“ Bismillâhirrahmânirrahim..”
90 - *MEVCUDATIN EN BÜYÜK KUMANDANI*
*(A.S.M)*
Anlamı: Tüm varlıkların
vazifelerindeki hikmete hâkim, mahiyetlerindeki özellikleri bilen,
mazhariyetlerini müşahede eden, ubudiyetlerine şahit, tahiyyat hakikati ile ibadetlerini, şükürlerini, tesbihlerini,
tazimlerini, onlar namına kendi rütbe-i âlisiyle Allah’a CC takdim eden, Hz.
Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm.
….Evet, nasıl ki, Resul-i Ekrem
aleyhissalâtü vesselâm “ettahiyyat”kelimesiyle bütün zîhayatın ibâdât-ı
fıtrîyelerini niyet edip takdim ediyor…Şualar
*BU İSMİN/SIFATIN HAKİKATİNE DAİR;*
…Cenâb-ı Hak, hazine-i gaybdan bir
sâ' taamdan bin adama ziyafet veriyor. Hem susuz kalmış mücahid bir orduya,
kumandan-ı âzamın parmaklarından âb-ı kevser gibi su akıttırıp içiriyor…Mu’cizat-ı
Ahmediye A.S.M
… Eğer denilirse: Resul-i Ekrem aleyhissalatü vesselâm madem Habib-i
Rabbü'l-Âlemîndir.Hem elindeki hak ve lisanındaki hakikattir.Ve ordusundaki askerlerin
bir kısmı melâikedir.Ve bir avuç su ile bir orduyu sular.Ve dört avuç buğday ve
bir oğlağın etiyle bin adamı doyuracak bir ziyafet verir.Ve küffar ordusunun
gözlerine bir avuç toprak atmakla, o bir avuç topraktan her küffârın gözüne bir
avuç toprak girmesiyle onları kaçırır.Ve daha bunun gibi bin mu'cizat sahibi
olan bir kumandan-ı Rabbânî, nasıl oluyor da Uhud'un nihayetinde ve Huneyn'in
bidâyetinde mağlûp oluyor?
Elcevap: Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü
Vesselâm, nev-i beşere muktedâ ve imam ve rehber olarak gönderilmiştir. Tâ ki,
o nev-i insanî, hayat-ı içtimaiye ve şahsiyedeki düsturları ondan öğrensin ve
Hakîm-i Zülkemâlin kavânin-i meşietine itaate alışsınlar ve desâtir-i hikmetine
tevfik-i hareket etsinler. Eğer Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm hayat-ı
içtimaiye ve şahsiyesinde daima harikulâdelere ve mucizelere istinad etseydi, o
vakit imam-ı mutlak ve rehber-i ekber olamazdı.
İşte bu sır içindir ki, yalnız
dâvâsını tasdik ettirmek için, ara sıra, indelhâce, münkirlerin inkârını kırmak için mucizeler gösterirdi.
Sair vakitlerde nasıl ki herkesten ziyade evâmir-i İlâhiyeye itaat etmiştir;
öyle de, hikmet-i Rabbâniye ile ve meşiet-i Sübhâniye ile tesis edilen
âdetullah kavâninine herkesten ziyade mürâat ve itaat ederdi. Düşmana karşı
zırh giyerdi, "Sipere giriniz" emrederdi. Yara alırdı, zahmet
çekerdi.Tâ, tamamıyla hikmet-i İlâhiye kanununa ve kâinattaki şeriat-ı fıtriye-i
kübrâya mürâat ve itaati göstersin….Lem’alar
Hem hiç mümkün müdür: Bir Sâni
san'atını sever, beğendirmek ister, hattâ ağızların bin çeşit zevklerini nazara
alması delâletiyle, takdir ve tahsinlerle karşılanmak arzu eder ve her bir
san'atıyla kendini hem tanıttırmak, hem sevdirmek, hem bir çeşit mânevî
cemâlini göstermek ister bir tarzda bu kâinatı antika san'atlarla süslendirdiği
halde kâinattaki zîhayatın kumandanları olan insanlara onların büyüklerinden
bir kısmıyla konuşup elçi olarak göndermesin; güzel san'atları takdirsiz ve
fevkalâde hüsn-ü esmâsı tahsinsiz ve tanıttırması ve sevdirmesi mukabelesiz
kalsın? Hâşâ, yüz bin hâşâ!
