“ Bismillâhirrahmânirrahim..”
117 - *BU KÂİNATIN SAHİBİ’İN (C.C) LÜTF-U
RAHMETİNİN BİR PARLAK MİSALİ* *(A.S.M)*
Anlamı: Bu kâinat sahibin iyilik ve ihsanının,
her şeyi kaplamış şefkat ve merhametinin, ışıldayan, parıldayan bir örneği olan
Hz. Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm.
… Ve bu kâinatın Sahibi (celle
celâluhu) o şahsiyet-i mâneviye-i Muhammediyeyi (a.s.m.) saltanat-ı rububiyetine
bir yüksek dellâl ve kâinat tılsımının ve hilkat muammasının bir doğru keşşafı
ve lütuf ve rahmetinin bir parlak misali ve şefkat ve muhabbetinin bir beliğ
lisanı ve âlem-i bâkideki hayat-ı daime ve saadet-i ebediyenin en kuvvetli
müjdecisi ve elçilerinin en son ve en büyük bir resul eylemiş.
Acaba bu mahiyetteki bir hakikate
kanaat etmeyen veya ehemmiyet vermeyen, ne derece hasâret ve hata ve belâhet ve
cinayet ettiğini kıyas edilsin!
İşte, namazdaki Fâtiha, nasıl İkinci
Kısımda işârâtıyla, teşehhüdde “Allah’tan başka ilâh olmadığına şehadet ederim.”
taki hakikat-ı tevhid dâvâsına kat’î
hüccetleri gösterir, hadsiz imzalar basar; bu Üçüncü Kısımda dahi yine
teşehhüdde “Ve Muhammed’in (a.s.m.) Allah’ın resulü olduğuna şehadet ederim.”
ta hakikat-i risalet dâvâsına
kuvvetli şahitleri getirip nihayetsiz tasdik imzalarını bastırır.
Yâ Erhamerrâhimîn, bu Resul-i
Ekremin (a.s.m.) hürmetine, bizi onun şefaatine mazhar ve sünnetinin ittibaına
muvaffak ve dâr-ı saadette onun âl ve ashâbına komşu eyle! Âmin, âmin, âmin.
*Allahım, ona ve âl ve ashabına,
okunan ve yazılan bütün Kur’ân harfleri adedince salât ve selâm et*.
“Seni her türlü noksandan tenzih
ederiz. Senin bize öğrettiğinden başka bilgimiz yoktur. Sen herşeyi hakkıyla
bilir, her işi hikmetle yaparsın.” Bakara Sûresi, 2:32.
*BU İSMİN/SIFATIN HAKİKATİNE DAİR;*
… Hem madem bu kadar gösterdiği
âsâr-ı Lütuf ve merhamet ve garaib-i san’at ile zîşuura kendini tanıttırmak ve
sevdirmek ister. Elbette, zîşuurlardan arzularını ve onlardaki marziyâtı ne
olduğunu, bir mübelliğ vasıtasıyla bildirecektir.
Öyle ise, zîşuurlardan birisini
tayin edip onunla o rububiyetini ilân edecektir. Ve sevdiği san’atlarını teşhir
için, bir dellâlı kurb-u huzuruna müşerref edip teşhire vasıta edecektir. Ve o
ulvî makàsıdını sair zîşuurlara bildirmekle kemâlâtını izhar etmek için
birisini muallim tayin edecektir. Ve şu kâinatta derc ettiği tılsımı ve şu
mevcudatta gizlediği muammâ-i rububiyeti mânâsız kalmamak için, herhalde bir
rehber tayin edecektir. Ve gösterdiği ve enzârın temâşâsına neşrettiği
mehâsin-i san’at faidesiz ve abes kalmamak için, onlardaki makàsıdı ders
verecek bir rehber tayin edecektir. Hem marziyâtını zîşuurlara tebliğ etmek
için, birisini bütün zîşuurların fevkinde bir makama çıkaracak ve marziyâtını
ona bildirecek, onlara gönderecektir.
Madem hakikat ve hikmet böyle iktiza
ediyor. Ve şu vezâife en elyak Hazret-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâmdır.
Çünkü, bilfiil, en mükemmel bir surette o vazifeleri yapmıştır. Teşkil ettiği
âlem-i İslâm ve gösterdiği nur-u İslâmiyet, bir şahid-i âdil ve sadıktır. Öyle
ise, o Zât, doğrudan doğruya, bütün kâinatın fevkine çıkıp, bütün mevcudattan
geçip, bir makama girmek lâzımdır ki, bütün mahlûkatın Hâlıkı ile umumî, ulvî,
küllî bir sohbet etsin. İşte, Mirac dahi bu hakikati ifade ediyor. Sözler
*SÜNNET-İ SENİYE NOKTASINDA BU
İSİMDEN/SIFATTAN HİSSEMİZ;*
Ey hadsiz acz ve nihayetsiz fakr
içinde yuvarlanan bîçare insan! Rahmet ne kadar kıymettar bir vesîle ve ne
kadar makbul bir şefaatçi olduğunu bununla anla ki: O rahmet, öyle bir Sultan-ı
Zülcelâle vesîledir ki, yıldızlarla zerrât beraber olarak kemâl-i intizam ve
itaatle, beraber, ordusunda hizmet ediyorlar. Ve o Zât-ı Zülcelâlin ve o
Sultan-ı Ezel ve Ebedin istiğnâ-i zâtîsi var; ve istiğnâ-i mutlak içindedir.
