ESMÂÜ'L-HÜSNÂ NOTLARI etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
ESMÂÜ'L-HÜSNÂ NOTLARI etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

19.11.17

ESMÂÜ'L-HÜSNÂ NOTLARI / EL-HAMÎD

EL-HAMÎD ………..( çok geniş olan ve bu genişliği ile hadsiz muhteviyatı kendinde barındıran bu esma hakkında kısa notlar paylaşılacaktır inşallah………..

ANLAMI: Her ihsan ve nimetin sahip ve Muhsin’i, her mükemmel sıfat ile muttasıf, övgüye layık olan, kendine hamd edilen…

"Hamd, gökleri ve yeri yaratan, karanlıkları ve aydınlığı var eden Allah'a mahsustur..." En'âm sûresi /1

 BU İSİM İLE GENEL ANLAMDAKİ BAĞIMIZ:

İnsan her türlü övgüye layık, her sıfatı mükemmel olan Allah’ın dest-i kudretinden çıkmış ve iki dünyasına ait külli nimetlerine mazhar olmuştur. Fıtratına derc edilen tüm bu nimetler şükür ve hamd gibi mukabele ister. Ve insan üzerinde olsun, ebnayı cinsinde olsun, alakadar olduğu dünya da olsun her neye ve her kime isabet ederse etsin verilen nimetlerin hamdin de bulunmalıdır. Çünkü nimetler şükür için verilmiştir. Hamd ile şükür arasındaki farkı kısaca ifade edersek, insanın şahsi olarak mazhar olduğu nimetlere şükür, alakadar olduğu tüm hayatı ilgilendiren külli nimetlere de hamd eder. Demek ki İnsan, hem kendi âleminde hem de harici âlemde, Direkt veya dolaylı olarak mazhar olduğu nimetlere hamd ve şükürle mukabelede bulunması bir vazife-i fıtrattır. Ve insanın üstün vasıflara sahip olması, dünyada ve ukbada bu sıfatlar nedeniyle, lütuf ve iltifata mazhar olması, Hamid isiminin tecellisindendir.

BU İSMİN HAKİKATİNE DAİR;

…………. “ Ne kadar hamd ve medih varsa, kimden gelse, kime karşı da olsa, ezelden ebede kadar hastır ve lâyıktır o Zât-ı Vâcibü’l-Vücuda ki, Allah denilir.”……….. Mektubat | Yirmi Dokuzuncu Mektup

..........Lehül Hamd : Yani, hamd ve senâ, medih ve minnet Ona mahsustur, Ona lâyıktır. Demek nimetler Onundur ve Onun hazinesinden çıkar. Hazine ise daimîdir……….Yirminci Mektup | Birinci Makam

.........Lehül Hamd : Yani, bütün mevcudatta sebeb-i medih ve senâ olan kemâlât Onundur. Öyle ise, hamd dahi Ona aittir. Ezelden ebede kadar her kimden her kime karşı gelen ve gelecek medh ü senâ Ona aittir. Çünkü sebeb-i medih olan nimet ve ihsan ve kemâl ve cemâl ve medar-ı hamd olan herşey Onundur, Ona aittir….. Yirminci Mektup | İkinci Makam

………….Kitabın saydıkları adedince Allah’a hamdolsun, kitabın içindekilerin adedince Allah’a hamdolsun, yarattıkları sayısınca Allah’a hamdolsun, yarattıklarının dolusunca Allah’a hamdolsun, göklerinin ve yerinin dolusunca Allah’a hamdolsun, her şeyin adedince Allah’a hamdolsun…Hz. Muhammed A.S.M

Evet, Hamde layık oldur. Çünkü bütün kemal sıfatları ile mevsuftur.Kendise hamd ile mukabelede bulunan kullarını yücelten ve öven O’dur……….. “Bir topluluk Allah’ı zikretmek üzere bir araya gelirse melekler onların etrafını sarar; Allah’ın rahmeti onları kaplar; üzerlerine sekînet iner ve Allah Teâlâ onları yanında bulunanlara över.” Hz.Muhammed A.S.M

