciz ve zayıf insan ağlar. Fakat şekvâ Ona olmalı; Ondan olmamalı. Hazret-i Yakup Aleyhisselâmın اِنَّمَا اَشْكُو بَثّىِ وَحُزْنِى اِلَى اللّهِ -5- demesi gibi olmalı. Yani, musibeti Allah'a şekvâ etmeli; yoksa Allah'ı insanlara şekvâ eder gibi "Eyvah! Of!" deyip "Ben ne ettim ki bu başıma geldi?" diyerek âciz insanların rikkatini tahrik etmek zarardır, mânâsızdır.


Üçüncü sabır: İbadet üzerine sabırdır ki, şu sabır onu makam-ı mahbubiyete kadar çıkarıyor, en büyük makam olan ubudiyet-i kâmile cânibine sevk ediyor.


---------------------------------

1- "Şüphesiz, Allah sabredenlerle beraberdir." (Bakara Sûresi: 2:153; Enfâl Sûresi: 8:46.)

2- "Hırslı olan kimsenin ümidi boşa çıkar ve hüsrâna uğrar." "Sabır, ferahlık ve genişliğin anahtarıdır." Münâvî, Feyzü'l-Kadîr, 6:298, no. 9318; Aclûnî, Keşfü'l-Hafâ, 2:21.

3- "Allah takvâ sahipleriyle beraberdir." Bakara Sûresi: 2:194.

4- "Muhakkak ki Allah tevekkül edenleri sever." Âl-i İmrân Sûresi: 3:159. "Muhakkak ki Allah sabredenleri sever." (Âl-i İmrân Sûresi: 3:146.)

5- "Ben derdimi de, üzüntümü de ancak Allah'a şikâyet ederim dedi." (Yusuf Sûresi: 12:86.)