20.10.16

HARB-İ İKTİSADÎ...

Bediüzzaman Said Nursî, İstanbul'da çok hareketli bir siyasî hayat yaşıyor, cemiyetlere üye oluyor, gazetelere makale yazıyor, konferanslara ve toplantılara katılıyor, kendisine yakın bulduğu topluluklara nasihat ediyordu. Yine bir gün Şehzadebaşı'ndaki Ferah Tiyatrosu'nda Ahrardan Mizan gazetesi başyazarı Murat Bey'in bir konferansı sırasında İttihatçılar bir kargaşa çıkarmış ve Murat Bey'i vurmaya teşebbüs edecek kadar ileri gitmişlerdi. Kargaşanın kötü sonuçlar doğuracağını gören Said Nursî, oturduğu iskemlenin üstüne çıkarak, fikre saygı gösterilmesi ve hatibin dinlenmesi gerektiğini anlatıp, salondaki heyecanı yatıştırmış ve büyük bir kavgayı önlemişti.

O dönem İstanbul'u, birçok siyasî ve sosyal olaylarla kaynıyordu. Hamalların, İttihatçılara ve Meşrutiyete karşı bir ekonomik engelleme hareketi olarak başlattıkları boykot da bu olaylardan biriydi. Böyle hareketli bir ortamda, İstanbul'da yaşayan ve hamallık yapan Kürtlerin kandırılarak siyasî ve anarşik olayların içine çekilmesinden endişe eden Said Nursî, hamalların yoğun olarak bulunduğu yerleri, özellikle kahvehaneleri gezerek onlara meşrutiyeti anlatıyor ve boykotu o sıralarda Bosna-Hersek'i ilhak eden Avusturya'nın mallarına karşı yapmalarını tavsiye ediyordu. Bu görüşmeler sonucunda hamallar ikna olarak boykotlarını yalnızca Avusturya mallarına karşı uygulamışlardı. Böylelikle Bediüzzaman, hem çıkması beklenen muhtemel anarşiyi önlemiş, hem de Avusturya mallarına karşı boykot başlatarak Osmanlı Devleti'nin devletlerarası politikada Avusturya'ya karşı mesafe kazanmasına öncülük etmişti.

Kaynak:Risale-i Nur Enstütüsü /Bediüzzaman Biyografisi


İşte o hammalların, Avusturya’ya karşı, benim gibi bütün Avrupa’ya karşı boykotları ve en müşevveş ve heyecanlı zamanlarda akılane hareketlerinde bu nasihatin tesiri olmuştur.


Bediüzzaman

Konunun dip notunda ise;

"Siz Avusturya’ya güya boykot yapıyorsunuz, hem onun gönderdiği kalpakları giyiyorsunuz. Ben ise, bütün Avrupa’ya boykot yapıyorum, onun için yalnız memleketimin maddî ve manevî mamülatını giyiyorum"
demiş.

Uyumayan düşman yazımızda değindiğimiz Avrupa dessas zalimleri, Asya münafıkları gibi, Âlem-i İslam’ın düşmanlarına karşı iktisadi bir boykotun tesirli bir direniş fikri olduğu hakkındaki kanaate devam etmek niyeti ile bu yazımıza devam ediyoruz.

Ayrıca bugün tüm dünyayı ekonomik gücü ile etki altına alan Çin’in Müslümanlara karşı olan zulüm ve işkencesi de göz ardı edilemez büyük bir cinayettir.Enterasan olan Uygur Müslümanlarını katl eden bu zalimler,İslami tüketim mallarını üretmekte dünya lideridir...Hac ve ümreden gelen takkelerimiz,otomatik zikir aletleri,seccadeler vs vs vs.......


Müminlerin inanmakla Allah tarafından ilan edilen üstünlüğü..ve imanın mizacında olan kardeşlerine karşı azami şefkat,düşmanlarına karşı korkusuzluk ve az kuvvetle galip kılınmak gibi ilahi destekler bugün bu şartlarda var olan ama ulaşılmazlık noktasında görmek mümkün.Fakat tevekkül ve mücadelenin kararlılığı bu potansiyel gücün,müminler açısından lehde bir inayete çevrilmesinin, Rahmeti İlahiyeden ümid edilmesi gayet haklı bir bekleyişi ifade edebilir.

Safların ayrışması cephelerinde belirginleşmesini gösterir.Ancak bugün bir sıraya gelmiş,aynı tezgaha konulmuş ve karakterleri bir biri içine girmiş,dahilde dal budak hatta kök salmış olan yapılanmayı ayrıştırmak ve genel anlamda bir cephe oluşturmak pek kolay görülmemektedir.

Ortada dem ve damarlara sirayet etmiş bir tiryakilik hükümferma olduğundan bu bağımlılıktan kurtulma azmini göstermek ve bir ulvi idealin dava kabul edilmesi ile Milliye-yi İslamiye ile hareket edebilmek gerçekten kahramanlıktır.

Kişisel kalite ölçülerimizde esas olduğundan burada yine aynı kıstasla ferdi olarak bir direnişi insan şahsi âleminde başarsa, Alem-i İslam kadar külli bir niyeti ve alemi asgarında ise o millet kadar küçük bir devleti islamiyeti barındırmış olur. O nedenle bu emperyalist, Siyonist güçlerle mücadele edilmez vehmini bir kenara bırakarak, hamiyeti milliye-yi diniye ile safını belli etmek noktasında bir keyfiyeti düşüncemize esas tutuyoruz.

Bediüzzaman’ın 1952 yılında Eşref Edip ile söyleşisi sırasında ifade ettiği;

"Bana ıztırap veren," dedi, "yalnız Islâmın mâruz kaldığı tehlikelerdir. Eskiden tehlikeler hariçten gelirdi; onun için mukavemet kolaydı. şimdi tehlike içeriden geliyor. Kurt, gövdenin içine girdi. şimdi, mukavemet güçleşti. Korkarım ki, cemiyetin bünyesi buna dayanamaz. Çünkü, düşmanı sezmez. Can damarını koparan, kanını içen en büyük hasmını dost zanneder. Cemiyetin basîret gözü böyle körleşirse, îman kalesi tehlikededir. Işte benim ıztırâbım, yegâne ıztırâbım budur. Yoksa, şahsımın mâruz kaldığı zahmet ve meşakkatleri düşünmeye bile vaktim yoktur. Keşke bunun bin misli meşakkate mâruz kalsam da, îman kalesinin istikbâli selâmette olsa!"

Yüz binlerce îmanlı talebeleriniz size âtî için ümit ve tesellî vermiyor mu?"

Evet, büsbütün ümitsiz değilim…

Dünya, büyük bir mânevî buhran geçiriyor. Mânevî temelleri sarsılan Garb cemiyeti içinde doğan bir hastalık, bir vebâ, bir tâun felâketi, gittikçe yeryüzüne dağılıyor. Bu müthiş sâri illete karşı İslâm cemiyeti ne gibi çarelerle karşı koyacak? Garbın çürümüş, kokmuş, tefessüh etmiş, bâtıl formülleriyle mi? Yoksa, İslâm cemiyetinin ter ü taze îman esaslarıyla mı? Büyük kafaları gaflet içinde görüyorum. Îman kalesini küfrün çürük direkleri tutamaz. Onun için, ben yalnız îman üzerine mesâimi teksif etmiş bulunuyorum.
"Risâle-i Nur'u anlamıyorlar yahut anlamak istemiyorlar. Beni skolastik bataklığı içinde saplanmış bir medrese hocası zannediyorlar. Ben, bütün müsbet ilimlerle, asr-ı hâzır fen ve felsefesiyle meşgul oldum. Bu hususta en derin meseleleri hallettim. Hattâ bu hususta da bâzı eserler telif eyledim. Fakat, ben öyle mantık oyunları bilmiyorum, felsefe düzenbazlıklarına da kulak vermem. Ben, cemiyetin iç hayatını, mânevî varlığını, vicdan ve îmânını terennüm ediyorum, yalnız Kur'ân'ın tesis ettiği Tevhid ve îman esâsı üzerinde işliyorum ki; İslâm cemiyetinin ana direği budur. Bu sarsıldığı gün, cemiyet yoktur.

Diyerek ruhundaki fevaranı ve hizmet-i diniye ve imaniyesinin çerçevesini gösteriyor.

Fakat ne yazık ki birçok insan bu önemli gelişmeyi, kanser gibi yayılan önemsizleştirme ve nazarı dünyaya çevirme strajesini kavrayamadı. Küfür, nefsin mahiyetinde olan peşincilik ve hazır lezzet tutkusunu güzel kullandı.
Modadan, yiyip içmeye, yiyip içmekten gezip tozmaya ve gezip tozmaktan bireysel yaşamın bencil dünyasına toplumu sürükledi.

Yaşlılar huzur evlerine,bayram günleri Kış aylarına denk geldiğinde Avrupa,yaz aylarına geldiğinde sahil kıyılarına seyahatler başladı.Oruç aylarının 2010-2013’lü yılları bu ayın hürmetini saymayan insanların aleni olarak baş kaldırışlarına sahne oldu.Camilerde içki içe bilme ve daha bir çok rezalete tevvesül edebilme isyanı kendini gösterir oldu.Bu ifadeler bir şikayeti dile getirmek maksadını gütmüyor..asıl ifade edilmek istenen Şeytan’ın Âdemoğluyla olan mücadelesinde ne kadar başarılı olduğuna dikkat çekmek.Ve kendi ordusuyla zayıf toplumlar ve Müslümanlar üzerindeki bombardımanında ne kadar etkili olduğunu göstermek.50-60 yıl önce Bediüzzaman’ın ifade ettiği dünyanın buhran geçiriyor olmasında nasibimizin ne kadar ziyade olduğunu bilmek.

Ülkemizdeki boşanmalar..Uyuşturucu kullanma yaşı..Hapishanelerin doluluk oranı..Suç çeşitliliğindeki artış..Dolandırıcılıklar..Organ mafyası..Tacizler..Anarşi..Her yıl artan intihar vakaları vs vs vs…

İnkişaf etmeyen ne? Yüz yıl önce yaşanmadığında gizlenmiş İslamiyet’in elimizden tutacak merhameti bugün de mi küsmüş durumda..?

Allah’tan hangi küresel mutluluğu ve saadeti bekleyebiliriz..dileklerimiz hakkında şefaatçi olarak sunabileceğimiz gözyaşı ve pişmanlıklarımız yeterli mi?

Dilerse bizi affedebilecek olan Allah bizi affetmeyi dileyebilir mi?

Bir diğer mana ile “İrade-i Külliye hangi İrade-i cüz’iye üzerine taalluk”edecek…

Yani ortaya koyulmuş, hamiyet, muavenet bekleyen bir irade var mı?

Yoksa sürekli bir ihtiyaç dairemiz var ve tüm himmetimiz o ihtiyaç dairesini kutsallaştırmak üzeremi hamiyetini göstermekte.
Önce can mı?
Eve lazım olan camiye haram mı?
Allah versin mi?
Bana dokunmayan yılanın bir hakkı hayatı var mı?
Bir haber programında saçlarını sarıya boyatmış bir genç kıza habercinin sorduğu neden sorusuna genç kızın verdiği cevap çok enteresandı..Şöyle demişti:

Özendik ve boyadık..sonra baktık ki bu biz olmuşuz…

Tüketim alışkanlıkları karakter oluşturmakta çok etkilidir. Az çok bir şeyler araştırma merakı olanlar bu bilgilere ulaşabilir. Geçen yazdığımız “su damlası” satırlarındaki ihtiyar hoca çocukların dışarıdan bir şey yemelerinin onların karakterleri üzerinde olumsuz etkilerine değinmiş ve besmeleyle hazırlanan yemeklerin mizaç üzerindeki olumlu etkisinin öneminden bahsetmişti…

Konumuza dönersek..bugün tüm İslam alemini tahripleriyle ele geçiren ve inleten ve siyasetlerini ele geçirdikleri ülkedeki kukla iktidarın zulümlerini besleyen ülkelerin asıl gücü dünya üzerinde hakim oldukları ekonomik baskı parasal güç iktidarıdır.

Oluşturdukları zaruret politikaları ve finansal sömürü ile iktisadi hayatın kontrolünü elde tutmaktadırlar.

Bireysel etkileşim olarak ve kısmen baktığımızda bile bu kültürün hayatın bütün alanlarına sirayet ettiği ve her şey bulaştığını görürüz.

Seyrettiğimiz sinemalar..özgürleşen kadınlar..asi gençler ve herkesçe malum olan çöküntü artık bacalarımıza sarmış durumda.

Hepimizin paçasını kaptırdığı bir banka..alışkanlık yaptığımız bir kafeterya..müptela olduğumuz bir online oyun..saatlerimizi geçirdiğimiz bir internet tarrakası..acı bir facebook,twetter davası vardır.

Ve bunun acısını hissedebilecek bir baskı onlarca teville tarafımızdan geçiştirilmiş veya geçiştirebilmemiz için organize edilmiştir.

Hepimiz iki satırda meramını anlatabilir bir duruma geldiğimiz gibi iki satırdan fazlasını okuma kabiliyet ve tahammülünü de kaybettik. Kelimelerimizi bize ait cümleleri yazdığımızda sistem onları hatalı kelimeler olarak gösteriyor. Ve uzun yazıların vurgusuzluğu sıkıcı bir durumda uzun konulara ilgiyi azaltıyor.Ve bunlara alıştık.Çünkü hızlı ve anlamsızca tüketmeli ve aynı anlamsızlıkla tüketilmeliydik.

Evet Dostlar! Kendi yaşamları için yaşamamıza izin veren ve sürek avı keyifleri için bizi öldüren bu zalimler topluluğuna karşı belki bugün siyaseten bir şey yapmak kolay bir şey değil veya siyasetin böyle bir düşüncesi olmayabilir.

Global politika ve karşılıklı çıkarlar dava misyonu olarak küresel arenada bir etkilik yapması söz konusu değildir vs vs vs. Dünyanın gelmiş olduğu süreç bazı ilahi yasaları çiğnemek noktasında ruhsatlar temin edebilir bu böyle gelip böyle gidebilir…

Ancak gerçek iman sahipleri için bu böyle değildir. Hakkın hatırı âlidir hiçbir hatıra vb. duruma feda edilmez.

İmandan medet alacak, İslam ahlakından beslenecek bir yapılanma idari noktada olmadığından küçücük bir cereyan menfi bir akımda siyaset ve kurumlar aciz kalmaktadır.
Agresif bir ahlak hareketi başlatma noktasında bir kararlılık ve strateji başı dik bir şekilde ortaya çıkamamaktadır..maalesef…

Çünkü halka olan güven siyasete olan güveni sarsacağından politika bu açık sözlülüğe yanaşmamaktadır.

Yani Dostlar! Hükümet hiçbir Çin malını, Fransız müskirini, İsveç çikolatası, ABD kolası, Yahudi bilmem nesini Boykot etmeyecek edemeyecektir. Dünya politikası ve siyasetin küresel ve hâkim baronları ipleri elinde tutmaktadır.

Ülke içerisinde olan ve bu pis ahlakı benimsemiş bazı firmalarında maalesef kontrolü yapılamamaktadır. Bu millete yedirmedikleri halt kalmayan yerli münafıklar ayrıca dikkat edilmesi gereken, kâfirlerden daha şiddetli, seciyesi bozuk, İslam ahlak zincirinden çıkmış şeytanlaşmış insanlarda vardır. Devlet bunlarla kalıcı bir şekilde mücadele edememektedir. Kontroller ve gerekli mevzuat ve düzenlemeler ne yazık ki yürütülememektedir. Çıkarılan kontrol ve denetim yasaları sürekli ötelenmekte, ceza ve yaptırımlar tarihi olan gelenekle sürekli pas geçilmektedir. Bu nedenle akıllı tüketim sadece, dinsiz imansızlara karşı değil, dinini ve imanını dünyaya satanlara karşıda geçerlidir.

Ancak ne olursa olsun..halk yani bizler sabretmeye ve vazgeçmeye karar verdiğimizde işte bunların buna karşı yapabilecekleri bir şey yoktur.Kimsenin burnunu sıkıp ağzını açtıramazlar.Rabbimizin Şeytana karşı “Senin benim ihlaslı kullarımın üzerinde bir etkin tesirin ve yaptırım gücün yoktur”meyanındaki ifadesi bunu isbat eden bir Rabbani kaynak olsa gerek.

Evet Dostlar! Kendi içimizde olan münafık sanayici ve üreticileri beslemeyeceğimiz gibi, dünyayı fesada vermiş, kana bulamış bu canavarların, kanımızı içerek bize sundukları şeyleri kullanmayalım.

Zaruri olmayan ihtiyaçları zaruri hale getirerek kurdukları imparatorluklara güç sağlamaya devam etmeyelim.