" Sen Rabb’ini hamd ile tesbih et ”.. (Hıcr 15/98)

" Güneşin doğmasından ve batmasından önce Rabb’ini överek tesbih et”..(Tâha 20/130, Kaf 50/39)

" Akşam sabah Rabb’ini överek tesbih eyle”.. (Mümin 40/55)

" Kalktığın zaman Rabb’ini övgü ile an”.. (Tûr 52/48)

BU ESMA-İ İLAHİYEDEN İYİ HUYLAR, ULVİ HİSLER, DOĞRU FİKİR VE GÜZEL DÜŞÜNCELER İLE YÜKSEK AHLÂK EDİNME;

Cenâb-ı Hak, hadsiz kudret ve nihayetsiz rahmetini göstermek için, insanda hadsiz bir acz, nihayetsiz bir fakr derc eylemiştir. Hem hadsiz nukuş-u esmâsını göstermek için insanı öyle bir surette halk etmiş ki, hadsiz cihetlerle elemler aldığı gibi, hadsiz cihetlerle de lezzetler alabilir bir makine hükmünde yaratmış.

Ve o makine-i insaniyede yüzer âlet var. Herbirinin elemi ayrı, lezzeti ayrı, vazifesi ayrı, mükâfâtı ayrıdır. Adeta insan-ı ekber olan âlemde tecellî eden bütün esmâ-i İlâhiye, bir âlem-i asgar olan insanda dahi o esmânın umumiyetle cilveleri var. Bunda sıhhat ve âfiyet ve lezâiz gibi nâfi emirler nasıl şükrü dedirtir, o makineyi çok cihetlerle vazifelerine sevk eder, insan da bir şükür fabrikası gibi olur….Lem’alar

Evet, İnsanın Allah’ın C.C nimetlerinden gafil olmaması, kendine ve alakadar olduğu dünyadaki nimetleri tefekkür etmesi ve bunların bilinmesine, fark edilmesine vesile olması, Hamid isminden müstefit olduğunu gösterir ve Allah C.C katında değeri olur……… Rabbinin nimetini anlat da anlat…Duha/11

…………… Allah’ın nimetlerini anın ki, felah bulasınız… [Araf 69]

Öyle bir Allah'a hamd olsun ki, kâinat ile tâbir edilen şu kitab-ı kebîr ve onun tefsiri olan Kur'ân-ı Azîmüşşanın beyanına göre bütün babları ile fasılları ve bütün sayfaları ile satırları ve bütün kelimatı ile harfleri, o Zât-ı Akdese, sıfât-ı cemâliye ve kemâliyesini izhar ile hamd ü senâhandır. Şöyle ki:

O kitab-ı kebîrin herbir nakşı, küçük olsun, büyük olsun, karınca kaderince, Vâhid ve Samed olan Nakkaşının evsaf-ı celâliyesini izhar ile hamd ü senâlar eder. Ve kezâ, o kitabın herbir yazısı, Rahmân ve Rahîm olan Kâtibinin evsâf-ı cemâlini göstermekle senâhan oluyor. Ve kezâ, o kitabın bütün yazıları noktaları, nakışları, Esmâ-i Hüsnânın tecelliyat ve cilvelerine mâkes ve mazhar olmak cihetiyle, o Zât-ı Akdesi takdis, tahmid, temcid ile senâhandır… Şualar - Yirmi Dokuzuncu Lem'adan İkinci Bâb [Elhamdulillah Hakkındadır]

……………

“ Allahü teâlâyı anmak üzere toplananları melekler ve ilahi rahmet kuşatır.”  [Hz.Muhammed A.S.M]

“ Sırf rıza-i ilahi için toplanıp Allahü teâlâyı ananlara göklerden bir münadi, "Allahü teâlâ günahlarınızı sevaba çevirdi. Yerinizden mağfiret edilmiş olarak kalkın!" diye seslenir.) [Hz.Muhammed A.S.M]

.