Hiçbir cihetle kâinata ve mevcudâta ihtiyacı olmayan bir Ganî-i Alelıtlaktır.
Ve bütün kâinat taht-ı emir ve idaresinde ve heybet ve azameti altında nihayet
itaatte, celâline karşı tezellüldedir.
İşte, rahmet seni, ey insan, o
Müstağnî-i Alelıtlakın ve Sultan-ı Sermedînin huzuruna çıkarır ve Ona dost
yapar ve Ona muhatap eder ve sevgili bir abd vaziyetini verir. Fakat, nasıl sen
güneşe yetişemiyorsun, çok uzaksın, hiçbir cihetle yanaşamıyorsun; fakat
güneşin ziyâsı, güneşin aksini, cilvesini senin aynan vâsıtasıyla senin eline
verir. Öyle de, o Zât-ı Akdese ve o Şems-i Ezel ve Ebede biz çendan nihayetsiz
uzağız, yanaşamayız; fakat Onun ziyâ-i rahmeti Onu bize yakın ediyor.
İşte, ey insan! Bu rahmeti bulan,
ebedî tükenmez bir hazîne-i nur buluyor. O hazîneyi bulmanın çaresi, rahmetin
en parlak bir misâli ve mümessili ve o rahmetin en beliğ bir lisânı ve dellâlı
olan ve Rahmeten li’l-âlemîn ünvânıyla Kur’ân’da tesmiye edilen Resûl-i Ekrem
Aleyhissalâtü Vesselâmın sünnetidir ve tebâiyetidir. Ve bu Rahmeten li’l-âlemîn
olan rahmet-i mücessemeye vesîle ise, salâvâttır.
Evet, salâvâtın mânâsı rahmettir. Ve
o zîhayat mücessem rahmete rahmet duâsı olan salâvât ise, o Rahmeten
li’l-âlemînin vüsûlüne vesîledir. Öyle ise, sen, salâvâtı kendine o Rahmeten
li’l-âlemîne ulaşmak için vesîle yap ve o zâtı da rahmet-i Rahmâna vesîle
ittihaz et. Umum ümmetin, Rahmeten li’l-âlemîn olan Aleyhissalâtü Vesselâm
hakkında, hadsiz bir kesretle rahmet mânâsıyla salâvât getirmeleri, rahmet ne
kadar kıymettar bir hediye-i İlâhiye ve ne kadar geniş bir dairesi olduğunu
parlak bir sûrette ispat eder.
Elhâsıl: Hazîne-i rahmetin en
kıymettar pırlantası ve kapıcısı zât-ı Ahmediye Aleyhissalâtü Vesselâm olduğu
gibi, en birinci anahtarı dahi ‘Bismillâhirrahmânirrahîm’dir. Ve en kolay bir anahtarı da salâvâttır.
Allah’ım!
"Bismillâhirrahmânirrahîm"in sırları hürmetine, âlemlere rahmet olarak
gönderdiğin zâta ve onun bütün âl ve asâbına, Senin rahmetine ve onun hürmetine
yaraşır şekilde salât ve selâm eyle. Bize de, Senden başka, hiçbir mahlûkunun
merhametine ihtiyaç bırakmayacak bir şefkat ve rahmetle merhamet eyle. Amin.
“Seni her türlü noksandan tenzih
ederiz. Senin bize öğrettiğinden başka bilgimiz yoktur. Sen herşeyi hakkıyla
bilir, her işi hikmetle yaparsın.” Bakara Sûresi, 2:32.
… Evet sevgili Üstadımız, bütün
talebeleriniz hep birden diyorlar: Liyakatsizliğimiz, hiçliğimizle beraber sâfiyane
istihdam edildiğimiz bu hizmet-i Nuriyede bedi’ bir Üstada hem talebe, hem
kâtip, hem muhatap, hem nâşir, hem mücahid, hem halka nâsih, hem Hakka âbid
olmak gibi cihandeğer güzelliklerin hepsini birden bize veren Hazret-i Allah’a
ne kadar şükretsek azdır. Ve bu yapmak istediğimiz şükürler dahi, Hâlıkımızın
fazlıyla kalbimize gelen bir ihsan olduğunu tahattur eden biz talebelerinizin
kalblerini sürur ve sevinç dolduruyor. Mâsum Nursluların Üstadımızın
küçüklüğünde geçirdikleri hayatın müteşekkirâne bir tarzı, hal ve etvarımızda
okunuyor. Hudutsuz şükürler, nihayetsiz senâlar olsun o Zât-ı Zülcelâle ki,
bizleri cehl-i mutlak derelerinden, isyan ve küfran bataklıklarından lütuf ve
keremiyle çıkarıp, gözleri kamaştıran en parlak bir Nur’a talebe etmiştir.
Hüsrev R.H