Alışkanlıklarımızı terk edelim. Değişimi kabul edelim. Allah’ın sevmediği müsrifliklerle ve bu bu müsrifliği düşmanlarımız elinden alarak yapmış olmayalım…

Kitaplara dokunalım..çok çok okuyalım..biraz fazla yürüyelim..yapay hiçbir şeyi tüketmeyelim..Dostlarımızı yüz yüze ziyaret edelim..dualarımızı tüm Alem-i İslâmı içine alacak şekilde genişletelim…Hayırlar kurtuluşlar temenni edelim.Bazı gecelerimizin yarılarını bu manevi mesaiye ayıralım.Ki Rabbimiz beklemek yüzümüzün olacağı günleri bize ihsan etsin diyebilelim…

El Hasıl..Bediüzzaman’ın ;

"Siz Avusturya’ya güya boykot yapıyorsunuz, hem onun gönderdiği kalpakları giyiyorsunuz. Ben ise, bütün Avrupa’ya boykot yapıyorum, onun için yalnız memleketimin maddî ve manevî mamülatını giyiyorum"

Boykotu nevinden yalnızca maddi manevi İslam memleketinin mamülatından istifade edelim…

Uyumayan Düşman...

Derdimiz büyük..devamızda…
Davamız büyük..iddiamızda…
Yolumuz belli..yolculuğumuzda…
Ancak yürünmüyor azizim..yürünemiyor bir türlü.Bin türlü telaşemiz var.
Ve içinde bulunduğumuz zaman ne kadar acayip..ve bunu da biliyoruz aslında..zaman ahir zamandır…
Neredeyse tüm kıyamet alametleri çıktı..bak bundan da haber vermişti..demişti..söylemişti diyoruz.

Günler belki çok inanan insan için yarın emelli geçiyor..belki çoğu için o yarın bile bir emel değil…Ve her gün yer yüzünden sürülen dörtyüzbin cenaze ile devri alem devam ederken sıramızı sanki hiçbir şeyin farkında olmayan koyunlar gibi bekliyoruz.Ecel acele gel ve al bizi…

Umuda dair tasavvur mu elimizde olan..yoksa ümit gelinliği giymiş gulyabani bir hayal mi?Acaba ummanın ferasete ait bir bakış açısı varmı?
Allah büyüktür derken bu büyüklükle ilgili sözün giydiği libas veya ekrana düşen Kibriya şahitliği nedir?

Mesela Hz. Muhammed (Al ve ashabına, ehli beytine, tabi olanlarına, sadıklarına, hâdimlerine, sur dibinde medfun olanlarına selam olsun)Hendek savaşı hazırlığında kazma sallarken, İslam’ın geleceği ile ilgili müjdeler vermiş…

Üstad Bediüzzaman şark illerinde aşiretler mabeyninde sürdürdüğü münazaralarda” zaman ahir zamandır gittikçe fenalaşacak”olan bir fikre muhalefet ederek..Neden herkese terakki dünyası olsunda bize tedenni dünyası olsun diyerek..hamiyetli bir nesle hitaben,hakimiyet-i diniye ve mehasini medeniyeyi hakikiyeye ait, orada ve değişik değişik yerlerde “sözlerini irad etmiş…
Veya İstanbula geldiğinde bir alimin”Avrupa ve Osmanlının”istikbaline dair sorduğu ufuk sorusuna tarihi cevap vererek Bediüzzaman ünvanına basireti ve ferasetiyle layık olduğu göstermiş…

Feleği okumak basiret işi..feraset işçiliği…
Düşmanı fark etmek..dostlara savunma temin etmek..müdafaa teçhizatı üretmek hepimizin anyalabileceği şeyler değil demek ki…
Yani bilsek ki..Avrupa dessas zalimleri,Asya münafıkları,İnsi ve cini şeytanlar el ele vererek,Şeytanın Allah’tan mühlet istediği ve kendisine mühlet verilen yoldan çıkarma imtihanı için,hiç yorulmadan,bir an bile vaz geçmeden,sürekli yeni yollar geliştirerek,insanı etki altına alacak,özendirme,müptela etme,korkutma,yıldırma,vehmini tahrik etme,hevalarını uyandırma vb..insanın helaketine sebep olabilecek her türlü çalışmayı yaptıklarını.
Yani Allah’a bana mühlet ver ben onlara değişik cihetlerinden yaklaşacağın ve yoldan çıkaracağım ve sen onları şükreder bulamayacaksın… Ve ona verilen mühlete ait gayretini elden hiç bırakmadığını…
Mesela bu mühlet meselesine biz şahit olsaydık..ve şeytanın bu sözüne karşı cevabımız ne olurdu?
Büyük ihtimalle “ey kovulmuş şeytan sen bizi Rabbimizin yolundan çevirmezsin” derdik..Her halde fıtratımıza tevdi edilen cihazatın yüksekli mücadeleye mümkün,ihanete uygun değildi ve ancak şeytanın safına bilerek geçen zümre insanlığını çoktan terk etmişti.
O nedenle Allah..sana tabi olanlarla seni cehenneme dolduracağım diyerek,samimi kullarını,yani kendilerine verilen emaneti basit bir hevese,bir oyuna bir zulme bağlamayanları kurtaracağını..şeytanın ağzına parmak çalarak kudurttuklarını ise onunla beraber gayet feci bir akıbete sürükleyeceğini söyledi.

Akla şöyle bir şey geliyor ki;Şeytan insan kadar Allah’a karşı isyan etmekte cesur değil..veya akıllı değil..İnsanın şeytanlaşmışları kadar Allah’a isyan edemez.Ve kendine tabi olanların daha çok Allah’tan korkar.Bununla ilgi bahisler Kur’anda bulunmaktadır.
Fakat insan şeytanın kulvar kenarından ona verdiği bayrağa sahip çıkarak o yarışı o kadar ileri götürür ki..şeytan onu ayakta alkışlar…İmrenir özenir…

Evet bugün dünya bu bayrak yarışının hızla koşulduğu bir alan durumunda.Şeytanın askerleri ağır silahları..hafif ama tesirli oyunlarıyla hiç durmadan Allah’a teslim olduklarını ifade eden ve şehadet getiren Müslümanların üzerinde kılıç sallıyorlar.
Ele ele verdikleri münafıklar ve o münafıkların kolayca aldattığı fasıklarla berber köşeye sıkışmış bu toplumu yaralıyorlar.
Ve biraz hamiyeti olanları ise çok kolay şekilde oyalıyorlar. Hiç aralarında kargaşa olmayan toplulukları vehmi bir tahrikle bir birini boğazlayabilir duruma getirebiliyorlar.

Meleklerin İnsan yaratıldığında Allah’a “yeryüzünde kan dökecek fesat çıkaracak bir şey yaratıyorsun”meyanında ki soru ve meraklarının çıkış kaynağı olarak gösterilen sebeplerden biri “insanın özelliklerine bakıp bu kanaate vardıkları ifade edilmiş” Şeytan da “ insana vakıf olduğundan onun cihazatını yanlış kullanmasıyla ortaya çıkacak dehşeti stratejisine konu yapmış ve planını bunun üzerinden yapılandırmış.

Yani insan kendine verilen ölçü ve cihazları fıtratı üzerine kullanırsa Allah’ın muradı olan maksada hizmet eder ve Ahsen-ül takvim kıymetini alır.Ancak böyle kullanması engellenirse..cehennemim en derin yerine hayvanlardan daha aşağı bir kimlikle düşer.Proje bunun üzerine yapılandırıldı.Ve kendine tabi olanlar,ona kulak verenler,söyledikleri ve gösterdiği şeyleri süslü görenler “insanlık denilen hiçbir olguyu tanıyamaz hale geldiler…
Savaş suçlarına bakıldığında bu suçları işleyenler,işledikleri insanları bir insan olarak görmediklerini o nedenle bir acıma duygusu vs hiçbir şey hissetmediklerini söylerler.Bu sıfat şeytanın sıfatıdır.Demek ki öyle şeytanlaşıyorlar ki insaniyete dair hiçbir duygu ve düşünce o insanda barınmıyor.
Şeytan bu projesini birkaç adımda gerçekleştirir. Önemli olan kaosun ortaya çıkması, insanların bilgisiz olması ve değer yargılarının kaybolması yeterli. Tutunacak bir dalı olmayan bir insan en kolay bir hedeftir.
Bu manzaraları ne kadar çok seyrediyoruz değil mi? Eğer ölümlü bir netice istiyorsa en etkin silah ırkçılık..Eğer temel ve ahlaki bozulma isteniyorsa “kadınları dışarı çıkarmak ve onları çağdaşlık,özgürlük gibi dejenere edici bir çukura taşımak”..Diziler,basın,internet vs bütün ahlaksızlığı mübah ve bütün ulvi değerleri basite indirgemek üzere faaliyetlerini sürdürmektedirler.Ve bunu benimsedik..
TV’de kur’an tilaveti olurken bir bir vucut losyonu reklamıyla karşılaşabilirsiniz.Bir İslam ülkesinde bir bomba haberinde onlarca telef olan insanların feryadının arasında ,şen şakrak bir eğlence programının fragmanını görebilirsiniz.Öyle muhteşem zamanlamalar ki bunlar..
Bak böyle bir şey var ama önemli değil sen keyfine bak..
Bir birlerini yiyorlar gör..
Abd oraya müdahale etti özgürlük gelecek merak etme..
Ramazan sofranda kola olsun iç..sen asla kendine gelme ..asla hiçbir şeyi merak etme,asla İslam alemiyle ilgili hiç bir şeyi dert etme..Onlar ahmaklar..demokrasiye muhtaçlar..biz bu işi düzelteceğiz vs vs vs…
Böylelikle uyuşmuş, düşünemez bir zümre…
Cemaatler meşrep ayrılığında..
Aydınların önlerine kasıtlı konulmuş politikalarla uğraşmalarından beyni sulanmış..
Her yaştan insanlar olarak sosyal ağlarda hangi akla hitap eder bilinme meşguliyetler içerisindeyiz.
Güya çok ciddi şeyler yaptığımızı düşünürken, bir ayeti paylaşırken, bir ezan dinlerken reklam pencerelerinde önemsizleştirme hareketi hiç bıkmadan devam etmektedir. Ve eninde sonunda bizim o pencerelerden birini tıklayacağımızı bilirler.
Bütün kullandığımız online sistem ve dil onların.Ey bizim gerçek dostlarımız diyebilir miyiz.Bankalar,kredi kartları vs vs vs..Hangisinden vaz geçebilir hangi alışkanlığımızı terk ederek bir boykot oluşturabiliriz…
Bizim her şeyimiz biliniyor dostlar..hangi saatlerde ne yediğimiz ne seyrettiğimiz neleri takip ettiğimiz biliniyor.
Hangi videoları seyrediyorsak o videolar arama motorunda yönlendirilir..Hey hat..düşman nerede?Düşman var mı? Abartıyor muyuz? Komplo teorileri mi?
Hayır Dostlar..Bu savaş gerçek..Dünya siyaseti olarak bu güç düşmanların elinde…Para ve iktidar..ve bitmeyen hakimiyet davaları.
Bu savaşın arkasında kimin olduğu önemli değil..ABD ,İngiltere,Fransa,Almaya vs..Küfrün tek millet olduğu bu oluşumun hedefi ise tek.
İslamiyet ve Müslümanlık, bunların saldırı misyonunu oluşturduğu gibi, zayıflık ise iştahlarını kabartan bir diğer unsur. Gayet korkak olan ve ancak elinde tahrip etkinliği bulunan bu güce karşı her hangi bir şekilde tepki verilmez ise bu şımarıklık devam edecek ve kedi ile fare oyununun kurbanı olmak bize yazgı.

Dikkat edilirse tüm dünya politikası egemen güçlerin çıkarları üzerine kurulu.Ve tüm diğer unsurla bu güce petrolüyle,yer altı üstü kaynaklarıyla,kan ve can,ırz ve namuslarıyla hizmet etmek zorunda..peki neden?
Birlik olamamaktan mı?
Değerlerimizi özümsememekten mi?
Düşmanlarımızı tanımamak, hilelerini sezmemekten mi?
Kardeş olamamaktan mı?
Devam etmesi gereken dikkat ve temkinliliği elden bırakmak mı?
Kurânı..ahireti bilmemekten mi?
Allahın kanunlarına karşı tembellik etmek mi?
Bile bile bu zalimlerin zulumlerine taraftar olmak mı?
Yoksa Allah Alemi islamın intikamını alacak onu mu bekliyoruz? Böyleyse yanılıyoruz dostlar? İslam mücadele tarihine baktığımızda hiçbir zaferin oturarak kazanılmadığını görürüz…

Neyse..Satırların baş tarfında gerek Hz.Muhammed’in ki “tüm enfası ümmet adedince ona a- ve ashabına ve tabi olanlarına selam olsun” hendek içinde iken müjdelediği İslam istikbali..Bediüzzaman’nın ümitvar olunuz şu istikbal inkılabı diye ,dünyanın teslim olacağı İslam hakikatinin nasıl beşaret verdiklerini..hangi feraset ve basiret işe gördüklerini bu kanlı ve karışık tablo içinde görmek mümkün mü?
Eğer İslam dünyaya hâkim olacak veya İslamlar içinde hükümleri uygulanacak sağlayacağı ittihad güzel gümlerin yaşanmasına sebep olacaksa ve vaktinden evvel bir kıyamet kopmaz ise bu nasıl olur?

Yani Müslümanlar nasıl bir tutum içerisine girecek ki,reva görülen bu ezilmişlik tablosu yerini güzelliklere bırakır?
Ya da mübarek zevat-ı nuraniye istikbaldeki nurun beşaretini verirken ne yapmışlar ve ne yaparak geleceğin İslam adına şekilleneceği öngörüsüne sahip olmuşlar.

Sorunun cevabı verilen mücahedenin içinde olsa gerek?Savaşmışlar..İlim olarak gelişmişler..Ellerinde bürhanlarla küfrün dayandığı kalaleri yıkıp zir-ü zeber etmişler.Ne felsefelerini ne de isnitalarını bırakmışlar.

Dahilde olan ahmakların savlarını çürütmüşler..bidatlarını reddedip asıl ve esas üzerinde mesai teksif edip,Allah’ın bir’e on verdiğine olan itimad ile say ve gayretlerinin neticelerinin ne olacağını görüp işaret etmişler.Bunun için adam yetiştirmek üzerine gitmişler..Bilerek,anlayarak sadakatle hizmetlerini sürdürecek ve rıza-i ilahiden başka bir gaye gütmeyecek fıtrat-ı maksad üzerine erler yetiştirmişler…

Bu karşılık, vazife yapmamak, zulme taraftar olmak, cehlin arkasına sığınmak, Allah’ın sevmediği, dinin tasvip etmediği şeyleri meşru görmek, hakikate karşı kulakları tıkamak büyük ve mesuliyetli bir hatadır.

Değerli Dostlar!

Düşman uyumuyor..Aileyi bozmaya..ahlaksızlığı yaymaya..değerleri basitleştirmeye türlü fantezilerle çalışıyor.Sürekli tüketen,üretmek için zihninde hiç bir şey bırakılmayan insanlar yetiştiriliyor.Kurt gövdenin içinde ve en kötüsü düşman seviliyor.Bu ne yazık ki insanlara kabul ettirildi..döven ve seven bir baskı benimsendi maalesef.Oysa onlar yaşayabilmek için bizden düşmanlar oluşturdular bizler ise onları yaşatmak için elimizden gelen desteği veriyoruz.Tüm İslam aleminin tepkilerine baksanız belki şuurlu bir tekzip duyamazsınız.
Mefkûremiz kaybolmuş desek pekte yersiz bir şey söylemiş olmayız.

Burada sözü daha fazla uzatmadan tek bir şey söyleyerek konuyu noktalarsak..bu zalim ve emperyalist güçlerle mücadele etmenin en tesirli silahı ve ilk adımı “İKTİSAD”dır desek arif’e işaret kabilinden bir şey söyleyebildiğimizi umarız…Çünkü bu kuvvet zaruri olmayan gereksinimlere ait bir sistemi yönetiyor ve gücünü buradan alıyor.Tüm yapay dünya bunların elinde.Bisküviden iletişime kadar bir çok tüketim alışkanlığı bu sefillerin yaşam kaynağını oluşturuyor…Allah rızası için bu alışkanlıkları terk etmek,dükkanı iflas etmeye zorlayabileceği gibi bizler içinde bir vizyon zenginliğine sebep olur.Bu zenginlik ve karakteristik davranış ise şuurlu bir misyona sermaye olur.

Bu savaş Allah’a iman edenler ile şeytan ve ona tabi olanların arasında olan bir savaştır.Asla barış ihtimali olmayan kazanan ve kaybedenin haşir meydanında net belli olacağı bir mücadeledir.Ehli iman cennete ehli şeytan cehenneme dökülünceye kadar sürecek bir savaş.Gaye odur ki fazla can telef etmeden zafer dolu günler yaşamak.

Evet, bir soruyla satırları bitirmiş olalım “Gelecek nasıl güzel olacak”Ve ya gelecek güzel olacaksa bizim bu çorbaya katacağımız tuz miktarı ve envaı nedir?

Ünlüler ve Hayranlıklar...

