“ Bismillâhirrahmânirrahim..”
124 - *FERD-İ FERÎD* *(A.S.M)*
Anlamı: Eşi-benzeri olmayan Hz.
Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm.
Madem şu kâinatın Hâlıkı, her nevide
bir ferd-i mümtaz ve mükemmel ve câmi halk edip, o nev’in medar-ı fahri ve
kemâli yapar. Elbette, esmâsındaki İsm-i Âzam tecellîsiyle, bütün kâinata
nisbeten mümtaz ve mükemmel bir ferdi halk edecek.
Esmâsında bir İsm-i Âzam olduğu
gibi, masnuatında da bir ferd-i ekmel bulunacak ve kâinata münteşir kemâlâtı o
fertte cem edip kendine medar-ı nazar edecek.
O fert, herhalde zîhayattan
olacaktır. Çünkü envâ-ı kâinatın en mükemmeli zîhayattır. Ve herhalde, zîhayat
içinde o fert zîşuurdan olacaktır.
Çünkü, zîhayatın envâı içinde en
mükemmeli zîşuurdur. Ve herhalde, o ferd-i ferid, insandan olacaktır. Çünkü,
zîşuur içinde hadsiz terakkiyâta müstaid, insandır.
Ve insanlar içinde, herhalde o fert
Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm olacaktır. Çünkü, zaman-ı Âdem’den şimdiye
kadar hiçbir tarih, onun gibi bir ferdi gösteremiyor ve gösteremez.
Zira, o zât, küre-i arzın yarısını
ve nev-i beşerin beşten birisini saltanat-ı mâneviyesi altına alarak, bin üç
yüz elli sene kemâl-i haşmetle saltanat-ı mâneviyesini devam ettirip, bütün
ehl-i kemâle, bütün envâ-ı hakaikte bir üstâd-ı küll hükmüne geçmiş.
Dost ve düşmanın ittifakıyla,
ahlâk-ı hasenenin en yüksek derecesine sahip olmuş; bidâyet-i emrinde, tek
başıyla bütün dünyaya meydan okumuş; her dakikada yüz milyondan ziyade
insanların vird-i zebânı olan Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyânı göstermiş bir zât, elbette
o ferd-i mümtazdır, ondan başkası olamaz. Bu âlemin hem çekirdeği, hem meyvesi
odur. Mektubat
*BU İSMİN/SIFATIN HAKİKATİNE DAİR;*
Arkadaş! O hatib-i mürşidden
gördüğün, işittiğin kâfidir. Çünkü ahvalini tamamıyla ihâta etmek mümkün
değildir. Öyleyse, ondan sonra gelen asırların o zâttan aldıkları feyizlere
dikkat etmek üzere geri dönelim. Bak, arkadaş! Bütün bu asırlar o Asr-ı
Saadetin güneşinden Ebû Hânife, Şâfiî, Ebû Yezid, Cüneyd-i Bağdadî,
Abdülkadir-i Geylânî, İmam-ı Gazalî, Muhyiddin-i Arabî, Ebû Hasen-i Şâzelî,
Şah-ı Nakşibend, İmam-ı Rabbânî (radiyallâhü anhüm ecmaîn) gibi binlerce nurânî
ziyâdar yıldızlar ayrılıp âlem-i beşeri tenvir etmişlerdir.
Meşhudatımızın tafsilâtını başka
vakte tehir ederek, mu’cizat sahibi o zât-ı nurânî Aleyhissalâtü Vesselâma bir
salât ü selâm getirelim.
“ Salât ve selâm o nurânî zâta olsun
ki, o zât, Rahmân ve Rahîm’den ve Arş-ı Âzamdan gelen Furkân-ı Hakîmin
kendisine indiği Efendimiz Muhammed’dir. Ümmetinin iyilikleri sayısınca milyonlar
salât ve milyonlar selâm üzerine olsun. Risaleti Tevrat, İncil ve Zebur’da
müjdelenen; nübüvveti irhâsatla, cinlerin hâtifleriyle, insanlık âleminin
evliyalarıyla, beşer kâhinleriyle müjdelenen; bir işaretiyle ay’ı parçalayan
Efendimiz Muhammed’e, ümmetinin nefesleri sayısınca milyonlar salât ve selâm
olsun. Davetine ağaçların koşup geldiği, duâsıyla yağmurun hemen iniverdiği,
sıcaktan korumak için bulutların ona gölge yaptığı, bir ölçek yemeğiyle
yüzlerce insanın doyduğu, parmaklarının arasından üç defa kevser gibi suların
çağladığı, onun hürmetine Allah’ın, kertenkeleyi, ceylânı, ağaç kütüğünü,
zehirli keçinin kolunu, deveyi, dağı, taşı ve toprağı konuşturduğu, Miracın
sahibi olan ve gözü asla şaşmayan o büyük miraç mu’cizesinde rüyetullaha mazhar
olan Efendimiz ve Şefaatçimiz Muhammed’e, Kur’ân’ın ilk inmeye başladığı andan
zamanın sonuna kadar onu okuyan her bir okuyucunun okuduğu her bir kelimenin
hava dalgalarının âyinelerinde Rahmân’ın izniyle yansıyan bütün kelimelerinin
bütün harfleri sayısınca, milyonlar salât ve selâm olsun. Bütün bu
salâvatlardan her biri hürmetine bizi bağışla, ey İlâhımız, bize merhamet et.