Hem bütün zîhayatın ihtiyacat-ı
fıtriyeleri için dualarına ve hâl diliyle edilen bütün ilticalara ve arzulara
vakti vaktine, kast ve ihtiyar ve iradeyi gösterir bir tarzda hadsiz
in'âmlarıyla ve nihayetsiz ihsanatıyla fiilen ve halen sarih bir surette
konuşan bir Mütekellim-i Alîm, hiç mümkün müdür, hiç akıl kabul eder mi, en
cüz'î bir zîhayat ile fiilen ve halen konuşsun ve tam derdine derman yetiştiren
ihsanıyla derdini dinlesin ve ihtiyacını görsün ve bilsin; ve bütün kâinatın en
müntehap neticesi ve arzın halifesi ve ekser mahlûkat-ı arziyenin kumandanları
olan insanların mânevî reisleriyle görüşmesin? Onlarla, belki her zîhayatla
fiilen ve halen konuştuğu gibi, onlarla kavlen ve kelâmen konuşmasın ve onlara
fermanları ve suhuf ve kitapları göndermesin? Hâşâ, hadsiz hâşâ!
Demek, iman-ı billâh, kat'iyetiyle
ve hadsiz hüccetleriyle ve bikütübihî ve rusülihî, yani peygamberlere ve
mukaddes kitaplara imanı ispat eder.
Hem hiç bir cihet-i imkânı var mı ve
hiç akıl kabul eder mi ki, bütün masnuatıyla kendini tanıttırana ve sevdirene
ve teşekküratı fiilen ve halen isteyene mukàbil, kâinatı velveleye veren
hakikat-i Kur'âniye ile Zülcelâl o San'atkârı ekmel bir tarzda tanıyıp ve
tanıttırıp ve sevip ve sevdirip ve teşekkür edip ve ettirip ve Sübhânallah,
Elhamdü lillâh, Allahu ekber'lerle küre-i arzı semâvâta işittirecek derecede
konuşturup ve kara ve denizleri cezbeye getirecek bir vaziyetle, bin üç yüz
sene zarfında nev-i beşerin kemiyeten beşten birisini ve keyfiyeten ve
insaniyeten yarısını arkasına alıp o Hâlıkın bütün tezahürat-ı rububiyetine
geniş ve küllî bir ubudiyetle mukabele eden ve bütün makàsıd-ı İlâhiyesine
karşı Kur'ân'ın sûreleriyle kâinata ve asırlara bağıran, ders veren, dellâllık
eden ve nev-i insanın şerefini ve kıymetini ve vazifesini gösteren ve bin mu'cizatıyla
tasdik edilen Muhammed aleyhissalâtü vesselâm, en müntehap mahlûku ve en
mükemmel elçisi ve en büyük resûlü olmasın? Hâşâ ve kellâ, yüz bin defa
hâşâ!....Şualar
*SÜNNET-İ SENİYE NOKTASINDA BU
İSİMDEN/SIFATTAN HİSSEMİZ;*
…Hem insan ibadet için halk
olunduğunu, fıtratı ve cihazât-ı mâneviyesi gösteriyor. Zira hayat-ı
dünyeviyesine lâzım olan amel ve iktidar cihetinde en ednâ bir serçe kuşuna
yetişmez. Fakat hayat-ı mâneviye ve uhreviyesine lâzım olan ilim ve iftikar ile
tazarru ve ibadet cihetinde hayvanâtın sultanı ve kumandanı hükmündedir.
Demek, ey nefsim, hayat-ı
dünyeviyeyi gaye-i maksat yapsan ve ona daim çalışsan, en ednâ bir serçe
kuşunun bir neferi hükmünde olursun. Eğer hayat-ı uhreviyeyi gaye-i maksat
yapsan ve şu hayatı dahi ona vesile ve mezraa etsen ve ona göre çalışsan, o
vakit hayvanâtın büyük bir kumandanı hükmünde ve şu dünyada Cenâb-ı Hakkın
nazlı ve niyazdar bir abdi, mükerrem ve muhterem bir misafiri olursun….Sözler
İşte sana iki yol — istediğini
intihâp edebilirsin. Hidayet ve tevfiki Erhamü'r-Râhimînden iste…Sözler
………..Aynen öyle de, âciz bir abd,
namazında "Ettahiyyâtü lillâh" der. Yani, "Bütün mahlûkatın
hayatlarıyla Sana takdim ettikleri hediye-i ubûdiyetlerini, ben kendi hesabıma,
umumunu Sana takdim ediyorum. Eğer elimden gelseydi, onlar kadar tahiyyeler
Sana takdim edecektim. Hem Sen onlara, hem daha fazlasına lâyıksın." İşte
şu niyet ve itikad, pek geniş bir şükr-ü küllîdir…Sözler