Narkotik ekiplerin baskın yaptı..bir çok ünlü uyuşturucu kullanmaktan göz altına alındı.Ünlülerin hayranları karakolu mektup yağmuruna tuttu.Bir ünlünün hayranının yazdığı mektup o ünlüye çok dokundu..Hayranının hayalleri yıkılmış,onu çok başka yere koymuş,yıllardır ilgi ve sevgiyle takip ediyor muş,hiç yakıştıramamış..mış..mış…mış…

İdoller..örnek insanlar..hayallerin kahramanları..ütopik bir dünyanın mistik varlıkları..Kendilerine ne senaryo verilirse onu oynayan OYUNCULAR…Yazarların,senaristlerin kurguları,hülyaları veya hayattan uyarlanan konuları para karşılığında dillendiren ve asla kendilerine ait olmayan bir manzarayı temsili olarak canlandıran insanlar…

İnsanların onlara olan hayranlıkları ya da nefretleri oluşturan şeyler, onlara verilen rolleri oynarken sergiledikleri karakterlerdir. Oysa onlar kendi yaşamlarına ait gerçekleri oynarken, yani ROL yapmadıklarında ne kadar başka insanlardır. Şahsi zaafları, rekabetleri, bir birleriyle olan kavgaları, ilişkileri, giyimleri, tercihleri ne kadar tuhaftır… İnsanların onları önemle izlediklerinin dışında sürdürdükleri yaşamları ne kadar izleyicisine yabancıdır…

Bu insanların senaryo dışındaki yaşamları genel hatları ve ekser itibariyle baş üstü yapılacak bir şey olmadığının yüzlerce örneği vardır.Hayranlarından kimseyi tanımayan ve ona karşı olan düşkünlüğü gösterenlerin kendi kendilerine avundukları garip bir şöhret…

Oyuncular ve izleyiciler açısından da iki konu ele alına bilir..İzleyiciler akıllarını başlarına alıp bu sanal dünyanın oyuna koyduğu senaryo ve uydurma karakterlere hayali bir değer oluşturup sevgilerini heba etmemeleri…

Şöhret olanlar ise; büyük bir ikiyüzlülük sebebi olan başkalarının beğenisi endeksli yaşamayı karakteristik bir değişimle bırakmaları…

Akıl bu iki manzaraya ne görev ve değişim biçerse biçsin..duyguların bu gerçeği kabul etmekte başarı olmaları çok zordur…

Çünkü gerçek dünyadan bir kaçışı sembolize eden bu oyun kolay terk edilir bir oyun değildir. Oyuncular ve oyunların vaatleri, acıları azaltan ve hayal kurduran, hayranlıklar oluşturarak insanları hayata bağlayan çekiciliğe sahiptir. Ve kısa bir zamandan oyuncusu ve seyircisi tükenen bir arena…

Gençliği,güzelliği geçmiş bir bayan oyuncu bir meyhane köşesinde veya bir çöp evde ömrünün son dakikalarını geçirebilmekte..veya bir beyaz perde emekçisi büyük bir vefasızlıktan söz ederken ağlaya bilmektedir…Bu yaşamı haber yapan ve onların bu durumlarını gündeme getirenler ise sanki bu durumun suçluları onlar değilmiş gibi sosyal sorumluluklarını yerine getirirler.

Otel odasında ölü bulunanlar..arkalarından borçlar bırakarak öbür dünyaya yol alanlar..alkol komasına girenler vs..aldıkları beş on alkışın bedelini kullanılmışlık, atılmışlık arasında gidip gelerek ağır bedellerle ödeyen bir sürü insan…Acaba sanatçı camiası olarak adlandırılan bu insanlardan kaç tanesi hayata tutunabilmiştir..Kaç kişi zengin olabilmiş ve bunu sağlıklı bir şekilde devam ettirebilmektedir.

Belki bin defa pişman oldukları ancak gidecek yerleri olmadığından sapkınlıklarını savunmaya devam eden kaç şöhretli köle vardır.

İşte Dostlar!

Birkaç yazıdır söz ettiğimiz bitmeyen oyunların oyuncuları da bu dairenin içerisinde tüketilen insanlardır.Hayranlarıyla kısa ve zehirli yemeklerin olduğu bir sofraya oturtulanlar bir bileriyle oyalanırlar.Yüzler eskiyince oyuncular yenileriyle değiştirilir..seyirciler ise bilinmeyen meşhurlar olarak yaşlanır ve o heyecanlardan çekilirler..Yeni jenerasyon ve yeni oyuncular ve yeni oyunlar…

Eğer bu meşhur insanlar doğru bil yolda sanat yapıyor olsalar..gerçekten toplum temsilcisi gibi misyonları olsa..millete örnek olmak gibi dem vurulan manaya haiz bir nitelikleri bulunsa;

Bunlar içki içer mi? Uyuşturucu kullanır mı? Her türlü sefahati irtikap eder mi?Irzını namusunu adı ne olursa olsun başkalarına sergiler mi? Eğer hayatları kendi ellerinde olsa sürekli olmadığı gibi görünmekle uğraşırlar mı?Sürekli gündemde kalabilmek adına,olaylar,farklılıklar peşinde koşarlar mı?Kendi ayrıcalıklarını ortaya koymak üzere giyim şekilleri veya tam tersi saçmalıklarda bulunurlar mı?Güya sanat adına herkesin gözü önünde tüm edebi değerleri ayaklar altına alacak davranışlarda bulunabilirler mi? vs vs vs…Zavallılar..Devamlı bir aykırılığın iz sürümünü takip etmek zorundadırlar…

Nazım Hikmet sevilmeli..Yılmaz Güney kahraman olmalı..Özgünlük bir kıymet..Özgürlük denilen keçi kuyruğu sürekli havada olmalı..Bayraklar sarı kırmızı..söylemler baskıdan şikayetçi…

En son gezi parkı olaylarında gördüğümüz bir yığın zavallı..Orada olmalıydılar..bu bir akımdı..bir baş kaldırış..bir direniş..bir devrimin ayak sesleriydi..Kim için ve kime karşı…Ne kadar akıllı veya ne kadar aydındılar?

Evet Dostlar!

Bu memleketin aydın geçinen insanlarının belki de şöyle bir felsefeleri var:

Biz her şeyi özgürce yapabilir,her türlü davranışta bulunabiliriz.Siz seyirci sürüsü bizi izlemek ve sevginizin karşılığı olarak bulunduğumuz her ortamda bizimle beraber olmak ve bizleri hoş görmek zorundasınız.Çünkü siz aptalsınız…Biz yıkabiliriz,yakabiliriz,küfür edebiliriz..sizlere karşı verdiğimiz oyun ve oyalanma hizmetimizin karşılığında bizi her şeklimizle kabul etmelisiniz…

Acaba böyle mi?Yoksa bunların katıldığı her tahrip hareketi..her millet düşmanlığı ve şahıslarına bakan ciheti ile ise..her türlü naneyi yemek durumuna karşı hem mazur insanlar sınıfında mı sayıl malılar…

Zavallı İnsanlar..Beş on senelik şöhretli bir hayat ve o şöhreti sürdürebilmek için sürekli marjinal tercihler,sıra dışılık kollamalarıyla yaşanması zorunlu bir ömür…Dünya adına elde edilmek istenen her şeye,hasiyet,şeref,onur,ar,kişilik vs..ne kadar değer var ise feda edilmesi kaçınılmaz olan şartlar…

Evet oyuncularımız ve ünlülerimiz bitmeyen oyunların parçaları..kullanım süreleri olan araç gereçlerdir…


Seyircilik noktasında bu oyunları destekleyen hayran kesimi de bu oyunun sürmesindeki enerji kaynağıdır.Filmin içinde bizden bir kare var..Dizide bizim hayatımıza benzer kesitler..Bizden birileri..yaşanmışlıklarımız örtüşüyor…

Acaba bir kereliğine sahne aldığımız ve asla bir oyun olmayan hayatımızın gerçeği ile ne kadar benzeşir ve ömrümüze ne faydası vardır…

Bu bir oyun ise ve oyun bir oyalamak ve oyalanmaktan başka bir şey değilse..ölüm gibi asla ertelenmez bir son ile son bulacaksa..aklın kalbin vicdanın ve emanetin gereği ile İnsan kendine özel ve hususi yaşamını ilgilendiren senaryoyu iyi okumalı ve ona verilen hayat rolünün hakkını vermeli..Gala gününe iyi hazırlanmalı…

Evet Dostlar!

Hayranlık duyacağımız insanların yapıtları iki dünya saadetini gösteren yapıtlar olmalı.Gerçeklerin içerisinde ki korku ve ümit hayatımızı bir dengede tutmalı.Her taklit edilen özelliğin insanın düşünce duygularına sağlıklı ve devamlı katkıları bulunmalı.İşitilen sözler,okunan metinler ve elde edilen neticelerin zaman sınırı olmamalı..İnsan hava ile su ile sema ile toprak ile buluşmalı.Öğretiler,mesajlar,insanın yemesine içmesine ,oturup kalkmasına karışmalı.

Hayranlık duyduğumuz insanlar bizim başımızı onlara duyduğumuz hayranlık sebebi ile öne eğdir memeli..sevgimiz sebebi bizleri utandır mamalı…Onların şerefi şerefimiz olmalı.Sadakatleri,doğrulukları,samimiyetleri,feda karlıkları göz önünde olmalı.Hiç bir ayrımcılık ve kardeş düşmanlığı barındıracak fikre sahip olmamalıdırlar.

Mütevazi,nazik,yapıcı,ince ruhlu,yaşayan kelimeleri olan insanlar olmalıdırlar…Uykusuz,aç kalabilmelidirler.Toplumun geleceği için her türlü zorluğa katlanabilecek millet sevgisine ve şefkati ile dolu olmalıdırlar.Ölümden korkmamalı ve hiçbir şahsi menfaate tenezzül etmemelidirler.Bizim hayranlık duyduğumuz insanların eserleri yüzlerce yıl canlılığını ve hayattarlığını korumalı..onların bu dünyadan ayrılmış olmaları ile eksikliklerini göstermeyecek kadar bırakacakları mirasları bulunmalı…

Her isimleri geçtiğinde; kendilerine selamlar gönderilmeli esenlikler dilenmeli… Yaptıklarını yapmak için can atılmalı… Gönüller üzerinde huzur verici bir iklimle esmeli… Evet, hayran olunacaksa bu insanlara hayran olunmalı…

Aydınlığa müsait tüm kalplere aydınlık ve gerçek hayranlığa layık olanlara hayranlık dileğiyle…

Özekıyıma Direniş...

Gecenin hayli yarısı..Ruhumun menfezlerini süpüren rüzgarları içime çekecek bir şeylere ihtiyacım var.

Bir zaman öğrendiklerin bir zaman sonra yaşadıkların hayat sırlarına dönüyor. Bir yolunu buluyor ve o sırların esini ile bazen anlık, bazen günlük, bazen haftalık, aylık, yıllık ve yaşanmışlık ile beraber yaşanacaklara kadar geniş bir atıfla insan dünyasında temizlik yapabiliyor.

Atılacak şeyler atılarak, ortadan kaldırılacak şeyler ortadan kaldırılarak bir düzen sağlanabiliyor. Her deneyimin kalan etkisi, kendinde bulunan özellikler ile insanı meşgul edebiliyor. Ancak geçmiş şeylerin geçmiş olması ve bugün için sadece hayali bir durumda bulunması, gelecek günlerin gelmemişliliği ve bizim için gelip geleceğinin bilimiyen olması görüş açısını belirleyen bir çizgi. Hazır gün ise bu ölçülerle arınan ve üstesinden gelinecek bir konuma bürünüyor.

Yani gereksiz olasılıklar ve geçen şeylerin bıraktığı izler ile meşgul olarak hazır günü örümcek ağına düşünmenin bir anlamı yok.Bu manasız ihtimaller dünyası ve elden çıkmış gitmiş şeylerin ardından gereksiz bir ilgiyle ah vah etmek sadece bugünü öldürmekle kalmayıp,gelecek günlerinde aynı süzekte ele alınmasına neden olan bir düşünce hastalığına dönüşen hastalıklı bir bakış açısı…

Yenilenmek,elini hava boşluğunda boş ver deyip sallamak önemli..ya da hayata katkı boyutunu “bir şey daha öğrendim” deyip arşivlemekte doğru bir yaklaşım.Çünkü bulaşıklığın devamı söz konusu ise buna bir mazi tanımı ve tecrübe kimliği verip layık olduğu rafa kaldırmak yolu açan bir başka eylem..

Belki biraz tecrübe, biraz dert, biraz umut lazım galiba…Yada güç yönetimi..Kuvvetler dağılımının kontrolü..bir nevi stratejik cephe savaşları..sahip olunan ilgi olgusunu alakadarlık saflarında konumlandırırken,geçmiş ve geleceğin sadece silueti ve vehmi görünen cenahlarına asker sevk etmemek gerekli.Merkez zayıfladığında hayalet saldırısı başlar ve insan yoklarla savaşmaktan halüsinasyona inkılap eden ve zoraki oluşturulan bir düşman ve fısıltılarla boğuşmak zorunda kalır.Boşluğa yumruk sallamak ne hasmı mağlup eder ne de dövüşçüyü galip..yorgunluk ve düşüş…

Hayatı olmadığı gibi yorumlayanlar ve hayatın görsel,işitsel,fikirsel etki alanında bulunanların felsefi bir cephesi oluşturduğu bu hayali düşmanlıklar ve bu düşmanlıkları yorumlamakla var ettikleri adem gölgelerine karşı ya yandaş ya da o düşmanlıkları körükleyen kurgularla insan ömrünün içine akınlar düzenlediler.

Hayat bir mücadele, büyük balık küçük balık, tesadüf şebekeleri, yaşamak için öldür,hayata bir defa geldin,dilediğince yaşa,kendini düşün,önemli olan sensin,hiçbir şeyin değeri yok,sadece senin lezzet ve çıkarların doğrultusunda karşıla hayatı..Al sana oyalanacağın şeyler..Öfke,şiddet ve şehvet…………

Bu üç unsusu kullan ve kendini kullandır..dolayısıyla bu sentez bu sistemin bir parçası..sonunu düşünme..böyle gelmiş böyle gider diye hayvanları bile dehşete düşürecek fikri saldırılar…Bu düşüncelerin arkasında sizce kim olabilir…Gerçek insanlar mı..yoksa insan suretine girmiş şeytanlar mı?Ya da şeytanlaşmış İnsanlar mı?

İnsanları aldatan bir diğer konu şu olsa gerek..yapılan her taarruzun bir plan dahilinde ve şuurlu bir şekilde yapıldığı gerçeğinin göz ardı edilmesi..

Bir ürün reklamı bile bir çok strateji barındırır.Bir tatil köyü müşteri çekmek için bir çok aktiviteler hazırlar..bir gazete okunmak,bir tv seyredilmek,bir radyo dinlenmek bir site izlenmek için kendilerine göre bir talep oluşturmak için çalışırlar.

Bunun gibi bazı felsefi,siyasi düşünceler lobiler oluşturur.Savaşlara, düşüncelere kaynaklar aktarırlar.Eylemleri desteklerler..eylemcileri yetiştirirler.Bu etkinlikler ülkeler mabeyninde organize edilir büyük planlardır.Küresel hakimiyet veya ülkeler nezdinde bir sömürü düzeni…

Din savaşlarının hâlâ değişik elbiseler giyerek devam ettiği malum.Karışıklıkların İslam ülkelerindeki durumunu tesirli hale getiren yüz yıllar süren kargaşa alt yapısının hazırlanmış olmasıdır.Artık zemin müsait olduğundan ve tahrip etmenin kolaylığı kaosu derhal etkin bir şekilde sağlamaktadır.

Buna hayır diyebilir misiniz? Dünyanın kanayan yarası her türlü sömürünün hakim olduğu ülkeler değil mi?

İster insan olsun,istese bir ülke..tüm varlık ve oluşumlar bir fikrin etrafında yaşar ve ırsi bir bağlılıkla hayatlarını canlı tutarlar.Dünyada hakim olan her devletin ulusal bir stratejisi ve onu hayatta tutacak bir uygulaması vardır.Terör,İslam,Elmas,Madenler vs..Her birinin temelinde çıkarlarına ulaşmak için bir neden ve bu nedeni besleyen bir düşmanlık mutlaka olmalıdır.Sömürü ve hakimiyet felsefesini meşrulaştırmak için felsefi bir sebep kaçınılmazdır.Ve insanlar buna inandırılır..Size özgürlük getireceğiz…ABD’nin ve diğer kan emici ülkelerin IRAK’ta ki özgürleştirme hareketi bu konuya ciddi bir örnektir.

İçsel sömürü aynı stratejiyle hayata geçirilir.Cezayir de tüm gençlerin rüyası Fransa da yaşamak..Amerika hala özgürlükler ülkesi..İngiltere sinsi savaşlarıyla beraber tüm entelektüel görünen insanların vatan özlemi çektiği yer..İtalya hasret diyarı..Sizce başaramadılar mı?

