“ Bismillâhirrahmânirrahim..”
132 - *SEYYİD-ÜL KEVNEYN* *(A.S.M)*
Anlamı: İki âlemin efendisi olan Hz.
Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm.
“Allahumme ila habibike Muhammedin
siracinnuri kalbi harabi musveddi vennadimu Biadedi tarafati uyuni tebki me'al
mahzunine Vel muhibbine Vel memnunine
vel mesrurine Salli aleyhi ve sellim “ Âmîn
*BU İSMİN/SIFATIN HAKİKATİNE DAİR;*
*Bismillâhirrahmânirrahîm*,
İ’lem eyyühe’l-aziz! Kâinat bir
şeceredir. Anâsır onun dallarıdır. Nebatat yapraklarıdır. Hayvanat onun
çiçekleridir. İnsanlar onun semereleridir. Bu semerelerden en ziyadar, nurlu,
ahsen, ekrem, eşref, eltaf Seyyidü’l-Enbiyâ ve’l-Mürselîn, İmâmü’l-Müttakîn,
Habîbi Rabbü’l-Âlemîn Hazret-i Muhammed’dir.
Mesnevi-i Nuriye
… Bu Kâinat Sahibinin tezahür-ü
rububiyetine ve sermedî ulûhiyetine ve nihayetsiz ihsanatına küllî bir ubûdiyet
ve tanıttırmakla mukabele eden Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm, bu kâinatta
güneşin lüzumu gibi elzemdir ki, nev-i beşerin üstad-ı ekberi ve büyük
peygamberi (a.s.m.) ve Fahr-i Âlem ve “Eğer sen olmasaydın kâinatı
yaratmazdım.” hitabına mazhar
ve hakikat-i Muhammediyesi hem sebeb-i hilkat-i âlem, hem neticesi ve en
mükemmel meyvesi olduğu gibi, bu kâinatın hakikî kemâlâtı ve sermedî bir
Cemîl-i Zülcelâlin bâki âyineleri ve sıfatlarının cilveleri ve hikmetli
ef’âlinin vazifedar eserleri ve çok mânidar mektupları olması ve bâki bir âlemi
taşıması ve bütün zîşuurların müştak oldukları bir dâr-ı saadet ve âhireti
netice vermesi gibi hakikatleri, hakikat-ı Muhammediye (a.s.m.) ve risalet-i
Ahmediye ile tahakkuk ettiğinden, nasıl bu kâinat onun risaletine gayet
kuvvetli ve kat’î şehadet eder; öyle de, başta âlem-i İslâm, bütün beşer ve
bütün zîşuur, Cehennemden acı ve korkunç olan ademden, hiçlikten, idam-ı
ebedîden, fena-yı mutlaktan kurtulmak için, daimî aşk ve şevkle her zamanda ve
câmi’ mâhiyetinin bütün kuvvetleriyle, bütün istidadat lisanlarıyla bütün
dualar ve ibadetler ve ricalarının dilleriyle istedikleri hayat-ı bâkiyeyi
kuvvetli, kat’î beşaret veren risalet-i Ahmediye (a.s.m.) ve hakikat-i
Muhammediyeye (a.s.m.) şehadet edip nev-i beşerin medâr-ı iftiharı, eşref-i
mahlûkat olduğuna imza bastığı gibi, her zamanda üç yüz elli milyon ehl-i
imanın “Bir şeye sebep olan onu yapan gibidir.” sırrınca, hergün işledikleri
bütün hasenatlar ve hayırların bir misli Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâmın
defter-i hasenatına girmesi ve o tek şahsiyet-i Muhammediye (a.s.m.), yüzer
milyon, belki milyar âbid-i muhsin kadar küllî bir ubudiyete ve füyuzâtına
mazhar bir makam kazanması, o zâtın risaletine pek kuvvetli şehadet edip imza
basar…Şualar
…Eş’ıya Peygamberin kitabında, Kırk
