“ Bismillâhirrahmânirrahim..”
116 - *EN YÜKSEK HASLETLERİ TAŞIYAN
BİR ŞAHSİYET* *(A.S.M)*
Anlamı: En yüksek huy ve karaktere
sahip olan Hz. Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm.
… Bu zâtta (a.s.m.), hattâ
düşmanlarının tasdikiyle dahi, bütün güzel huyların ve hasletlerin bulunması…
Şualar
*BU İSMİN/SIFATIN HAKİKATİNE DAİR;*
… Pek çok kudsî şehadetleri ihtiva
eden, bu kâinatta tasarruf ederek zerrattan seyyarata kadar bütün tahavvülât ve
harekât ve sekenât ve hayat ve memat gibi bütün tasarrufat, emriyle,
iradesiyle, kuvvetiyle bulunan Zât-ı Vâcibü’l-Vücudun icraat-ı rububiyeti ve
ef’âl-i Rahmâniyeti cihetinde risalet-i Muhammediyeye (a.s.m.) mukaddes
şehadetine işaret eden, bu gelen Arabî fıkradır: ( Meal)
“ Kâinat Sahibi ve Hâlıkı ve
Mutasarrıfının, Rahmâniyet ef’âli ve rububiyet icraatıyla, risalet-i
Muhammediyeye şehadeti. Meselâ Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyanı ona indirmek ve onun
elinde envâ-ı mu’cizatı izhar etmek ve her türlü halinde onu himaye ve muvaffak
ederek onun dinini bütün hakikatleriyle beraber idame ettirmek ve onun makam-ı
hürmet ve şerefini yüceltmek ve ona bilmüşahede bütün mahlûkatın üzerinde makam
vermek gibi Rahmâniyet fiilleri ve onun risaletini kâinatına mânevi bir güneş
yapmak ve onun dinini, kullarının kemâlâtına bir fihriste yapmak ve onun
hakikatini, ulûhiyetinin tecelliyatına câmi bir ayna yapmak ve bu kâinatta mahlûkatın
vücudu için rahmet ve hikmet ve adaletin lüzumu ve gıda ve su ve hava ve ışığın
zarureti derecesinde zarurî vazifelerle onu tavzif etmek gibi rububiyet
fiilleriyle, bu Kâinat Sahibi, onun hakkaniyetine şehadet eder.”
Bu pek kat’î ve çok geniş ve kudsî şehadetin
tafsilâtını Risale-i Nur’a havale edip, gayet kısacık bir işaretle meal-i
icmalîsine bakacağız:
Evet, bu kâinatta, gözümüz önünde bu
muntazam tasarrufatı içinde adalet ve hikmetle ve rahmet ve inayet ve himayetle
her zaman iyileri himaye ve fenaları ve yalancıları tokatlamak, rububiyetinin
bir âdeti olmasından, ef’âl-i Rahmâniyet muktezasıyla bir Kur’ân-ı
Mucizü’l-Beyânı, Muhammed’in (a.s.m.) eline vermesi; ve bine yakın mu’cizelerin
pekçok envaını ona vermesi; ve bütün hâlâtında ve en tehlikeli vaziyetlerinde
şefkatkârâne himaye ve hattâ güvercin ve örümcekle muhafaza etmesi; ve büyük
vazifelerinde onu tam muvaffak etmesi; ve dinini bütün hakikatleriyle idâmesi;
ve İslâmiyetini zeminin ve nev-i beşerin başına geçirmesi; ve bütün mahlûkat
üstünde bir makam-ı şeref ve meşahir-i insaniyenin fevkinde daimî bir rütbe-i
makbuliyet ve dost ve düşmanın ittifakıyla en yüksek hasletleri taşıyan bir
şahsiyeti vermekle, beşerin beşten birisini ona ümmet etmesi, gayet kat’î bir
tarzda sadıkıyetine ve risaletine şehadet ettiği gibi; ef’âl-i rububiyet
cihetinde dahi görüyoruz ki, bu âlemin Mutasarrıfı ve Müdebbiri, Muhammed’in
(a.s.m.) risaletini bu kâinata bir mânevî güneş yapıp, Nur Risalelerinde ispat
edildiği gibi, onunla bütün karanlıkları izale ve nuranî hakikatlerini gösterip
ve bütün zîşuuru, belki kâinatı hayat-ı bâkiye müjdesiyle sevindirdiği gibi;
dinini dahi bütün makbul ehl-i ibadetin fihriste-i kemâlâtı ve harekât-ı
ubudiyette sağlam bir program yapması gibi Muhammed’in (a.s.m.) şahsiyet-i
mâneviyesi olan hakikatini, Kur’ân’ın ve Cevşen’in delâletiyle tecelliyat-ı
ulûhiyetine bir âyine-i câmia yapması; ve sabıkan işaret ettiğimiz hakikatlerin
Ve on dört asırda hergün ümmetinin
bütün hasenatlarının bir mislini kazanmasının ve hayat-ı içtimaiye ve mâneviye-i
beşeriyedeki âsârının delâletiyle, nev-i beşere en yüksek reis ve mukteda ve
üstad yapması; ve onu büyük ve kudsî vazifelerle beşerin imdadına gönderip
rahmet, hikmet, adalet, gıda, hava, mâ, ziya derecesinde insanları onun dinine,
şeriatına, İslâmiyetteki hakikatlerine muhtaç HAŞİYE yapması ile on iki küllî
ve kat’î hüccetlerle risalet-i Muhammediyeye (a.s.m.) kudsî şehadet ettiği
halde, acaba hiç mümkün müdür ki, sinek kanadının ve bir çiçeğin tanziminden
lâkayt kalmayan bu Kâinat Sahibinin bu derece küllî ve geniş şehadetlerine
mazhar olan risalet-i Muhammediye (a.s.m.), kâinatın mânevî bir güneşi olmasın?..................