Fakat burada göz ardı edilen ve planlanamayan geçek bu tür bir idari yapı ve işlevsel felsefenin bumerang etkisi..Avrupa toplumundaki sosyal ve ahlaki çöküntü.Son zamanlarda ekonomik yıkımlar.Sefil gençlik..yüksek intihar oranları..Ağlayan ihtiyarlar..yaşlanan nesil..uyuşturucu vs vs vs…

Biraz inceleme imkanı olan dostlarımız incelerse görecekler ki;bu yıkıma karşı hiçbir stratejileri ve gerekçeli bir planları yok.Çünkü tüm fikirleri tahrip etmek üzere yapılandığından,olumlu bir şeyin ruhu hakkında hiçbir bilgiye sahip değiller.Fiziksel düzenlemelerin yeterli olabileceği ahmaklığı ile ortada kalmış durumdalar.Ve bu çöküntüyü hükumet stratejileri olarak gizlemektedirler.Hayata sunacak hiçbir değer kalmamıştır.

Yukarıda söz ettiğimiz;ye iç keyfine bak..kendini düşün vs. dünyası batmaktadır.Oyunları kendi başlarına dönmüş ve kendi toplumlarını çökertmiştir.İnsan oh olsun demek istiyor aslında..ancak insaniyetin masumiyet tarafına olan şefkat potayı dikkatli tutmanın gereğini ve dikkatini düşüncemizde oluşturuyor.Dedelerinin hatalarını masumiyetini koruyan torunlarına düşmanlık şeklinde değerlendiremeyiz.

Gecenin bu hayli yarısında hayırsız bir evlat hakkında duyulan endişeye benzer duygular sardı zihnimi. Kendi ülkemizin gençleri, hiçbir gayesi kalmamış yaşlıları ve kendi ölümümü ve öteki dünya yolculuğumu anlamlandıracak bir gaye tefekkürü…

Blogum,yaşam kültürü vs…Bunalımlı insanlar..Yine canına kıyanlar hakkında güncel bir şeylere baktım…

Güç dağılımının ve cephe savaşlarında mağlup olan düşüncenin ardında bıraktı metruk insan enkazları her yere dağılmış, saçılmış…

Duyarsız kalmak,bana dokunmayan bin yaşasın fikri,bana bir şey olmaz düşüncesinin asla çözüm olmadığı bir meydana çıkıyor insan..göz kapamanın sadece kendine gece yaptığı bir alan..ve mutlaka sırası geliyor ve bir tarafından yara alınabiliniyor.

Bu şeytani ve nefsani meşum kurgu ile kontrat imzalamış olmak bir dizi yok oluşu peşinden getirmektedir. Gençliğin, namusun, değerlerin vs… Körpeliğini yitirmiş her şey yeni gelenlerle yer değişir. Döngü böyle…

Öncelikle hayatın mücadele olduğunu kabul ettiğinde, kendi harcanman için bu sözleşmeyi kabul etmiş olursun…

Hayata düşmanlık yapan mezatçılarının vaatleri, övgüleri ve cazip hayaller ve tükeniş. Biraz bu vaatlere bakıldığında ise tüm hayati noktalara,değerlere,iki dünyayı ilgilendiren ilkelere karşı bir savaş açılmış olduğu görünmektedir.Bunun savaşın adının ne olduğu önemli değil. Hedef tahtasına oturtulmuş olan insanın,yalnızca çıplak olmalısı,fikirden, ardan, inançtan soyutlanmış olarak ortada kalması yeterli.

Bunun için önce mücadelesini kutsallaştıracak bir sorun lazım..insanı açığa alacak kutsal bir amaç…Özgürlük mü? Çağdaşlık mı? Haksızlık mı? Siyaset, adalet, hak mı? Sadece insanı insanlığından uzaklaştıracak ve taraftarları olan küresel bir neden bir vehim gerekmektedir.Bu gereksinim giderildiğinde;Artık her yapılacak kötü bir şeyi meşrulaştıran ve güzel gösteren bir neden vardır.

İnsan bu yıkım için önemlidir..içebilir,kırabilir ve yakabilir..Annesine küfür edebilir,babasını küçük görebilir,kız kardeşine karışmaya bilir..O kadar büyük amaçlar vardır ki,onlara ulaşmak için her şeyini satabilir…

Yani dostum! Bu insan yaşamaktan vazgeçebileceği her nedeni boynuna asabilecek şeylere kavuşturulur. İsyankar olmanın uğursuz ve sarhoşluğu içerisinde yaptığı meydan okuma birikimleri kişiliğinden tahsilata geldiğinde, o insan kendinde bulunan şeylerle müdafaa yapacak durumda değildir. Ele geçmiş, kullanılmış ve iflas ettirilmiştir.

İnsan nerede olursa olsun ne makamda bulunursa bulunsun bu tükenişten kaçamaz.Zenginler,şöhret sahipleri,fakirler,kariyerli insanlar fark etmez.Bir eşeğin yapmayacağı şeyleri kolayca yapabilirler.Kıstasları kaybolmuş,elif ba’sını unutmuş her insan hayvandan aşağı bir durumda ömrünü tamamlamak zorunda dır.

Aldanmak,kullanılmak ve bir köşeye atılmak acı bir şey…Sevilmek beklerken nefret edilmek korkunç..korunamayan iffetin ayaklar altında bir saygısızlığa dönüşmesi berbat bir durum.Onurun peşkeş çekildiği geçici hevesler,deli saçması cesaretler,mukaddesatı çiğnemeye kalkmak vs…Asıl dehşetli olan ise tüm bunları yaparken senin hakkında verilen kararın sessizlikle ömrünü takip etmesidir...

Ne istersen yap..ne düşünürsen söyle..ne çalacak san çal,neyini pazara çıkaracaksan çıkar,neyini satacak san sat..ancak bil ki:derin bir sessizlik seni izlemektedir.Çıldırtan ve etrafını çeviren bir sessizlik…

Bu duruma razı olmakla asla kalbine bir teselli, ruhunu aydınlatan bir ışık, aklını bunalımdan kurtaracak bir pusula bulamayacaksın.

Çünkü teselli ve aydınlık hakikate başkaldırışın değil,ancak ona itaatin bahtına yazılmıştır.

İnsan, insaniyet itibariyle bu feci duruma şefkat ediyor. Hatta düşmanlarına bile acıya biliyor. Kat kak karşılık alınacak ve perişan olunacak bir yola girenlere karşı her ne kadar müstahak denilse de insan içinden yazık demekten geçemiyor.

Bir bar köşesinde rezil bir adam..Bir kafeteryada sefil bir kız,bir şişe dininde dumana sarılı bir genç…Nerede gözünü açtığı belli olmayan bir insan..güneşin doğuşunu göremeyen bir yolcu..Boynunda ip ile bir ihtiyar..Beylik silahını alnına dayamış bir polis..bir yol kenarında cesedi bulunan kadın…

Evet dostlar manzara kötü..hayat simsarları kumara davet ettikleri ve vaatlerle oyuna soktukları insanları bu akıbete getirip bırakıyorlar…Posasını çıkardıktan sonra bir çöp poşetine çok rahatlıkla sokabiliyorlar.Bu o yolun kanunu..savaş gibi görünen veya gösterilen mücadele dayatması,hayatın olumsuzluklarına ,gelecek güzellikler hesabına sabırla tahammül etmek ve umudla beklemenin yerini alarak kendi sonucunu insanın kimsesiz kalmış kucağına bırakıyor.Hiç bir güzelliği yaşayacak görecek bir açı kalmamacasına duvarlar örüyor…

İnsanın heveslerine, kibirine, kendini beğendirme duygusuna bağlı işlenen bu cinayetle ulaşmak zor değil. Sadece yapılması gereken insani görevlerin yapılmasını terk etmek yeterli…

Oysa güzel yaşamak adına vaad edilen her şeyin altında yatan mutluluk, hayata dair barış dolu bir sorumluluğu üzerine almakla ilgilidir…

Fiziksel ve içsel her türlü özekıyıma karşı direniş……………….


Sevgiyle Kalın…

Âdemce Yaşamak...

Âdemin bir parça sudan başlayan bedeni yolculuğu bir zamanla kayıtlı olsada..ruhi olarak hayatının başlangıç ve devamı bir ölümsüz kanunun insan mahiyet aynasında ezeli ve ebedi bir aksi göstermekte..

Bir şeyin doğrusuna varmak için,olumlu ve olumsuz yönleri karşılaştırmak ve mukayese etmek..teklifleri değerlendirmek gibi akli bir süreç gerekmektedir.Nihayetinde zararlı olan şeylerden çekilmek ve kazançlı olan şeyleri lehine çekebilmek için bu ölçütün kullanılması kaçınılmazdır.

İnsan fıtratı gereği faydacı bir mizaca sahiptir. Çünkü yaratılmış ve kendisine bedeni hayatını devam ettirebilmesi noktasında yiyecekler içecekler gibi cismani ihtiyaçlar hayatın merkezine konulmuş ve talip olunması ise hem gereksinimler hem de lezzetlerle desteklenmiştir.

İnsanin manevi yapısı, ihtiyaçları ise onun beden ihtiyaçlarını gibi organize edilmiştir.Burada da bir talep ve tedarik zinciri vardır.Her canlı ve cansız olan şeyin ihtiyacı olan şeyler karşılanmaktadır amma..bunu fark edenler ile fark edemeyenler arasında ciddi bir tat farkı vardır…

Ruhunda bir denge olmayan ve manavi ve manevi ihtiyaçlarına kulak tıkayan bir tedarik sistemi, sadece heveslerini tatmin etmek, hayvani ihtiyaçlarını gidermek açısından bir yaşam tarzı belirleyecektir.

Yemek,içmek ve lezzet almak endeksli bir hayat…Dolayısıyla bu yoldaki hacetlerini yerine getirmek ve ikmal etmek isteyen birisi için..büyük balık küçük balığı yutar..hak güçlü olandan yanadır..yaşamak için öldüreceksin gibi canavarca dürtüler sadece bu yaşamı baz alarak sahibini kuyu dibine indirmeye yeterlidir.

Diğer taraftan yaşamak için iktisadi prensiplerle hayatını tanzim eden Âdem; hayatı ,öncesi,sonrası,hali hazırı ve içindeki anlamlar dizininde ele alır.

Ruhi olan dinginliği ve akli olan düşünce sistemi ;eko sistemin işleyişi,varlıklardaki yaratılış mucizeleri,sanatsal yönleri,ergonomik yapıları,hayata sağladıkları hizmet veya kendilerinde görünen var ediliş inceliği ve estetiği gibi hayati manzarada çerçeveye yerleştirilen noktalarda ele alır.Kendi yerini tespit eder ve kabiliyetinin gözlem kulesinden iyi bir seyirlik gösterir.Hayat insanın karıştırıcı elinin karışmadığı yerde ne kadar güzel olduğunu fark eder…Ve bu karışık ve karıştırıcı elin bir mutlaka ne ile meşgul olduğu hakkındaki denetime gireceğini bilir.Çünkü yaratılış noktasında her varlığa verilen özellik ve niteliklerdeki adaletli giydiriliş ve donanım ve ihtiyaçlarına yönelik uyumlu ikmal sistemi..solum ve hayat gibi şartlardaki dikkat ve özen,fiil noktasında da bir takibi sürdürdüğü gerçeği hafızalarda yapılan kayıtlarında desteği ile görülmektedir…Kısaca hayatın sorumluluk bağlamında,ince bir hesap,dakik bir dikkat,ciddi bir sistem,kontrol altında bir idare,ihatası tam bir hakimiyet,amacı realist bir işleyiş,maksadı olan bir hedef tedbirinde olduğu ve irade edildiğine deliller çoktur.Hatta şüphe bile bir ciddi delildir.Çünkü insan, varlığı ve var olmayı kendi soyut sistemi ile somut olarak ispat edemeyeceği bir yoklukla yapmaktadır.Yani sualin merkezi bulunmak istenen bir cevabın tetiklediği başka bir menzildedir.

Sadede gelirsek,varlık,var olmak,yaratılmak,yaşamak ve ölmek..ölümden sonrası,tarihsel deneyimler,felsefeler,hayata dair söylemler,ahlaka ait insanlık mazi ve geleceğini kapsayan bir etik literatür..erdemler vs vs vs…Tüm insani olgular ve Âdemin yaşam serüveni insanın iki hayatını çerçeveleyen bir plan…

Ve anlatılar,nasihatler,uyarılar hep bu iki hayatın gereksinimlerinde ki doğru tercihin nasıl olmasıyla ilgili şeyler…

Peki hayatı kötü yaşamak için ne yapmak yada ne yapmamak lazım…Hiçbir şey yapmamak hayatı kötü yaşamak için en kestirme yol..Veya iyi yaşam koşul ve önerilerini aksine sadece bedeni bir hayat tercihi ile yaşamak yeterli…

Evet Dostlar! İnat etmek, göz kapamak, hayvani yaşayışı savunmanın neticesi sıkıntılı bir ömür sefih bir yaşamdır. Hissi ve düşünceyi iptal etmek için sarhoşluklar, eğlenceler geçici uyuşma metotlarıdır.

Yukarıda konuya girerken değindiğimiz kıyaslamalar noktasında..var olmanın gerçekçiliği ile cismani yaşayış kıyaslanarak bir ölçümleme yapıldığında,taraflar arasında vaad edilen yaşam koşullarının arasındaki uçurum net gözükür…

Bir tarafta hayvanca yaşamak arzusunun tüm değerleri arzularının arkasındaki mezarlığa gömen yanı..diğer tarafta meşru bir dairenin hatlarını çizdiği,sağlıklı ve esenlik dolu yaşam alanı…

Yani Ey Âdem..Cismani ve hayvani yaşayışı bırak,kalp ve ruhunun derece-i hayatından hayata bak…….

Çünkü sen hayvan gibi olamazsın..lezzetlerin geçiciliğinden gelen elemler ve alakadar olduğun dünyadaki hızlı değişim ve müdahale edemediğin şeyler senin hayatı yaşanmaz bir hale getirir..Aklın seni tazip eder..kalbin mahkum..ruh sıkıntın seni, ne yapacağını bilemez duruma sürükler..Böylelikle devamlı bir şekilde eğlence ve sarhoşluğa kaçmak zorunda kalırsın…

Neden bu yoldan gidesin ve ne zorun var ki..?

Evet Âdem..hayatı yaratan, hayatın gerçek ihtiyaçlarını kendi gerçeği içerisinde belirlemiş..O’dan başka bir ilah olmadığından hayata başka bir müdahale söz konusu değil.

Dolayısıyla O’nun emrine muti ol..yani itaat et kurtul…

Çünkü;Ölüm ölmüyor,kabir kapısı kapanmıyor..İnsanın ahiret yolculuğu kesilmiyor sürat peyda ediyor…

Ateş mi toprak mı?

En eski düşmanlık Şeytanın Âdeme olan düşmanlığı ve dolayısıyla tüm âdemoğullarına olan düşmanlığın başladığı noktadır.

Bu düşmanlığın çarpan etkisinde şöyle bir sonuç ortaya çıkmıştır. Şeytan, Âdemoğluna düşmandır. Âdemoğlu da Allah’a düşmanlık yapmaktadır.

Konunun düşmanlık tarafını ele aldığımızdan..bu düşmanlığa düşmanlık edip şeytanı düşman olarak ilan edip her desisesi ve fitnesiyle uğraşıp şeytanın mağlup edemediği kısım bu yazıdaki mevzunun şimdilik dışındadır.

Kibir temelli olan bu yol ayrımında şeytanın yürüttüğü felsefe, yaptığı kıyas ölçüsüyle onu şeytan yapan kimliği tanımlamıştır.

Ateşten yaratılmış olmanın, topraktan yaratılmış olmaya üstün olduğu hakkında fikir yürütmüş ve kendi yolunun açılmasına sebep olmuştur.

Neye göre ateş topraktan üstündür bu ise onun ilk olarak kendine şeytanlık yaptığı muammayı ortaya koyar. Yani şeytan yaptığı felsefe ile ilk olarak kendini kandırmıştır. Sonra Âdem ve Havva’nın affa müstahak olan aldanmaları gelmektedir. Burada şeytan için ikinci ve en ağır darbe kendini düşürdüğü açığın af özelliğinin olmayacağı bir derinlik olmakla birlikte, kandırdığı âdemoğulları hakkında bir bağışlanmanın, onun tüm emeklerini boşa çıkaracak bir özelliğinin olmasıdır.

Şeytan tüm şartlarda en aldanmış ve en mağlup en neticesiz işlerin sahibi olması ile birlikte, hatasını fark edip kendini temizlenme kapısını getiremeyenleri kendi hedefi doğrultusunda yönlendirmektedir. Yani yukarıda ifade edilen, âdemoğluna düşmanlık yapmakla, onu Allah’ın düşmanı olarak desteklemesi ve ele geçirmesiyle, insanoğluna olan düşmanlığını kat be kat ortaya koyacak faaliyetler yürütmektedir.

Bu çalışmalarını o kadar planlı ve gizli yapmaktadır ki; hiçbir kötülük ve fenalığın ve çirkin işlerin hiçbir yerinde sebep olarak görülmez. Hiç kimse onu suçlamaz. Çünkü bu savaş planının en temel dürtüsü, kendisine tabi olanlara kendisini inkâr ettirmesi ve bizzat her fiilin faili olarak yapılan işleri kendisini takip eden insanlara sahiplendirmesidir.

Elhasıl filanca örgüt neticeyi üstlenir.