ESMÂÜ'L-HÜSNÂ NOTLARI / EL-MUHSÎ

EL-MUHSÎ

ANLAMI: Sınırsız ilmi ile herşeyi ihata eden, mülkünde bulunan her şeyin sayısını hiçbir şey hariç kalmayacak şekilde bilen demektir.

"Gerçekten Biz ölüleri diriltiriz, onların önceden yapıp gönderdiklerini ve bıraktıkları eserlerini yazarız. Zaten biz her şeyi açık bir kütükte, bir "imam-ı mübin"de (ana kitapta, yani Levh-i mahfuzda) sayıp tesbit etmişizdir."…. Yâ-Sîn sûresi / 12

BU İSİM İLE GENEL ANLAMDAKİ BAĞIMIZ:

Her Esma-i İlahiye ile mahiyetimizin bir irtibatı vardır. Çünkü insan mahiyeti camiasıyla esma-i ilahiyeye ayinedir. Onların nakışlarını üzerinde gösterir. Tecelli ve tezahürlerine makes olur... Ve bu noktada en direk bağlantı, yaratan ve yaratılan arasındaki bağlantıdır. Yani o kalemin yazısı olmak, marziyatın işlediği bir sayfaya dönmek, o iradenin muradı olan manaların yazıldığı zarfta mazruf olmak gibi nispetler, Rabbi ile kulu arasında en yüksek irtibatın niteliğini ifade ederler.

Ve bu isim bağlamında insan evveli, bugünü, ahiri ve tüm varlığıyla, herşeyi ile sayılıdır. Tüm zerreleri ile sayılmaktadır ve de tüm hesabıyla Muhsî olan Rabbinin ilminde mahfuzdur.

Ve bu ismin insanda bir başka tezahürü ise, kendine tevdi edilen ve mahiyetine derc edilip hıfzı emredilen hususların kontrolü ve muhafaza edilmesi şeklinde görülmektedir.

BU İSMİN HAKİKATİNE DAİR;

Evet, yaratılışımızda ve hayatımızın devamında ihtiyacımız olan, bize misafir olan, beslenmemizde, tedavimizde kullanılan her ne kadar unsur varsa hem onlar ve onları oluşturan maddesel değerleri, hem onlar ile teşekkül ettirilen organlar, değişime uğrayan ve onarılan tüm azalar ve daha nice var edilmiş ve varlığı sürdürülen şeyler onun ilmi ve bilgisi dâhilindedir. Ve tüm işlerde kullanılan zerlereler bir hendese ile çalışır, vazifesini yapar ve takdirle gelip takdirle giderler…

Ve kâinatta olan her şeyin mahiyeti bir muhasebeye, plan ve programa dayanır. İşte insan ve diğer canlı cansız varlıklar, noktasından virgülüne her şeyi ile sayılmış, planlanmış, tanzim edilmiş, vücuda getirilmiş, onlara lazım olan her şey planlanmış ve sayılmış yerleştirilmiş, yaratılmış ve yaratılmaktadır. Ve bu hesap, bilimin geldiği nokta itibariyle şeffaflaşmış, ölçülebilir ve görünebilirliğe sahiptir. Vücudu eşya, mahlûkat, masnuat ve mevcudatın teşekkülü, azalarının tanzimi, ihtiyaçların verilmesi, yapısal özellikler gibi her şeyin sayısal bir değeri olduğu mü’cizane bir şekilde izlenebilmektedir. Ve Rabbimiz MUHSÎ ilmiyle her şeyin sayısını tek tek bilmektedir. Bunu da her mahlûkatına koyduğu alamet-i farika mührüyle göstermektedir. Çünkü sayıları bilinmeyen şeyler, düzensizlikleri ile karışıklığa kargaşaya sebep olur. Oysa Allah her yarattığı şeye takdir ettiği şeylerle onu bir diğerinden farklı kılar. Ve parmak uçlarından saç tellerine kadar olan bir birinden farklılık, özelliklerin ve değerlerin biri tarafından bilindiğini ve ortaya çıkarılan her şeyin o bilen tarafından yapılan bir hesap ve takdirle olduğunu aşikâre gösterir.