Şualar
HAŞİYE:Ben, bu ihtiyarlığım ve
perişaniyetim içinde, zât-ı Muhammediyenin (a.s.m.) getirdiği erzak-ı
mâneviyenin milyondan birisini hissettim. Elimden gelseydi, milyonlar lisanla
salâvatlarla ona teşekkür edecektim. Şöyle ki: Ben firaktan, zevâlden çok
inciniyorum. Halbuki, sevdiğim dünya ve dünyeviyeler, mufarakatla beni bırakıp
gidiyorlar. Ben de gideceğimi biliyorum. Bu pek elîm ve canhıraş meyusiyete karşı,
birden saadet-i ebediye ve hayat-ı bâkiye müjdesini zât-ı Ahmediyeden (a.s.m.)
işitmekle kurtuluyorum ve tam teselli buluyorum. Hattâ teşehhüdde, (Ey
Peygamber, Allah’ın selâmı, rahmeti ve bereketi üzerine olsun.) dediğimde, ona
hem biat, hem memuriyetine teslim ve itaat, hem vazifesini tebrik, hem bir nevi
teşekkür ve saadet-i ebediye müjdesine bir mukabeledir ki, Müslümanlar, hergün
beş defa bu selâmı yaparlar.
… O, şüphesiz hakikatlerin
mecmaidir; apaçık, iman nurlarının kaynağıdır; şüphesiz, saadete ulaştırıcıdır;
meyveleri, bilmüşahede, insanların kâmil, olgun şahsiyetleridir. Çeşitli
belirtilerden doğan bir hads-i sadıkla sabittir ki, meleklerin ve insanların ve
cinlerin makbulüdür. Akıllı ve kâmil insanların ittifakıyla sabittir ki, bütün
aklî deliller onu teyid eder. Vicdanın Kur’ân ile itminan bulması şehadet eder
ki, bozulmamış fıtratlar onu tasdik eder. O, bilmüşahede, ebedî bir mucizedir.
Ve bir mutlak basar sahibidir ki,
bütün eşyayı apaçık görür, pek uzak ve gayb âlemlerine, pek yakında olan hazır
birşey gibi bakar. Öyle bir genişliği ve kapsamı vardır ki, mele-i âlâdaki
mukarreb melekleri bir dersiyle irşad ederken, aynı dersiyle bir çocuğu dahi
irşad eder. Talim ve irşadı, basitin en basitinden, yükseğin en yükseğine kadar
bütün şuurlu tabakaları öylesine kuşatır. “Ondan başka ilâh yok” ve “Bilin ki,
Allah’tan başka ilâh yoktur” (Muhammed Sûresi, 47:19) şeklindeki tekrarladığı
kesin şehadetleriyle, görünen âlemde gayb âleminin lisanıdır… Yirmi Dokuzuncu Lem'a / Arabi Dördüncü Bab’dan
Tercüme
*SÜNNET-İ SENİYE NOKTASINDA BU
İSİMDEN/SIFATTAN HİSSEMİZ;*
Hüsn-ü sîret ve cemâl-i suretle
mümtaz bir zâtı görüyoruz ki, elinde mu’ciznümâ bir kitap, lisanında
hakaik-âşinâ bir hitap, bütün benî Âdeme, belki cin ve inse ve meleğe, belki
bütün mevcudata karşı bir hutbe-i ezeliyeyi tebliğ ediyor. Sırr-ı hilkat-i âlem
olan muammâ-i acibânesini hal ve şerh edip ve sırr-ı kâinat olan tılsım-ı
muğlâkını feth ve keşfederek, bütün mevcudattan sorulan, bütün ukulü hayret
içinde meşgul eden üç müşkül ve müthiş sual-i azîm olan “Necisin? Nereden
geliyorsun? Nereye gidiyorsun?” suallerine mukni, makbul cevap verir….. Mektubat