Kullanılan jargon bellidir.Kelimeler söylemler tek kalıptır.Bu meşum literatürlerin kullandığı diller çürür,hayattan çekilir,veya işe yaramadığı için unutulur,ölüme terk edilir vs. Şeytanın onda kullanacağı bir şey kalmadığında tüm elde ettiği sermaye ile bir kenara atılır.Onlarca güzellik kraliçeleri..jönler..rol modeller..şimdi yaşlanmış ve sevilmek beklentisi içinde olup nefret gören yüzler…Nice katiller..hırsızlar.Uyuşturucu bağımlıları,yakıp yıkanlar…Yakılıp yıkılanlarla doludur geçmişin defteri.

Aynı oyununun devam etmesi için yeni yüzler, yeni jönler, yeni artistler, yeni zalimler lazımdır. Ve sahne aynı senaryo ile canlı kalır.

Ancak temel aldatılma planı en eski kıyasla yoluna devam eder. Ateş topraktan üstündür…
Şeytan tüm aldatmasını kendini aldattığı felasifesi üzerinden yapılandırır. Çünkü bu savın fikir babası ve iddiacısı o’dur. Dolayısıyla kendi tezinin doğruluğunu ne pahasına olursa olsun uygulamakta kararlıdır.

İnsanoğlunun aldanmasında ve ya yolunu şaşırmasının içeriği irdelendiğinde, İblisin felsefesinin gölgesi, aslı, neticesi, düşüncesi, etkisi görünür.

Cinayetler,hıyanetler,hileler,alçaklıklar tamamıyla bu üstünlüğün değişik versiyon algılarıyla işlenir.Tüm maktuller ölümü hak etmiş,tüm hıyanete uğrayanlar bu ihanete kendileri sebep olmuştur.Tüm hile ve kandırmacalara duçar olanlar ezilmesi gerekenlerdir..çünkü onlar topraktandırlar.

Çarpan etkisinin insanoğlunu Allah’a düşman etmesi..bu eski düşmanın adeta kendisinin direk olarak yapmaktan çekindiği ve hiçbir etkinliğinin olmadığı düşmanlığı,Allah’ın yarattığı ve üstünlük noktasında vasfettiğine yaptırmak,onun kendi tezini ahmakçasına da olsa Allah’a ispatlamak çabası düşünülebilir.

Burada söz konusu olan en önemli ayrıntı,tüm bu hareketliliğin bir “Mühlet” ile sınırlandırılması ve özgürleştirilmesidir.Fakat bu düşmanlığın ve mühletin başladığı noktayı bilmeyenler..nereden gelip nereye gidiyoruz diye düşünmeyenler..bunu dert edinmeyip oyuna hep yarı yoldan katılanların gözünden bu mühlet meselesi kaçtığında,var olan süreç sonsuz bir döngü yanılgısını yansıtmaya başlar ve âdemoğlunun büyük bir kısmı aldanır.

Şeytanın felsefesine göre görünenden başka bir şey yoktur..ve her şey kıymetsiz bir şeye inkılap edecek ve sonunda TOPRAK olunacaktır..Yani tamamen değersiz bir kayboluş..toprak gibi değersiz…Ne kadar dikkat çekici…Sonunda TOPRAK olacağız…

O zaman ateşin üstünlüğü ile yaşa..yak yık..tahrip et..tutuştur..Evi yak,şehri yak,ormanı yak,ülkeyi yak,dünyayı yak,insanı yak,çocukları yak,hayvanları yak,gönülleri yak..sadece yak..Çünkü bu uğursuz lanetli felsefeye göre ATEŞ ÜSTÜNDÜR…

Evet Dostlar..

İnsanoğlunun Allah’a düşman olmasının söylemsel olarak ilan edilmesi her insi şeytanın yapabileceği bir şey değil. Ancak fiilsel olarak, tüm kutsal değerlere ve tanımlanmış hak, hukuk, adalet gibi değerlere karşı ihlal hareketinde bulunmak ve hiçbir ahlaki olguyu kabul etmeyip çiğnemek, şefkat ve merhametten uzak durmak, hiçbir dini ölçüyü kabul etmemek ki özellikle İslamiyet dinine ait her şey düşman olmak tamamen şeytanın eli ayağı gibi davranma adeta ona vücut olmak anlamına gelmektedir.Tarihte olsun,bugün olsun bunun örnekleri tüm toplumsal yozlaşma,küresel terör,savaş vs..her yerde görmek mümkün.Ve aslında tüm bu bozuk,yıkıcı ve yıkılan sahnede yer almak bir dizi şeytani eğitimden geçmek neticesinde mümkün olmaktadır.

İnsanoğlunun beslenen bencilliği, hayat algısındaki faydacı yaklaşım, her şeyi kendi isteklerine feda etme eğilimi, maddi manevi vazifelerinde gösterdiği tembellik, kendini beğenmek, beğendirmeye çalışmak, sadece kendini düşünmek, iyi görünmek, önemsenme isteği, üstünlük tavrı, yalnız kendi fikrine önem vermek, sürekli tahrip mazeretleri, her şeyi suçlamak, her şeyde bir hakkının olduğunu düşünmek, makamlara göz dikmek, zenginliğe ve güce ulaşmak, hâkimiyet kurmak, korkulur olmak, herkesin çekindiği bir konuma gelmek, istediği şeyi elde etmek hissine sahip olmak gibi kötü ahlak sahibi olmak, şeytanın ordusuna hazır asker konumunda olmak anlamına gelir.

Ve şeytanın elindeki tüm sermaye budur. Ve bu sermeye yukarıda değinildiği vecihle ateşin üstünlüğünün öz kaynağıdır. Değişik cihetler, değişik kabiliyetler, toplumlar, cemiyetler, mezhepler, politikalar vs. arasında aktif olarak kullanılır. İblise el ayak olanlar kendi çıkarlarından başlayan bir silsileyi ta ülkelerin çıkarlarına, kendi inançlarının çıkarlarına kadar bir daireye taşıyıp dünyayı ateşe verebilirler.

Ve dünya ateşe verilir.Yaş kuru ne varsa yanar..bir mühlet için zıtlar bir birinin içinde ve karışık bir şekilde durur.Ve her şey bir biriyle çarpışır…Vaktaki mühlet biter..gerek şahsi,gerek nevi,gerekse kürevi kıyamet kopar…Her şey layık olduğu yere çekilir.

Değerli Dostlar Ezcümle;

Elimizdekiler ateş mi toprak mı?

Keşke Bilselerdi...

Ateş mi, Toprak mı yazısında geçen, şeytanın insanoğluna olan düşmanlığı ile insanoğlunu Allah'ın düşmanı olması noktasındaki bağlantıya değinilmişti. Önüne konulan, eline tutuşturulan şeyin ne olduğuna bakmadan, bir öfke, bir hazımsızlık, bir inat ve altında üstünde birçok his ile sahneye çıkan insan, Yaratıcısına karşı ilan ettiği adaveti gerek bilinçli gerekse cahilce kullanmaktadır.

İnsanoğlunun nübüvvetle tanışmasıyla başlayan bu süreç içerisinde tercihleri barındırmaktadır. Aklın önüne ezber bozan, alışkanlıkların değişimini veya terkini esas alan ve ardında itaat ve inkâr ile karara bağlanmış sonuçları olan bu süreç. Âdemoğlu ister bir kişi, isterse yüz kişi olsun bu tercih konusu değişmez ve hep iki yolu ve açısı olan bir durumdur.

İnsanların büyük çoğunluğu nefislerinin işlerine geleni tercih etmektedirler. Ve bunun böyle olduğu, insanların ekserinin nankörlüğü ve şükredenlerin azlığı Allah CC tarafından çok kez ifade edilmiş. İnsanların çoğunun gittiği ve tercih ettiği yolun fenalığı, asılsızlığı ve neticesinin kötü olduğuna dair yol işaretleri bırakılmış. Âdemoğlu aynı konumunu bugünde muhafaza etmekte ve seçenekleri işaretlerken gözünü kapamayı sürdürmektedir.

Bu kadar mesnetsiz bu kadar zevksiz, bu kadar uğursuz bu kadar neticesi olmasına rağmen, hazırda bulunan bir dirhem lezzeti ileride bulunan bin batman lezzete tercih etmekte bu ağır kusurunda ısrarcıdır. Bu temerrüdün akılsızlığını anlamak için tarihin eski sayfalarına pek gitmeye gerek olmadığı gibi bin yıl önce olan ile bugün olan arasında bir fark görünmemektedir.

Çünkü gelişmeye müsait olmayan tek şey belki de “küfür”dür.Sözleri,kalıpları ifadeleri hiç değişmez.Mazi kavimlerinin kendilerine gönderilmiş peygamberleri ne ile inkar ettiklerine gözlemlendiğinde,her kavmin peygamberlerini aynı kelimelerle inkar ettikleri görünür.Büyücü,aklı yerinde değil ,uydurma şeyler,neden ilahın görünmüyor ve şöyle olsaydı böyle olsaydı ya..biz atalarımızdan gördüklerimiz üzerindeyiz vs…

Peki müptela olunan şeylerde bir değişiklik görmek mümkün mü?Yani insanın hevası’nın peşinden gittiği şeyler..mesela;eğlence,yeme içme,şehvani şeyler..bunlarda değişmez…

Sapkınlığın varabileceği uçsuz bucaksız bir nokta yoktur.Çünkü zaman ve zemin ve kainatta var olan kanunlar bunun genişlemesine müsaade etmez.Sınırlı bir hayat alanı vardır.Para ve gençlik gibi iki potansiyel sahibinin elinde kaldığı kısa mühlet içerisinde hayvani hazların sebebi olan bir sermayedir.Sonra yaşanmışlıkları boynuna bir yafta olarak asıp kaybolur..Gençlik gittiğinde gençlikle olan şeylerde gider..her ne kadar cismin ihtiyarlaması egoyu sahibi namına etkilemese de,rağbet noktasında cazibesini yitirmiş pislik bir duruma gelinmiştir.Yani ne kadar istese de kendisine müşteri çıkmaz…

Para ise o da gençlik gibi yaşlandığında veya maliki cazibesini yitirdiğinde bir işe yaramaz..varisler veya hırsızların peşine düştüğü,belki de elin de olanın hakkında ölümünün düşüldüğü dehşetli ve merhametsiz bir sebep olur.

Her açıdan sefahatin, sapkınlığın elinde olan şeyler gayet geçici ve aldatıcı ve belirli bir süreye bağlı oyun ve oyuncaklardan ibarettir.

Ve zulüm sahipleri..bunlar ise zulümlerini sırtlanmış toprak altında din gününü beklemektedirler.

Konuyu sadet manasında en özet konumuna taşırsak..şeytanın telkini şu şekildedir.İman denilen şey sizin elinizde olan zevklerinize göz dikmiştir ve özgürlüğünüzü elinizden almak istemektedir.Oysa sizin zevklerinizin zararlı olan bir yanı yoktur.

Gençsinizi,eğlenmek hakkınız..Sağlığınız yerinizde elbette canınızın istediğini yapmalısınız.Sarhoş ve aşık olmakta ne gibi bir sıkıntı olabilir..efkar dağıtmak,biraz rahatlamak kime ne zarar verebilir.Açılıp saçılmakta ne gibi bir kötülük olabilir.Doğamızın gereğince yaşamak istiyoruz.vs vs vs…Temel noktada bu alt yapı,yani insanın kontrol altına girmek istemeyen fakat kişilik erdeminin ve saygınlığının bu kontrolle mümkün olduğu fıtri değerlerinden uzaklaştırılmasıyla sağlanır.Önceki yazıda da ifade edildiği gibi,ilmi ve insani ve de imani bir tecrübeye sahip olmayan insanlar,hayvani hayat mertebesinde yaşamak zorundadırlar.Aklın kendilerine olan baskısını ise sarhoşluk eğlence ve isyan gibi baş kaldırışlarla teskin edip,daha doğrusu iptal edip yaşamlarına devam ederler.

Burada örtülü ve en haince olan aldanış..kişinin isyanına giydirdiği elbiselerdir.Bu insanların Allah’a olan düşmanlıkları Müslümanlara yönelmiş tepkiler şeklinde kendini gösterir.

Bir idare ne sebeple dini değerleri yasaklayabilir.Hangi sebeplerle inancın temel unsurlarını yok etmeye çalışır.Hangi nedenle öldürmeyi,zindanlara sokmayı,yok etmeyi hayat tarzı,ideali olarak kabul edebilir.Bunun değişmez yegane nedeni Allah’a olan düşmanlıklarını,şeytan gibi ona tabi olan insanlara karşı yürüttükleri düşmanlıklar şeklinde göstermeleridir.Yine konu esasına baktığımızda..

“Şeytanın âdemoğluna olan düşmanlığı sebebi ile yürüttüğü strateji, insanoğlunu Alla’a düşman yapmak, isyana sürüklemek olduğu gibi, kendine tabi olan insanlar ise Allah’a olan düşmanlıklarını, onu seven ve itaat edenlere karşı gösterdikleri düşmanlıklar şeklinde sergilemektedirler.”

Yoksa neden tanımadıkları, bilmedikleri, hatta hiç görmedikleri ve kendilerine zarar vermeyen, vermek istemeyen hatta onların iyiliği noktasında emek sarf eden insanların hayatlarını zir-ü zeber etmeye çalışsınlar. Bu ancak Allah’ı ele geçirememek nedeniyle onun için yaşayanlara ulaşabilmenin kendini tatmin ettiği bir eylemselliktir.

Oysa manzara ne kadar net ve aldanmışlık ne kadar barizdir.

Allah denilen zat-ı Zülcelal..bütün kainatın sahibidir.Ve her şeyi yaratan ve idare edendir.Yarattığı her şeyi mükemmel ve kusursuz yaratan bir sanatkar,hayat ve ölüm elinde olan bir kudretin sahibidir.Böyle bir zata karşı düşmanlık ilan etmek ve onu sevenleri incitmek,onun için yaşamalarını engellemeye çalışmak,eza ve cefalarda bulunmak nasıl karşılıksız kalabilir..ve bu sessiz kudret her gün yeryüzünden yaklaşık 400 Bin cenazeyi hesap dairesine almaktadır.Ve büyük mahşer için ruhlarını uygun menzillere koymaktadır.

Kur’an incelendiğinde ve bu geleceğe dair olan haberlere bakıldığında, o aldatıcı şeytanın nasıl yan çizeceği, o aldanmış insanların nasıl pişmanlıklarla vaveyla edip fırsat istedikleri ve zulüm edip, alaya aldıkları insanlardan nasıl dilencilik yaptıkları görünür. Fakat bunlardan bazıları bu düşmanlıklarında o kadar ileri gideler ki bu dehşetli akıbeti ve ikazları işitmez ve göremezler.

Allah hiçbir şeyi ihmal etmez..hiç bir bahar unutulmaz..hiç zaman güneşin çıkacağı saat şaşırılmaz..asla yağmur damlaları bir biriyle havada karışmaz..hiç bir kar katresi bir diğerine benzemez ve ayrı ayrı yer yüzüne inmek hakkındaki konumunu terk etmez.Tohumlar,yumurtalar programlarının dışında bir ürüne ve ya canlıya dönüşmez..Hiç bir insan bir diğerine hiçbir parmak izi bir başka parmak izine benzemez ve daha nice faaliyetlerin gösterdiğinden anlaşılıyor ki burada ötelenen tek şey..mahşer denilen güne ertelenen işlerdir…Ve bu işlerin o güne ertelendiği erteleyen tarafından müteaddit şekillerde söylenmiştir.Ertelenmeyen ölüm bu geçiş biletini keserek iyi kötü herkesin eline vermektedir.

İşte hayatın mahiyetini anlamayanlar ebedi hayatta kalacak vehmiyle hareket ederler ve hiç ölmeyecekmişçesine hislere sahip olurlar ve tahriplerini bu duyguların aklı uyuşturan yanıyla yaparlar. Eğer insan maziye ibret nazarıyla baksa kendilerinden binlerce kat daha zalim, yıkıcı, tahripçi, sefih, dünya lezzetlerini dibine kadar yaşamış insanların esemelerinin bile ortada olmadığını ve insanların onları yad bile etmek istemediklerini görür. Yine de güncel sapkınlıklara beşeri idol olarak bazı insanların ızdırap içlerindeki ruhları yaşatılmaya çalışılmaktadır. Fakat bu konudan zamanın bile midesi bulandığından bu dayatma da kaybolmaya yüz tutmuş.

Evet konumuz olan insanoğlunun yoldan çıkmış dallin güruhu,şeytanın sözcüleri olarak misyonunu üstlenmiş..mesela şeytan ezan sesinden rahatsız olur ve duyamayacağı mesafeye kaçar rivayet edilmiş..Aynı şekilde bugün dava vekilleri ezandan kaçmaktadır.Dini emirlere riayet ve kur’an dinlemek iblisi rahatsız eder..aynen bugün vekilleri dinden ve dinin hasiyetine ait şeylerden rahatsız olmaktadırlar.Ahlak,ibadet,güzel hasletler kötü mizaçlı hiçbir hayra bir noktalık yeri kalmamış şeytanı nasıl rahatsız eder ve insanların bu yöndeki yaşamlarını bozmak için uğraşırsa,aynı şekilde mümessilleri bunun için çabalamaktadırlar.Burada şeytanla insan arasındaki far ve bağ şudur..İnsi şeytanlar,cini şeytanların misyonunu görev addederek,yapma,değiştirme gücü olmayan şeytanın eli ayağı,kolu bacağı olurlar.Çünkü şeytan sadece söyler,fısıldar..onun kralcıları bu fısıltıyı emir telakki eder,vücut olur ve vukua sebep verirler.