Âmin. “
Arkadaş! Risalet-i Ahmediyeyi ispat
eden deliller pek büyük bir yekûn teşkil ediyor. On Dokuzuncu Söz namındaki
risalemde o delillerden bir kısmı zikredilmiştir. O zâtın izhar ettiği bine
yakın mu’cizeleriyle Yirmi Beşinci Söz namındaki eserimde tafsil edilen kırk
vech-i i’câza bâliğ olan Kur’ân, risalet-i Ahmediyeye (a.s.m.) şehadet ettiği
gibi, bu kâinat da âyâtıyla o zâtın nübüvvetine delâlet eder. Evet, kâinatta
yazılan sayısız âyetler Zât-ı Ehadin vahdaniyetine şehadet ettikleri gibi,
risalet-i Ahmediyeye de (a.s.m.) delâlet ve şehadet ederler.
Ezcümle: Kâinatta görünen hüsn-ü
san’at dahi risalet-i Ahmediyeye (a.s.m.) delâlet ve şehadet eden kat’î bir
delildir. Zira, şu ziynetli masnuatın cemâli, hüsn-i san’at ve ziyneti izhar
eder. San’at ve suretin güzelliği, Sânide güzelleştirmek ve ziynetlendirmek
isteği mevcut olduğuna delâlet eder. Güzelleştirmek ve zînetlendirmek sıfatları,
Sâniin san’atına olan muhabbetine delâlet eder. Bu muhabbet ise, masnuatın en
ekmeli insan olduğuna delildir. Çünkü o muhabbetin mazhar ve medarı insandır.
İnsan dahi masnuatın en câmi ve en garibi olduğundan, şecere-i hilkate bir
semere-i şuuriyedir. İnsan bir semere gibi olduğu cihetle kâinatın eczası
arasında en câmi ve baîd bir cüzdür. İnsan zîşuur ve câmi olduğu cihetle,
nazarı âmm, şuuru küllî olur. Nazarı âmm olduğundan şecere i hilkati tamamıyla
görür, şuuru da küllî olduğundan, Sâniin makasıdını bilir. Öyleyse, insan
Sâniin muhatab-ı hâssıdır.
Evet, âmm ve şumullü olan nazar ve
şuurunu Sâniin ibadetine ve muhabbetine sarf ve san’atını istihsan, takdir ve
teşhirine tevcih ve nimetlerinin şükrüne istimal eden bir fert, verdiği
nimetlere karşı şükür isteyen ve yarattığı mahlûkatı ibadete, şükre davet eden
Sâniin has muhatap ve habibidir.
Ey insanlar! Zikredilen ahval ve
şuûnatla muttasıf olan Hazret-i Muhammed’in (a.s.m.), Sâniin o ferd-i ferid
dediğimiz muhatab-ı hassı olmamasına imkân var mıdır? Ve tarihinizin gösterdiği
nev-i beşerden en büyük insanlar arasında, bu makama daha lâyık diğer bir şahıs
var mıdır? Mesnevi-i
Nuriye / Reşhalar
*SÜNNET-İ SENİYE NOKTASINDA BU
İSİMDEN/SIFATTAN HİSSEMİZ;*
Bilirsiniz ki, Hazret-i Ali (r.a.),
o mucizevâri kerametiyle ve Hazret-i Gavs-ı Âzam (k.s.) o harika keramet-i
gaybiyesiyle, sizlere bu sırr-ı ihlâsa binaen iltifat ediyorlar.
Ve himayetkârâne teselli verip
hizmetinizi mânen alkışlıyorlar. Evet, hiç şüphe etmeyiniz ki, bu teveccühleri
ihlâsa binaen gelir. Eğer bilerek bu ihlâsı kırsanız, onların tokadını
yersiniz. Onuncu Lem’adaki şefkat tokatlarını tahattur ediniz.
Böyle mânevî kahramanları arkanızda
zahîr, başınızda üstad bulmak isterseniz, “Başkalarını kendi nefislerine tercih ederler.” Haşir Sûresi, 59:9. sırrıyla
ihlâs-ı tâmmı kazanınız. Kardeşlerinizin nefislerini nefsinize şerefte,
makamda, teveccühte, hattâ menfaat-i maddiye gibi nefsin hoşuna giden şeylerde
tercih ediniz….. Lem’alar
…Ey benimle beraber Hazret-i Şeyhin (Gavs-ı
Âzam Abdülkâdir Geylânî (K.S) teveccüh ve duasına mazhar kardeşlerim! Şu
Üstadımız, bizi istikbalde adem zulümatı içinde düşünüp bizimle meşgul olurken,
biz o mâzide mevcud ve nur perdeleri içinde üstadımızı ve üstadımızın üstadı ve
ceddi olan Fahrü’l-Âlemin Aleyhissalâtü Vesselâm Efendimizin teveccühlerinden
gaflet etmek, onlara istinad etmemek lâyık mıdır? Madem onlar bizi
düşünüyorlar; biz de bütün kuvvet ve ruhumuzla onlara itimad edip ve emirlerine
bilâ kayd ü şart itâat etmeliyiz.
Cem-i kutbiyet ve ferdiyet ve
gavsiyet
İle üç sütun üzerinde durur.
Râyet-i ulviyet-i Şeyh-i hakkanîdir
hitab-ı Abdülkadir.
İlham-ı Hüdâ, kitab-ı Abdülkadir.
Bâzü’l-eşheb ferd-i ferîd-i deveran.
Gavs-ı Âzam Cenâb-ı Abdülkadir.
Said Nursî