İkinci Bâbında şu âyet vardır: “Hak Sübhânehu, âhirzamanda, kendinin
ıstıfâ-gerde ve bergüzidesi kulunu ba’s edecek ve ona, Ruhu’l-Emin Hazret-i
Cibril’i yollayıp din-i İlâhîsini ona talim ettirecek. Ve o dahi, Ruhu’l-Eminin
talimi vechile nâsa talim eyleyecek ve beynennâs hak ile hükmedecektir. O bir
nurdur, halkı zulümattan çıkaracaktır. Rabbin bana kablelvuku bildirdiği şeyi
ben de size bildiriyorum. Mu’cizat-ı
Ahmediye A.S.M
…Yine İncil-i Yuhanna, On Altıncı
Bab ve yedinci âyeti şudur: “Amma ben size hakkı söylüyorum. Benim gittiğim,
size faidelidir. Zira ben gitmeyince Tesellici size gelmez.” İşte, bakınız:
Reis-i Âlem ve insanlara hakikî teselli veren, Muhammed-i Arabî Aleyhissalâtü
Vesselâmdan başka kimdir? Evet, Fahr-i Âlem odur ve fâni insanları idam-ı
ebedîden kurtarıp teselli veren odur. Mu’cizat-ı Ahmediye A.S.M
… Hem o melek, cin ve beşerin
seyyidi olan zât, şu kâinat ağacının en münevver ve mükemmel meyvesi ve
rahmet-i İlâhiyenin timsali ve muhabbet-i Rabbâniyenin misali ve Hakkın en
münevver burhanı ve hakikatin en parlak sirâcı ve tılsım-ı kâinatın miftahı ve
muammâ-yı hilkatin keşşafı ve hikmet-i âlemin şârihi ve saltanat-ı İlâhiyenin
dellâlı ve mehâsin-i san’at-ı Rabbâniyenin vassâfı; ve câmiiyet-i istidat
cihetiyle, o zât mevcudattaki kemâlâtın en mükemmel enmuzecidir. Öyle ise, o
zâtın şu evsâfı ve şahsiyet-i mâneviyesi işaret eder, belki gösterir ki, o zât
kâinatın illet-i gaiyesidir. Yani, “O zâta şu kâinatın Hâlıkı bakmış, kâinatı
halk etmiştir. Eğer onu icad etmeseydi, kâinatı dahi icad etmezdi” denilebilir.
*SÜNNET-İ SENİYE NOKTASINDA BU İSİMDEN/SIFATTAN
HİSSEMİZ;*
Ey nefis! Az bir ömürde hadsiz bir
amel-i uhrevî istersen; ve herbir dakika-i ömrünü bir ömür kadar faideli görmek
istersen; ve âdetini ibadete ve gafletini huzura kalb etmeyi seversen, Sünnet-i
Seniyyeye ittibâ et. Çünkü, bir muamele-i şer’iyeye tatbik-i amel ettiğin
vakit, bir nevi huzur veriyor, bir nevi ibadet oluyor, uhrevî çok meyveler
veriyor.
Meselâ birşeyi satın aldın. İcab ve
kabul-ü şer’îyi tatbik ettiğin dakikada, o âdi alışverişin bir ibadet hükmünü
alır. O tahattur-u hükm-ü şer’î, bir tasavvur-u vahiy verir. O dahi, Şârii
düşünmekle, bir teveccüh-ü İlâhî verir. O dahi bir huzur verir. Demek, Sünnet-i
Seniyyeye tatbik-i amel etmekle, bu fâni ömür, bâki meyveler verecek bir
hayat-ı ebediyeye medar olacak olan faideler elde edilir.
“Siz de Allah’a ve Resulüne iman
edin ki, o ümmî peygamber de Allah’a ve Onun sözlerine iman etmiştir. Ve ona
uyun-tâ ki doğru yolu bulmuş olasınız.” A’râf Sûresi, 7:158 fermanını dinle. Şeriat ve Sünnet-i
Seniyyenin ahkâmları içinde cilveleri intişar eden Esmâ-i Hüsnânın herbir
isminin feyz-i tecellîsine bir mazhar-ı câmi’ olmaya çalış. Sözler