Evet Dostlar!

İhmal edilmeyenlere mühlet verilmiştir.Onlara tahripleri için izin verilmiş iradeleri ellerinden alınmamıştır.İman edenler de aynı konumda dır.Mühlet sahibi ve irade sahibidirler.Seçenekleri işaretledikleri hayatları yaşarlar.Ve ölüm herkesi eşitlik çizgisinde toplar.Ve sonrası ise o mühlet süresinde yapılan işlere ait notları almaya gelir.Geri dönüşü,tedavisi,ikmali,düzeltilmesi olmayan bir sonuçla baş başa kalınır.

Denildiği gibi”Keşke Bilselerdi”…Ve zarara bilerek razı olanlara merhamet edilmeyeceğini keşke bilselerdi…Boynuzlu hayvanın,boynuzsuz hayvandan hakkını alacağını keşke bilselerdi..zalimin görünüşteki izzetli ölümü ile mazlumun zilletli ölümünün arkasında bir büyük mahkemenin beklediğini keşke bilselerdi…Keşke dünya hayatının geçiciliğini,insanların yaratıcının emirlerine uyumu ve itaati noktasında memnun edileceklerini,isyan edenlerin,yakıp yıkanların karşılıklarını alacaklarını bilselerdi…

Ve en önemlisi “Allah’ın; KULUM BENİ NASIL TANIRSA ONUNLA ÖYLE MUAMELE EDERİM” dediğini keşke bilselerdi de, O’nu tanımaya, O’nun hakkında iyi zanna sahip olacak yolculuğa çıksalardı da “O’nun “EY ÂDEMOĞULLARI BEN SİZE ŞEYTANA TAPMAYIN DEMEDİM Mİ? Dediğini duysalardı………….Keşke…

Uyuyan bebeğe ninni söylenmez…

Uyuyan bebeğe ninni söylenmez…
Bir nur dersinde şeytanın desise vermesi hakkında bir konuya temas edilmiş ve iblisin kendi yolunda gidenler için onları uykularından uyandıracak vesveselere dokunmadığın dan söz edilmişti.
Yani;ne Allah’ın varlığı,ne ibadetin gereği,ne de resullerin hakikati,ne Kur’an’nın mahiyeti,ne ahretin geleceği,ne kader ne hayır ve de ne şer hakkında,imanı ihsas edici bir noktaya değinmemek..
İslamiyet’in esasları,hususen namaz,bizzat zekat,hac ve İslamiyetin cemiyet hayatına terettüp eden ahlaki ile ilgili konular hakkında hiç ses çıkarmamak..
Az çok herkes bu tür imani ve İslami sorumluluklar hakkında sıradan bahaneleri bilir.İlk raunt sayılan bu perdede kulak tıkamak..ilgisiz durmak..acabalar ve ihtimallerle soruyu ve sorunu savuşturmak en genel uygulanan bir gaflet örtüsüdür.Ötelemek,yarınlara göndermeler yapmak,vazifeden kaçmak veya bazı aralıklarda yapmak..Cuma ve Ramazan gibi…
Birde bunun dışında gelişen şeyler vardır. Artık kişi barajı aşmış, gaflet standardından taşmış, düşüce mahsulü olarak,imanı ve dini sorgulayan bir yapıya negatif anlamda bürünmüştür.Kendi dünyasında itirazlarını kendine kabul ettirmek için nefsani rasat,şeytani telkinat ile talime başlar.Bu başlangıcın baş tacı ise kusur aramaktır.En küçük bir zaafı büyük bir delil görmek,tırnak kadar bir açıyı göz önüne getirerek koskoca bir dağın görüntüsünü örtmek gibi bir eylemsel durum gelişir.Bu süreci aştığında ise kabul ettiğini kabul ettirmek namına hareket edecektir.Aklını başına almadığında layık olduğu yere doğru sülük eder…
Bazı müspet daire insanları başlarına bir şey geldiğinde,bir hayal kırıklığı yaşadığında,emellerine ulaşamadığında,istedikleri olmadığında..yani kâinatta ki düzen onların keyiflerine uymadığında,onların istediği şekilde şekillenmediğinde,itiraz kisvesini giymekte ehli gaflet ile aynı safa geçebilmektedir.Her iki cenahında temel konusu,imansızlıkla,iman zafiyeti arasında bir durumdur.
Allah’ı tanımayanın Allah’ı sevmesini beklemek olmayacağı gibi, onun hikmetini aramak noktasında da bir şevki bulunmayacaktır. Onu tanımamak ve ya tanımaya çalışmamak insanın manen intiharı anlamına gelir. Çünkü kâinat ve hadisat ancak onun tanınması ile anlaşılabilir. Eğer bu marifet elde edilmez ise, hak canibinden görülemeyen olaylar, bütünlük ilişkisini kişin nazarında kaybeder ve sistemden çıkmış bir hikmet ve irtibatını yitirmiş bir ilişki hiçbir şey ifade etmez. Avcısından kaçarken kertenkelenin kuyruğu mesabesinde, canlı fakat anlamsız, bir şey ama hiçbir şey olmayan bir durum ortada kıvranır durur.
O nedenle eşyanın kendisi, hadiseler, değişim, gelip gitmeler, evrendeki aksiyonun her biri büyük bir amacın hücreleri, yapı taşları hükmündedir. Onları mahiyetlerine bakıldığında kendi dilleriyle bunu söylerler.
Ancak insan kainat kitabından bir bab okumak konusunda noksanlar içerisinde ise,bu evrensel düzen ile kendinde bir alaka kuramayacaktır.Dolayısıyla sistemin mihverinden çıkarak manevi kıyametini koparacaktır…
Mesela tevehhümü ebediyet hissi..yani ebedi dünyada yaşayacakmış zannı ile bir hayat tarzı benimsemek..yani kendini kandırmak..
Dünyanın kısacık hayatının,ebedi bir hayatın sermayesi olduğunu düşünmeyerek,bütün hissiyatıyla dünyaya yönelmiş olmak..
Ölümü ve her zevkin geçiciliğini düşünmemek..
Yalancı ve aldatıcı ışıklara aldamak..Şeytanın uyuttuğu etbasının hayatlarında zahiri ışıltıları daimi ışıltılar olarak değerlendirmek.
Sarayında bir bardak bile kırılmayan nemrutların,elinde her türlü maddi imkan olan ceberutların,istediği her zevke kolayca ulaşabilen imkanlı sefihlerin,her günü gün eden,her türlü rezaleti rahatça işleyen,her türlü eğlenceye kolayca ulaşan bedbahtların o muvakkat gülmelerine imrenmek ne kadar ahmakçadır.Şimdi hayatta olmayan nice kraliçeler,devrin ağız suyunu akıtan vitrin güzelleri,rahat yaşamak ise nice firavunların hayatları,gelip geçen devr-i alemin göz dolduran hayatları şimdi neredeler…Ve insan kendi hevasına sorsa..sen şimdi o dünyayı sallayan saltanatın gittiği alememi gitmek istersin?Yoksa bir kepeneğinden ve imanından başka bir şeyi olayan bir çobanın yanına mı?Elbette hiçbir ihtimal değerlendirilmeye alınmadan çoban en birinci tercihi oluşturur.Bu da şu anlama gelir ki;İnsan ne halt yediğini ve ne halt yemek istediğini ekseriya bilir..Mızmızları ise onu engelleyen sınırların olmasıdır.
Keşke bu mani olmasaydı veya keşke bu günah olmasaydı gibi..eğer o duruma düşmüş ve tövbe imkanı yada düşüncesine kavuşmamış ise..o hatayı yapmaması için hazırlanan tüm önleyici tedbirleri inkar edecektir ki vicdanı o yükün altında ezilmesin.
Dünya tüm şaşası ile ahirete nisbeten zindan hükmündedir…
Dünyanın bin sene mesudane hayatı ahiret hayatının bir saniyesine mukabil gelememesi..
Her lezzetin bir zevali,dolayısıyla da eleminin olması..
Dünyaya talip olanların dünyayı alması..yani ona verilmesi..
Asıl yurdun ahiret yurdu olduğundan gaflet edilmemesi..
İptali his ile hazıra talip olmak..vs vb…
Şiddetli hisler gibi bir biri ile zıt ancak dağlar kadar farkı olan düşünce ve tarzlar bir biri ile mücadele eder.
Eğer insan dünyanın mahiyetini anlamış, burasının bir numune diyarı olduğunu fark etmiş, tatmaya iznin olduğu ancak doymaya imkan olmadığını idrak etmiş, tecrübe ve imtihanın farkına varmış ise,dünyaya ancak bir mezra ve çarşı bir geçici konak hüviyetinde bakar ve ebedi burada kalacak gibi hayaller kurmaz,sonsuz hayat lezzetlerini kavraması noktasında küçücük mizanlar şeklinde ona verilen latifelerini burada tıka basa tatmin etmeye çalışmaz.Çünkü misafir olan kimse götürmeyeceği şeye kalbini bağlamaz.
Amma dünyayı ve kendini ölümsüz sananlar. Ve tüm duygularıyla şedit bir his ile bu fani hayata teveccüh edenler. Nereden geldiklerini sorgulamayan ve sadece dünyevi ve hayvani hislerini tatmin etmeye çalışanlar bir birleri arasında bu dengeyi korumak noktasında çok hassas davranırlar. Çıkar ilişkileri sınırları korur ve her değeri bir birlerine peşkeş çekerler. Riya vb basit hissiyatlar makyajlı birçok oyuncuyu vitrine taşır. Ve bu grup insanlar daldıkları çamurda oyuna terk edilirler. Çünkü onlar ahiretlerini vererek ve dünyaya severek bilerek talip olmuşlardır ve bu onlara verilecektir.
Ancak iman edenlerin durumu biraz farklıdır. Onlar Allah’ın da CC ifade ettiği gibi, maldan, candan vb imtihanlara tutulurlar. Sabra ve şükre davet edilirler. Musibetler hastalıklarla hayatın faniliğine aldanmazlar. Derlerinin kamçısıyla, insani kıymetin tek sebebi olan duaya koşarlar. Bilmek öğrenmek şevkine mazhar olup, ilmin talibi olurlar. Tanıdıkça tanımak sevdikçe sevmek isterler. Ve bu zahiri sıkıntılar arkasında ne kadar çok güzellikler olduğu hakkında inayet ve itminana mazhar olurlar. Ehli dünyaya imrenmez hatta onlara görmedikleri akıbet noktasında acırlar. Bu yolculuk, yani sabır şükür ve halıkından rıza yolculuğu sahibini sahibine götürür. İnsanlar gerçek hayatlarına geçtiklerinde nail oldukları nimetlerin müşahedelerine kavuştuklarında keşke buna da sabretseydim, keşke şuna da şükretseydim şeklinde hayıflanacaklardır.
Dünyanın zahiri süsü, bu yaşlı kocakarının bir hilesidir. İnsan kalbinin Rabbini zikretmeden mutmain olması mümkün mü? İnsan bu fani dünyadan ayrıldıktan sonra nereye gideceği hakkında bir bilgi sahibi olmadan ancak beyninden ruhundan kurtularak cahil bir hayvan olmakla yaşayabilir.
İki ayrı gurubu tefekkür ederken,dünyaya talip olmakla ahirete talip olmak arasındaki farkı fark etmek önemlidir.Birinde muvakkat ve fani lezzetler..diğerinde geçici elemler ve baki nimetler vardır…
Ehli dünyaya ait bütün görünen güzellikler sureta güzelliklerdir. Emniyet iman ve ahlakın hediyesidir. Sadakat bir İslami haslettir. Cesaret ve tenezzül etmemek yine hasiyeti imaniyedendir. Saygı ancak ebedi bir hayat fikrinin nimetidir. Kusur affetmek, tahammül etmek, hoş görü göstermek ve hayatı up uzun bir yolculuk ve sonsuzluk olarak görebilmek ve ona göre davranabilmek, imani bir saadeti ebediye öngörüsüdür. Bunun dışında ömür tüketmek tamamen fanteziye dayalı oyalanmaktan ibarettir.
Yani iyi yaşam ebedi niteliği olan bir yaşamdır ve mutluluk onun hakkıdır. Ebed kanadı kırık, soyu kesik bir hayat sadece bir gölge oyunu ve muvakkat nefes almaktır.
Her iki yolun yolcularına aynı gözlükle bakmamak gereklidir ki doğruluk ve yanlışlık bir birine karışmasın…

Baki Selam

Fıtrat lisanı

Değerli Dostlar!

Kaliteli fikirler, hedefli düşünceler mahiyetlerinde istikrar, sadakat ve gayret beslediklerinde maksatlarına ulaşabilirler.

Hayatın deneyimsel boyutunda, kontrol altında tutulabilen hiçbir gider, zayiat, zarar olarak addedilmemeli. İnsan karar verme noktasında bu sermayeden istifade edebileceği gibi, kişilik ve karakteristik niteliği ile niyet bağlamında da kazançlı çıkabilir. Yeter ki izlenebilir olsunlar.

Ömür geçmekte, veda zamanı yaklaşmakta ve insan kendi hayat kitabını harf harf, kelime kelime, cümle cümle işlemektedir. İçinde bir mana olan ve bir nedene bağlı yaşamak çok az insana verilmiş değerle olsa gerek. Kimi insanlar bu kıymetin şuurunda nefes almak ve nefes aldırmak adına çırpınırlar. İlke ve idealleri olan bu insanların yapıları, takdir edebilme, itaat meyilli, dinleyebilme, kabul edebilme mizacı sağlıklı olan diğer insanlara yol gösterici bir rol üstlenirler.
Ölçüsü ilim, saygı, feragat, fedakârlık gibi keyfiyete ait olan bu kimlikler, uyum içerisinde yaşayabilirler. İçerisinde kardeşlik ve sevgi barındıramayan bir cemiyet hayatı yok olur. Eğer bu sevgisizlik şahsi kalsa, ferdi hayatın iflası anlamına gelir.

İnsanlık tarihiyle asrımıza kadar intikal eden değerlere bakıldığında aslında hiçte kolay elde edilmiş şeyler olmadığı anlaşılır.
Mesela ahlaki tanımlar,
Dünya görüşleri. Yaşam notları,
Hayatın mahiyeti,
Tabiat, insan fıtratı, kötü hasletler, neticeler,
ve ömrün sona ermesiyle soyut tanımlar ve somut çıktılar gibi..Bütün Âdem neslini ilgilendiren bir deveran dönüşü…Dünya denilen sergi kuruldu kurulalı milyarlarca insanın gelip geçtiği bir Pazar yerinden yapılan alış verişin,koltuk altına alınan bir değerin anlamı büyük olsa gerek.

İnsanın doğru bir şeye doğru demesi, gördüğü bir güzelliği takdir etmesi, nitelikli bir hayatı yaşamak noktasında taklit etmesi, bilmediğini bilmesi ve öğrenmek isteğine sahip olması ve bu özelliği ile kendinde bir görev tanımlaması yapabilmesi ciddi ve gerçek insanlık adına bir hayat kalitesidir.

Perdeleri kapalı olmak, idrak ve kabul kapısını mühürlemek, ancak kayıtsız ve tepkisiz kalmanın bir eseri olabilir. Duyuları zarar görmüş veya kullanılmadığında körelmiş bir insanın, hayattan ve içindeki olgulardan şikâyet etmeye hakkı yoktur.

Aslında yaşam boydan boya bir nezaket algısı ve zarafet yaklaşımından ibarettir. Böyle bir estetiği prensi yaklaşımı içinde ele alamayan bir irade her şeyin karanlık yönüyle ilgilenmek zorunda kalacaktır.

Teşekkür edemeyen bir insanın medeni insanlarla beraber alış verişte bulunması süreklilik noktasında mümkün değildir. Yemek adabını bilmeyen bir insanın sofra adabı ile mümtaz bir davete katılabilmesi imkânsızdır. Diksiyonu olmayan, konuşma üslubundan noksan kaba bir insanın, nazik ve mütevazı insanlar arasındaki konuşması dikkat ve itibar noktasında bir anlam ifade etmez.
Dolayısıyla dünyanın bu yanını idrak edemeyen bir bakış açısı elbette kendisi gibi olan bir nev ile hareket edecek ve kavrayamadığı bu sanatsal yapıya yabani kalacaktır. Bu cehalet hırçınlığa sebep olabilir ve bu tür insanların tahrip meyli ziyadeleşir. Ayı'nın yetişemediği asma misali…

Güzel insanları izlemek, güzel sözleri dinlemek, hayata değer katan hakiki tanımlardan istifade etmek, takdir edilesi olanı takdir, şükran sunulası işlere şükran, tebrikler hak eden şeyleri tebrik etmek, bir birine bağlı müteselsil birçok güzelliğe davet edilmek anlamını taşır…


Değerli Dostlar!