Ve insanın fiilleri de bir takip ve sayılmışlıkla hesaplanan işler içindedir…

"O gün Allah onların hepsini diriltecek ve yaptıklarını kendilerine haber verecektir. Allah onları bir bir saymıştır. Onlar ise unutmuşlardır. Allah her şeye şâhiddir." Mücâdele sûresi / 6

Evet, Rabbimiz kusursuz ulûhiyetini, adalet ve hâkimiyetini, her şeyin bani ve maliki olduğunu mahşer gününde perdesiz ortaya koyacak ve izzet ve celalini tecelli ettirecektir…

"O gün herkesin amel defteri ortaya konulmuştur. Ey Muhammed! Günahkârların, amel defterlerinden korkarak: "Eyvah bize! Bu nasıl deftermiş ki, büyük küçük hiçbir şey bırakmadan hepsini saymış dökmüş" dediklerini görürsün. Onlar, bütün yaptıklarını hazır bulmuşlardır. Senin Rabbin hiç kimseye zulmetmez." Kehf sûresi / 49

BU ESMA-İ İLAHİYEDEN İYİ HUYLAR, ULVİ HİSLER, DOĞRU FİKİR VE GÜZEL DÜŞÜNCELER İLE YÜKSEK AHLÂK EDİNME;

Evet, bu ismin insanda tezahür eden en net şekli, kulun kendisinin bir hâkim bir nazarın altında olduğu, her şeyinin izlendiği, tüm amellerinin yazıldığı bilinci ile nefsi kontrolünü kaybetmemektir.



Bununla birlikte dünyevi tezahür noktasında kişinin sorumluluk dairesinde olan iktisadi plana bağlı olarak elinde olanları, başkası ile ilgili alış veriş münasebetlerinde rakamsal değerlere hâkimiyeti, adaleti, hak ve hukuku muhafaza gibi hususlardaki idaresidir.

.

ESMÂÜ'L-HÜSNÂ NOTLARI / EL-MÜBDÎ

EL-MÜBDÎ

ANLAMI: Tüm varlıkları, örneksiz, numunesiz olarak ilk baştan icad edip yaratan, kâinatı yoktan hâlk eden demektir.

"Yoktan O yaratır ve tekrar O diriltir." Bürûc sûresi / 13

BU İSİM İLE GENEL ANLAMDAKİ BAĞIMIZ:

Rabbimizin eser-i sanatıyız. Yoktan vücuda getirdiği mahlûklarıyız. O’nun hâlk edişini en güzel gösteren eseriyiz. Hiç kimseye benzemeyen özelliklerimizle, isim ve sıfatlarının şahsımıza mahsus tecellisine mazharız.

Evet, insanının hayra ve güzelliğe karşı olan fıtri meyilleri, Allah’a yakınlaştıracak ihlasa mazhariyeti,  bu ismin insan kabiliyet ve iradesindeki tezahüründendir. Yani; Nasıl o insan, sadece kendine mahsus olan bir sima, farklı cihazatı, muhtelif letaifi ile özelleştirilmiştir. Ve yaratılışı yaratanı ile arasında olan bir nitelikle irtibatı, bire bir tabir edilecek bir münasebeti gösterir. Öyle de İnsandan beklenen de sadece Rabbinin rızasını gözetmesi ve ne yapıyorsa yalnızca onun için yapması, araya başka şeyler bulaştırılmaması anlamına gelir.