İnsan kendi şahsi,ailevi ihtiyaçlarını düşünmek ve gereksinimlerini tedarik etmek noktasında nasıl dikkatli davranıyorsa..manevi ihtiyaçları için belki daha ziyade titiz davranmalıdır.Kalbini huzuru erdirmek,aklının eline bir ışık,ruhuna bir yaşam kaynağı bulmak ve ölümü yol üstünden kaldırmak için gerekli hassasiyeti şuurla göstermelidir.

Keşifler ile süren bir hayat..içsel bir yolculuk..bir dua derinliği..bir tefekkür düşünce bilinci..özür dileyebilme,bir iltica yeteneği,güzelliği görmek için sıçrayabilen dizler,gökyüzüne ulaşabilecek itaatkar bir baş kaldırış..yüksek ve ulvi yaklaşımlar..büyük niyetler..ve kim için ve kime karşı gösterildiği ile kıymet kazanan boyun büküşler,erdem ve kazanım noktasında sonsuzluk iklimlerinin rüzgarlarını gerçek insanlık üzerinde estirebilir.

Çünkü bilinmeli ki; tüm yapılabilenler ve yapılma isteği ve samimiyeti olmasına rağmen gerçekleştirilemeyen düşünceler, hakiki anlamıyla bir sadakatin ve yaratılışa ait verilmiş bir ahdin tezahürüdür. Ve yaratıcıya arz edilen fıtri bir taahhüdün ibrazı, ilanıdır.

Yoksa insanın kendi dünyasını bir saniyede alt üst edebilmesinin yanı sıra, bütün insanlık toplansa dünyanın işleyişine ait bir nizamı bozmak noktasında müdahil olamazlar. İstedikleri mevsimi getiremezler. Bir sinek kanadını yaratamazlar. Uçsuz bucaksız, hesap rakamlarıyla ölçülemeyen genişlikte bir saat gibi çalışan evrenin kurucu ve idare adicisinin hiçbir şeye ve hiçbir yardımcıya ve hiçbir kimsenin görüş ve önerisine ihtiyacı olmadığı gayet açıktır. Kirpiklerinin kontrolü bile kendisine bırakılmamış bir insanın, sonsuza karşı müstağni ve ihtiyaçsız görünmesi ve isyankâr tutumu ancak bindiği dalı telafisi imkânsız bir zararla kesmesi anlamına gelir.

İdrak nezafeti ve kendini sevdirme yaklaşımı, içsel ve kişiye özel kutlu bir yaklaşımdır. İnsan kendinden istenileni bilmekle yükümlüdür. Dostlarını tanımak, doğru yolda gidenlerin yolundan yürümekle sorumludur. En azından bu doğru açıyı aramak ve istemek şuurunda bulunmalıdır ki; güzel bir misafir olarak kabul edilsin ve ebedi memnuniyetler içerisinde ikramlara mazhar olsun…

Değerli Dostlar!

Aslında yazmak paylaşmak istediğim konu bam başka bir şeydi.Küresel Buhran yazısına yorum yapan bir kıymetli dostumuzun düşüncesine atfen;evet evet doğru söyledin..manasında birkaç kelime ifade etmekti.İnsan ne olursa olsun doğruluğu delillerle desteklenmiş,hadsiz katılımcısı olan bir davada yoluna devam etmeli,insanların hoşnutluğunu değil,insanlığın sahibinin memnuniyetini gözetmeli ve hayal kırıklıklarına bu manada önem vermemeli hakikatini tasdik ettiğimi söyleyebilmekti.

Hevesleri için yaşamayan ve hevesleri uğruna yaşamaktan kurtulmak için çabalayan tüm dostlar..Dua ile kalın………………

Bitmeyen Oyun ve Sosyal Ağlar...

İnsanın yaşam kalitesi tercihleri ile belirginleşir.Ne kadar nasihat ve öğretiden hoşlanılmasa da bilgi ve tecrübenin haddi zatında böyle bir misyonu var.Bilen konuşur..tecrübe paylaşılır..ilim akla kapı açar ve irade müstakildir.

İnsan yönlendirilmesinde meyiller neticeyi belirler. Tercih önüne koyulan veya iradeye teklif edilen her ne ise oluşturduğu etki kişinin elini uzatacağı, fikrini yolculuğa çıkaracağı, hislerini serbest veya tutacağı konumu oluşturur.

Var olmak, hayat meydanına koyulmak asla basit ve sıradan bir iş değildir. Bunun sıradan olmadığını ölüm gibi bir hakikat tüm açıklığı ile ortaya koyar. Tüm değerler, görünen ve görünmeyen âlemler, duygu dünyası, emeller, kaybetmekten korkulan şeyler, üzerine titrenen sevgililer bir anda toprak arkası ile yer değiştirir. İnsanın kendince tüm önemli meseleleri hayal derecesine düşer. O nedenle hayatında ölümünde insandan beklediği ve istediği şeylere karşı, tanılar, anlatılar ve önem sırasını yapılandıran düzenlemeler yapılmıştır.

En belirgin sınıflandırma şüphesiz yaratıcı tarafından ortaya koyulan, Peygamberleri, kitapları, seçkin ve sadık kullarıyla desteklenen ve varlık âleminde bulunan her şey ile kuvvetli bir delil hükmüne getirilen maddi ve manevi bir teşekkül ile tanzim edilen bir sistem ve organizasyonla kendini göstermiştir.

Yani madem insan ve diğer canlı ve cansız varlıklar bir amaç ve kimlikle var edilmişlerdir. Öncelikle bunun açıklanması ve neden, niçin, nereden nereye gibi ciddi soruların cevaplarının verilmiş olması lazımdır. İşte yaratıcı kudret bunu gayet sonsuz bir rahmet ve nihayetsiz bir şefkat ve rahmani bir adaletle açıklamıştır. Bu açıklamanın doğruluğuna hayatın kendisi şahit olduğu gibi, yaratıcının varlığı, birliği ve bu değerlerin temsilciliği ile diğer hayatın gerçeği ve sorumluluklar ve de neticenin ele alınacağı gibi konularda, tüm temsilcilerin görüş, görünüş ve ifade birlikteliğinde hareket etmeleridir.

Bu birlikteliğin diliyle ifade edilen gerçekler herkes tarafından az çok bilinmektedir. Az bilenlerin az bilgilerini çoğaltmak, çok bilenlerin ise bildikleri ile hareket etmeleri bu az ve çok bilmenin gerekli ve gerekçeli fiilidir. Dolayısıyla anlaşılması mümkün ve yapılması imkân dâhilinde olan ve içeriği sorumluluk barındıran her şey kişiye özel bir karşı ödemenin sayısal ve saygısal tablosunu oluşturur.

Az bilen az bildiği ile aldığı veya alacağı sorumlulukla yola çıkar ve bilgisini hareket ile birlikte bir niteliğe ulaştırmak gayesi ile yürümeye başlar. Bilenler ise buna yetinmeyerek sonsuz satırlara muhatap olmanın çekici ve öğrenmenin zevkli adımlarıyla hedeflenen noktaya doğru gider.

Bunun dışında kalanlar yani her şeye kulak tıkayan zümre belirli bir vakte kadar kendilerine mühlet verilen güruhu temsil eder. Bu güruhun gizli lideri kendisine ilk mühlet verilen şeytan’dır.

Yukarıda hayatın ve neticesine yönelik sonucu oluşturan şeylerin asla basit olmadığını ifade etmiştik.

Burada en ciddi olan konu bu kendisine ilk mühlet verilen en eski düşmanın, kendisine mühlet verilen ama bu mühletin farkında olmayan güruhun yönetilmesi işidir. Bu tepkisiz, sağır ve kör gurubun komutası şeytan ve onun temsilcilerinin elindedir.

Aklın ve muhakemenin doğru ölçme ve doğru bilgi temelli yaşamanın hayat alanı ile ölçmeme düşünmeme, önemsememe, görevsizlik olarak hayat sürmenin değerleri bir birinden çok başkadır.

Bu iki cenahın idaresi ve hayat tanımları ve vaad ve teklifleri de bir birinden doğu batı gibi uzaktır. Varlık ve yokluk kadar ayrıdır…

Bizim burada ki konumuz bu mühlet süresinin bilinçli tüketilen ömür dakikaları değil, bilinçsiz ve hazırlanan bir oyun çerçevesinde heba edilmesidir.
Bitmeyen oyunun sanal dünya perdesi… Bu perde de oyun her şeyi önemsizleştirmek ve önemsizleştirilen her şey içinde küçük değerlerin varlığını özgür göstermektir.

Tüm yüksek değerlerinizi paylaşan ancak bu değerlerinizin yanında kendi değerlerini fikre değil hislere etki eden bir plan ile yerleştiren bir sistem çalışmaktadır. Bunun örneğini çok yaygın olarak kullandığımız “sosyal ağlarda” görebiliriz.

Kısa ifadeler, hazır cevaplar, düşünceye meydan vermeden tetiklenen kendini ifade etmeler, resimler, reklamlar, kaynaştırma sistemleri, arkadaşlıklar, önermeler, dürmeler, oyunlar, gizemlilik, cazip olgular ve kimliğini gizleyebilmenin getirdiği serbestiyet dürtüsü ve daha bilinen bir yığın strateji...

Sürekli güncellik, haberdar etme, mesaj göndermeler, ekleyenler, etiketleyenler, takip edenler vs ile ilgili mailler vb…

Değerli Dostlar! Sizce bunlar masum hareketler mi?

Sosyal ağları kullananlar olarak kitap okuma alışkanlığımız ne seviye de ?

Önem verdiğimiz konular kaçıncı önem sırasında?

Bizleri ilgilendirmediğini düşünüp yanından vakarla geçebildiğimiz kaç meseleye şimdi dönüp bakmıyoruz?

Heyecanlandığımız, feyiz aldığımız ulviyetiyle bir edebi örtü altına girdiğimiz duygusal etkileşimlerimiz neler ile yer değiştirdi?

Bir birine selam vermekten çekinen insanlar hiç tanımadıkları insanlara oyun daveti veya özel mesaj yoluyla teklif ettikleri perdesizlik nasıl kazanıldı?

Erkek ve Bayanlar arasında olan veya olması gereken en önemli mesafe, ne ile ve ne için aradan kalktı?

Bütün insanlığı ilgilendiren olaylar nasıl servis ediliyor fark ediyor muyuz?

Mesela İslam dünyasında olan bir parçalanma, akan gözyaşı hakkında içimiz acıdığından bir dakika sonra herhangi bir şarkı, komik bir paylaşım, bir entrika haberi, ünlü biriyle ilgili bir duyuma kendimizi kaptırıyor muyuz?

Sistem artık içinde olmadan küçük dokunuşlarla biz tarafında yürütüle biliyor mu?
Büyük ve kurumsal işletmelerde şirketler sistemle çalışır. Departmanlarda tanımlanan görevler yerine getirildiğinde faaliyetler aksamadan yerine getirilir. Patronun iş yerinde olmasına gerek yoktur.

Şimdi dünyanın en çok kullandığı, ancak İslam ülkelerindeki kullananların kullanıldığı bu sistemin gerçek sahipleri kim bunu bilmiyor fakat kurdukları oyunların içerisinde bizlere verdikleri oyunculuk sorumluluklarını yerine getiriyoruz.

Genel itibariyle ne zaman sevineceğimizi ve ne kadar sevinebileceğimizi, ne kadar ve nası üzelebileceğimiz kısa videolar, paylaşımlarla bizlere kontrol ettiriliyor. Çok sıkılırsak bir oyuna başlar sonra da başka arkadaşlarımızı davet ederiz. Başımızı kaldırmadan bir ömür sürecek bir oyunun içine dalar gideriz…

Binlerce arkadaşımız olur ama 5-10-20 ‘sini ancak tanırız. Tüm insanlığa rahmet olan peygamberin A.S.M buyurduğu “Kişinin çok arkadaşının olması riyakârlık alametidir” hakikat ölçüsüyle kendimizi, paylaşımlarımızı beğendirmeye çalışırız.

Değerli Dostlar!

Birkaç yıl önce birilerine fikri bir kitap okuma tavsiyesinde bulunmak noktasında olsaydım..gayet titiz ve seçici bir şekilde bir şeyler söylemeye gayret ederdim.Ancak bugün ne okuyayım diye biri bir şey sorsa,istediğin her fikri kitabı oku derim.Çünkü bu tür kitaplar genelde insanların düşünce yapılarına seslenir.Akıl bu durumda doğru şeyleri ölçme ve değerlendirme niteliği ile kendi lehinde karar verebilir.Kabul etmeyebilir veya benimser.Nihayetinde fikri olarak bir yol bulabilir.

Ancak eğer insanlar hislerine yönelik bir stratejiye hedef olmuşlar ve orada yakalanmışlarsa; his muhakemeyi dinlemediğinden yanlışlar ve hatalar kaçınılmaz olur. Zaten tüm hatalar akla hâkim olan duygular yüzünden yapılır dersek mübalağa etmiş olmayız.

Tüm sapkılıklar da aklın devreden çıkarılması noktasında çalışmış ve felsefeleştirilmişlerdir. Evet, kendine kıyamete kadar mühlet verilen şeytan ve temsilcileri, kendilerine bir ömürlük mühlet verilenleri yönetmek azminde en eski düşmanlıklarını gayet sinsi bir şekilde sürdürüyorlar.

İnsanları yalnızlaştırarak,bağlı bulundukları değerlerden uzaklaştırarak,tüm çirkinliklere masumiyet elbisesi,aşk vs..kisvesi giydirerek ,ibadetten,duadan,itiraf ve sığınmaktan koparıyorlar.Yüz elli harflik dava kahramanları oluşturuyorlar.


Değerli Dostlar!

Bir tarafta;

Her şeyin nefesini elinde tutan bir Rab..

Yüz yirmi dört bin temsilci enbiya..

Âlemlere Rahmet bir Muhammed A.S.M

Kâinat kitabını okuyan bir Kur’an..

Yüz binlerce Üstatlar.. âlimler.. pirler..

Ulvi besteler,gerçek şiirler,kasidelerimiz,yol gösteren sözler..

Ölümle başlayan sonsuz bir hayat..

Diğer tarafta;

Nefsani,fani,günahlı,geçici,çirkin,haram,seviyesiz ,hayvani bir yaşam..İnsan ruhundan beslenen acımasız düşman ve düşmanlıklar…Uğursuz oyuncaklar ve bitmeyen oyunlar…Kaybedilen bir ebed………………

Evet Dostlar;

Artık eve dönme vakti…………….

Allah’a (CC) Hüsn-ü Zan Etmek…

İnsanın yaratılması ve yaratılıştaki maksat,ondan beklenen netice,mahiyeti,icraatları,hayat algısı,davranış biçimi,mukabeleleri,geri bildirimleri ,muameleleri geniş bir planın organizasyonda tesis edilmiş..

Şartlar temin edilmiş..zaman,müddet ölçülendirilmiş her şey bir kanuna bağlanmış.. ilaahir…

Bu büyük döngü ve hayatlı kurgu karşımıza özetle üç temel amaçla çıkıyor..

Risale-i Nur Külliyatı On Birinci Sözde Üstadım Bediüzzaman’ın gerekçesi ile birlikte ifade ettiği vecihle;

“İşte her cemâl ve kemâl sahibi kendi cemâl ve kemâlini görmek ve göstermek istemesi sırrınca, o sultan-ı zîşân dahi istedi ki, bir meşher açsın, içinde sergiler dizsin, ta nâsın enzarında saltanatının haşmetini, hem servetinin şaşaasını, hem kendi san’atının harikalarını, hem kendi marifetinin garibelerini izhar edip göstersin.

Ta, cemâl ve kemâl-i mânevîsini iki vech ile müşahede etsin:

*Bir vechi, bizzat nazar-ı dekaik-âşinâsıyla görsün.

*Diğeri, gayrın nazarıyla baksın.

Burada hadiseyi tazammun eden manasında;

"Ben gizli bir hazine idim, bilinmek istedim (bilinmeye muhabbet ettim) ve kâinatı yarattım." Hadis-i Kudsi'si sayılabilir.

Bunu insan akıl ve kabine yaklaştıran rahmet ise yakınlığını temin ettirmek lütfü bağlamında ise;

“Ben göklere ve yere sığmam, fakat mü’min kulumun kalbine sığarım.” Hadis-i Kudsi'si söylenebilir.

Üçüncü noktada bu iki bakış açısına ait hikmetin ortaya çıkardığı, görünmek, bilinmek, tanınmak, sevilmek, itaat edilmek, ibadet edilmek bileşeninin işlevselliğidir.

Yine Üstadım Bediüzzaman’ın dersinde irad ettiği;

man tevhidi,tevhid teslimi,teslim tevekkülü,tevekkül saadeti ebediyeyi….şeklinde hülasa edilebilir.

Tüm bu iletken bütünlük, anlayış, kavrayış ve kabullenmek olgusunun kazandırılması üzerine hareket etmektedir.İdrak etmeye zorlama yoktur..Çünkü gözün önüne serilen sanat,aklın önüne açılan hikmet,kalbin önüne açılan hakiki sebep,ruhun mahiyetinde olan cezb,vicdanın fıtri iz’an ve taraftarlığında olan sevk yolun yürünmesini kolaylaştıracak,görsel ve içsel tarifnamelerle yeterlidir.

Adil olan yaklaşım iradeyi tercihinde hür bırakmaktır. Bununla birlikte şefkatli olan yaklaşım ise, doğru olanı tercih ettirmek noktasında müreccih iradeye bir meyil oluşturmaktır.

Risale-i Nur Külliyatı-Lem’alar Kitabı, On Dördüncü Lem’anın İkinci Makamında; Allah’ın Vahdet Dairesinin genişliği ve muhatabiyette fikrin acizliği noktasında, yakınlığını ihsas etmesi meselesini ifade edilirken;
......

"Hadsiz kesret içinde vâhidiyet tecellîsi,(Allah’ın bütün varlıkları kapsayan birlik tecellisi) hitab-ı نَعْبُدُ اِيَّاكَ demekle herkese kâfi gelmiyor. Fikir dağılıyor. Mecmuundaki vahdet arkasında Zat-ı Ehadiyeti mülâhaza edip “Ancak Sana kulluk eder ve ancak Senden yardım dileriz.” demeye, küre-i arz vüs’atinde bir kalb bulunmak lâzım geliyor. Ve bu sırra binaen, cüz’iyatta zâhir bir surette sikke-i ehadiyeti gösterdiği gibi, her bir nevide sikke-i ehadiyeti göstermek ve Zât-ı Ehadi (her bir varlıkta birliği tecelli eden Allah)mülâhaza ettirmek için, hâtem-i Rahmâniyet içinde bir sikke-i ehadiyeti (Allah’ın her bir varlıkta olan birlik mührü) gösteriyor.

Tâ, külfetsiz, herkes her mertebede نَسْتَعِينُ وَاِيَّاكَ نَعْبُدُ اِيَّاكَ “Ancak Sana kulluk eder ve ancak Senden yardım dileriz.” deyip, doğrudan doğruya Zât-ı Akdese hitap ederek müteveccih olsun."

Şekliyle, Allah’ın şahdamarından daha yakın olduğu hakikatini ünsiyet içerisinde bir rahmet tecellisi olarak söylenmiş…

Evet,bir biri içinde müdahil daireler,bir birine bağlı hadiseler,vukua gelen haller,insanın temas etmesi,duçar kaldığı neticeler,sorunlar,nimetler vs..her bir vaka her şeyi ile her sonucu ile ya şükrü ya istiazeyi sığınmayı,tevekkülü,sabrı vb. iktiza etmekte..

İnsanın hoşuna gitmeyen şeyler, mahiyetindeki beka arzusu, hevasının etkisi, tutkularının müptelalığı, tevehhümleri, nefsi değerlendirmeleri bu muamma içerisinde nazarını başka bir noktaya çekebilir.

Gaflete düşebilir ve o gaflet saikasıyla hakikatin hakiki olan güzel yüzünü göremeyebilir. Dünyaya geldiğine pişmanlık gösterebilir. İsyan hallerinde kalabilir. Yaratılışın ulvi maksadına karşı edepsizlik vaziyeti alabilir. Dolayısıyla hilkat-i kâinattaki amacın dışına çıkarak, Rububiyeti müteessir edebilir. Hukuku ibada ve mahlûkatın hukuklarına tecavüz ederek, onları vazifesizlikle suçlamak suretiyle kendisi hakkında bir mahkemeyi netice verip ebedi hapis içerisinde, sonsuz olarak cehennemde kalabilir.

Hem bu felaketi önlemek hem yaratılıştaki maksadı idrak için, her şeyin iyi tarafını görmek, hikmeti anlamaya çalışmak, Kur’anı ve onun nurundan nebean eden eserleri okumakla ve Peygamberimizin A.S.M izini takip etmekle;

Allah ne yaptıysa güzel yaptı,

Neylerse güzel eyler,

Kaderin her şeyi güzeldir,

Her şey güzeldir gibi bir bakış açısına sahip olarak, hakiki mahiyetteki güzelliği idrak ederek, Allah’ın güzelliğine kanaat etmek nimetine mazhar olunmaya çalışılmalı.

O'na tevekkül etmekte,Dua etmekte, O’nu vekil tayin etmekte Rahmetine hikmetine itimad etmeli…Adaletine ,hesap görücülüğüne güvenmeli..Kudreti ile ilgili tereddüde düşmemeli…

Bilgisizliğin davet ettiği,cehaletin körüklediği vesvesenin istilasına kapılmamalı.İnsan dünyaya niye geldiğini öğrenmeli ve yaşamak maksadını idrak ederek..Sahib’ül hayatın marziyatı çerçevesinde hayatını tanzim ederek düzenlemeli…

Ancak Kur’anı, Kur’anın dersini okumadan, çalışmadan, sünnet-i seniye denilen, Allah’ın razı olduğu şeklin temsilcisi, fihristesi olan bir yaşam tarzını benimsemeden güzel görebilmek mümkün değildir.

Çünkü güzellik ancak İmani bir nazar için hakikatiyle gösterilmiştir. Yani bir diğer ifadeyle Mana-yı harfi nazarıyla her şey imana güzeldir.

Diğer zahiri güzellikler ve heveslere göre tasarruf edilen numune nimetler ehli gaflet ve hıyanetin talip oldukları peşin ücretlerdir. Lezzeti gider elemi kalır ve mahrumiyet ardından bir düşmanlık taşır…

Evet Rabbimiz başkasının nazarından görmek irade ettiği eserine bakan gözleri,ebedi manzaralarda ücretlendirmek için seyrin bir adap çerçevesinde olmasını murad etmiş ve bu dileğini Peygamberimizin yüksek ahlakından bizlere göstermiş..

Onun için işiten kulaklar, tutan eller, yürüyen ayaklar, seven gönüller, keşif yapan akıllar, hikmet peşinde giden gayretler önemlidir.

"Allah Teâla Hazretleri şöyle ferman buyurdu:

"Kim benim veli kuluma düşmanlık ederse ben de ona harp ilan ederim. Kulumu bana yaklaştıran şeyler arasında en çok hoşuma gideni, ona farz kıldığım (aynî veya kifaye) şeyleri eda etmesidir. Kulum bana nafile ibadetlerle yaklaşmaya devam eder, sonunda sevgime erer. Onu bir sevdim mi artık ben onun işittiği kulağı, gördüğü gözü, tuttuğu eli, yürüdüğü ayağı (aklettiği kalbi, konuştuğu dili) olurum. Benden bir şey isteyince onu veririm, benden sığınma talep etti mi onu himayeme alır, korurum. Ben yapacağım bir şeyde, mü'min kulumun ruhunu kabzetmedeki tereddüdüm kadar hiç tereddüte düşmedim: O ölümü sevmez, ben de onun sevmediği şeyi sevmem."

Hadis-i Kudsi

Hadisin açıklaması için bakınız; (Önemli)

http://www.sorularlaislamiyet.com/ar...r-misiniz.html

Evet, Rabbimiz tüm eserleri, kitapları, peygamberleri A.S,Evliyaları, Asfiyaları, Müçtehitleri, Mücedditleri, kendisinin nurani ve karanlıklı perdelerinin ardındaki güzelliklerin hizmetkârlarıdır.

Kendi aralarında dereceleri, mahsus mazhariyeti ve onlara göre meşrepleri vardır. Fakat amaç bin bir renkli bu haliçe-i nuraniyenin nakışlarını görmek ve talibine göstermektir.

Evet, Rabbimiz kendisine yönelik zanlar hakkında buyurmuş ve habibine söyletmiş A.S.M;

'Ben abdimin zannı yanındayım (Ona Öyle mua¬mele ederim), istediği gibi beni zannetsin'

Hadis-i Kudsi

«Ben kulumun kalbinde iki korku ve iki emniyeti toplamam. Kim (dünyada benden korksa,. Âhirette' onu emniyette bırakırım. Kim dünyada benden (azabımdan) eminse, âhirette onu korkuda bırakı¬rım,» buyurdu.

Hz. Muhammed A.S.M

“Her biriniz (başka şekilde değil) ancak Allah’a hüsnü zan ederek ölsün.”

Hz. Muhammed A.S.M

İyilik yaparak kendini Allah'a teslim eden ve hanif (tevhidi) olan İbrahim'in dinine uyandan daha güzel dinli kimdir? Allah, İbrahim'i dost edinmiştir. (Nisa Suresi)

"Şüphesiz Biz elçilerimize ve iman edenlere dünya hayatında ve şahidlerin (şahitlik için) duracakları gün elbette yardım edeceğiz." (Mümin Suresi, 51)

"...İman edenlere yardım etmek ise, Bizim üzerimizde bir haktır." (Rum Suresi, 47)

"... Şüphesiz Rabbim, benimle beraberdir; bana yol gösterecektir." (Şuara Suresi, 62)

Ey iman edenler, sabır ve namazla yardım isteyin. Çünkü Allah sabredenlerle beraberdir.

Bakara/153

'Ben abdimin zannı yanındayım (Ona Öyle mua¬mele ederim), istediği gibi beni zannetsin'

Hadis-i Kudsi


«Ben kulumun kalbinde iki korku ve iki emniyeti toplamam. Kim (dünyada benden korksa,. Âhirette' onu emniyette bırakırım. Kim dünyada benden (azabımdan) eminse, âhirette onu korkuda bırakı¬rım,» buyurdu.

Hz. Muhammed A.S.M

“Her biriniz (başka şekilde değil) ancak Allah’a hüsnü zan ederek ölsün.”

Hz. Muhammed A.S.M


Evet, mesleğimiz olan risale-i Nur bütün dersleri

Tılsım-İ Hilkatin Muamması,

Tılsım-I Muğlâk-I Âlem,

Tılsımı-I Kâinatın Keşşafı,

Hikmet-İ Âlemin Tılsımını,

Hilkat-İ İnsanın Muammâsını,

Hakikat-İ Salâtın Rumuzunu gibi meseleleri idrak etmemizin zahiri ve batıni delillerini talim etmektedir.

Ki, zannımız zahire göre hükmetmesin. Göremediği, anlayamadığı şeylerdeki güzellikleri tahkir etmesin. Zeminden semavata, hayattan ukbaya kadar olan tüm icraat-ı ilahiyenin hakikatini kavrasın. İnsanlık dünyasının tabi tutulduğu imtihanı, Allah’ın mutlak rahim, kerim ve adil olduğu hakkında ilme sahip olsun, marifete yakini olsun..muhabbete ulaşsın…

Kendini Allah’a sevdirmenin yollarını görsün..dua ve ubudiyetin adabını öğrensin..ihlas’a ulaşsın..nefsiyle,şeytanın desiseleriyle mücadele edebilmenin taktiklerini kavrasın…Rabbini isim ve sıfatlarıyla tanıyarak o’na kavuşma,o’nu razı etme isteği ile dolsun..hizmet edebilme aşkıyla yoğrulsun…

Aşağıda, Risale-i Nur’un çok önemli bir hilkat muamması dersiyle son verelim…


YİRMİ DOKUZ’NCU SÖZ’DEN;

Remizli bir nükte:

Şu kâinata dikkat edilse görünüyor ki, içinde iki unsur var ki her tarafa uzanmış kök atmış: Hayır-şer, güzel-çirkin, nef'-zarar, kemal-noksan, ziya-zulmet, hidayet-dalalet, nur-nar, iman-küfür, taat-isyan, havf-muhabbet gibi âsarlarıyla, meyveleriyle, şu kâinatta ezdad birbiriyle çarpışıyor, daima tagayyür ve tebeddülâta mazhar oluyor.

Başka bir âlemin mahsulâtının tezgâhı hükmünde çarkları dönüyor. Elbette, o iki unsurun birbirine zıt olan dalları ve neticeleri ebede gidecek, temerküz edip birbirinden ayrılacak, o vakit Cennet-Cehennem suretinde tezahür edecektir.

Madem âlem-i beka, şu âlem-i fenâdan yapılacaktır. Elbette, anâsır-ı esasiyesi bekaya ve ebede gidecektir. Evet, Cennet-Cehennem, şecere-i hilkatten ebed tarafına uzanıp eğilerek giden dalının iki meyvesidir ve şu silsile-i kâinatın iki neticesidir ve şu seyl-i şuûnâtın iki mahzenidir ve ebede karşı cereyan eden ve dalgalanan mevcudatın iki havuzudur ve lütuf ve kahrın iki tecellîgâhıdır ki, dest-i kudret bir hareket-i şedîde ile kâinatı çalkaladığı vakit, o iki havuz münasip maddelerle dolacaktır.

Şu remizli nüktenin sırrı şudur ki:

Hakîm-i Ezelî, inâyet-i sermediye ve hikmet-i ezeliyenin iktizasıyla, şu dünyayı, tecrübeye mahal ve imtihana meydan ve Esmâ-i Hüsnâsına ayna ve kalem-i kader ve kudretine sayfa olmak için yaratmış.

Ve tecrübe ve imtihan ise, neşvünemâya sebeptir.

O neşvünemâ ise, istidatların inkişafına sebeptir.

O inkişaf ise, kabiliyetlerin tezahürüne sebeptir.

O kabiliyetlerin tezahürü ise, hakaik-i nisbiyenin zuhuruna sebeptir.

Hakaik-i nisbiyenin zuhuru ise, Sâni-i Zülcelâlin Esmâ-i Hüsnâsının nukuş-u tecelliyâtını göstermesine ve kâinatı mektubat-ı Samedâniye suretine çevirmesine sebeptir.

İşte, şu sırr-ı imtihan ve sırr-ı teklif iledir ki, ervâh-ı âliyenin elmas gibi cevherleri, ervâh-ı sâfilenin kömür gibi maddelerinden tasaffi eder, ayrılır.
İşte, bu mezkûr sırlar gibi daha bilmediğimiz çok ince, âli hikmetler için, âlemi bu surette irade ettiğinden, şu âlemin tagayyür ve tahavvülünü dahi o hikmetler için irade etti.

Tahavvül ve tagayyür için zıtları birbirine hikmetle karıştırdı ve karşı karşıya getirdi.

Zararları menfaatlere mezc ederek,

şerleri hayırlara ithal ederek,

çirkinlikleri güzelliklerle cem ederek, hamur gibi yoğurarak, şu kâinatı tebeddül ve tagayyür kanununa ve tahavvül ve tekâmül düsturuna tâbi kıldı.

Vakta ki meclis-i imtihan kapandı.

ecrübe vakti bitti.

Esmâ-i Hüsnâ hükmünü icra etti.

Kalem-i kader, mektubatını tamamıyla yazdı.

Kudret, nukuş-u san'atını tekmil etti.

Mevcudat, vezâifini ifa etti.

Mahlûkat, hizmetlerini bitirdi.

Herşey mânâsını ifade etti.

Dünya, âhiret fidanlarını yetiştirdi.

Zemin, Sâni-i Kadîrin bütün mucizât-ı kudretini, umum havârık-ı san'atını teşhir edip gösterdi.

Şu âlem-i fenâ, sermedî manzaraları teşkil eden levhaları zaman şeridine taktı.

O Sâni-i Zülcelâlin hikmet-i sermediyesi ve inâyet-i ezeliyesi,

o imtihan neticelerini, o tecrübenin neticelerini,

o Esmâ-i Hüsnânın tecellîlerinin hakikatlerini,

o kalem-i kader mektubatının hakaikini,

o nümune-misal nukuş-u san'atının asıllarını,

o vezâif-i mevcudatın faydalarını, gayelerini,

o hidemât-ı mahlûkatın ücretlerini ve

o kelimât-ı kitab-ı kâinatın ifade ettikleri mânâların hakikatlerini ve istidat çekirdeklerinin sünbüllenmesini

ve bir mahkeme-i kübrâ açmasını

ve dünyadan alınmış misalî manzaraların göstermesini

ve esbab-ı zâhiriyenin perdesinin yırtmasını

ve herşey doğrudan doğruya Hâlık-ı Zülcelâline teslim etmesi gibi hakikatleri iktiza etti.

Ve o mezkûr hakikatleri iktiza ettiği için, kâinatı dağdağa-i tagayyür ve fenâdan, tahavvül ve zevalden kurtarmak ve ebedîleştirmek için, o zıtların tasfiyesini istedi ve tagayyürün esbabını ve ihtilâfâtın maddelerini tefrik etmek istedi.

Elbette kıyameti koparacak ve o neticeler için tasfiye edecek. İşte, şu tasfiyenin neticesinde Cehennem ebedî ve dehşetli bir suret alıp, taifeleri “Sizler, ayrılın, ey mücrimler!” Yâsin Sûresi, 36:59. tehdidine mazhar olacak; Cennet ebedî, haşmetli bir suret giyerek, ehil ve ashabı "Size selâm olsun. Buraya ter temiz geldiniz. Ebediyen kalmak üzere girin Cennete." Zümer Sûresi, 39:73. hitabına mazhar olacak.

Amenna