BU İSMİN HAKİKATİNE DAİR;

"Yarattığı her şeyi güzel yaratan ve insanı yaratmaya bir çamurdan başlayan O'dur." Secde sûresi /7

"Allah'ın mahlûkunu ilk baştan nasıl yarattığını, sonra bunu tekrarladığını görmediler mi? Şüphesiz bu, Allah'a göre kolaydır." Ankebût sûresi /19

…..Evet, Kadîr-i Zülcelâlin iki tarzda icadı var:

Biri ihtirâ’ ve ibdâ’ iledir. Yani hiçten, yoktan vücut veriyor ve ona lâzım herşeyi de hiçten icad edip eline veriyor.

Diğeri inşa ile, san’at iledir. Yani, kemâl-i hikmetini ve çok esmâsının cilvelerini göstermek gibi çok dakik hikmetler için, kâinatın anâsırından bir kısım mevcudatı inşa ediyor; her emrine tâbi olan zerratları ve maddeleri, rezzâkiyet kanunuyla onlara gönderir ve onlarda çalıştırır.

Evet, Kadîr-i Mutlakın iki tarzda, hem ibdâ’, hem inşa suretinde icadı var. Varı yok etmek ve yoğu var etmek en kolay, en suhuletli, belki daimî, umumî bir kanunudur. Bir baharda, üç yüz bin envâ-ı zîhayat mahlûkatın şekillerini, sıfatlarını, belki zerratlarından başka bütün keyfiyat ve ahvallerini hiçten var eden bir kudrete karşı “Yoğu var edemez” diyen adam, yok olmalı!........ Lem'alar | Yirmi Üçüncü Lem'a

….Sen bir mevcutsun. Eğer Kadîr-i Ezelîye kendini versen, bir kibrit çakar gibi, hiçten, yoktan, bir emirle, hadsiz kudretiyle, seni bir anda halk eder… Lem’alar | Yirmi Üçüncü Lem'a

…Hülasa: Yirmi Üçüncü Lem’a Tabiat Risalesi bu konuyu şümullü bir şekilde ders vermektedir…. Okunması tavsiye edilir…

BU ESMA-İ İLAHİYEDEN İYİ HUYLAR, ULVİ HİSLER, DOĞRU FİKİR VE GÜZEL DÜŞÜNCELER İLE YÜKSEK AHLÂK EDİNME;

Bu esma ile bağımızın ifade edildiği ilk bölümde kısaca değinildiği gibi..bu isimden istifade noktasını belirleyen en net özellik İhlâsın tezahürüdür. İnsan kendisin halk edilişinde gösterilen ihtmama karşılık olarak,Rabbinin marziyatı doğrultusunda sadece ona bakan bir niyet ve fiiller ile rızasına teveccüh etmesi, yaratılış akdini yerine getirdiği anlamında gelir.
Çünkü yoktu var edildi.
Onda kimsede olmayan özellikler yaratıldı.


Onda çeşitli hissiyatlar duygular hâlk edildi..O kimseye benzemez yönü ile birdi ve kendi yaratılışın ilkiydi..O bir MÜBDÎ’nin dest-i hilkatinden çıktı…Şimdi o, bu ihsana karşı, hem kendi yaratılışını hem de yaratılmış olanların yaratılış mucizesine tefekkür ile şahit olacak ve şahit olduğu bu tefekküre Rabbini şahit tutacak…………..Ve her işinde tüm istidat,kabiliyet,niyet ve istekliliği ile sadece O'na, yaratanına teveccüh edecek…Yani,” Sen nasıl beni kimseye benzemeyen özellikler ile bir olarak yarattın ben de senin bu ihsanına karşı sadece seni bir bildim………tarzı hayata sahip olacak…


.

ESMÂÜ'L-HÜSNÂ NOTLARI / EL-MÜ’ÎD

EL-MÜ’ÎD

ANLAMI: Mevcudatı ölümden sonra tekrar yaratacak, diriltecek olan manasınadır.

" Sizi yerden (topraktan) yarattık, yine (ölümünüzden sonra) ona döndüreceğiz. Hem de ondan sizi bir kere daha çıkaracağız.." Tâ-Hâ sûresi / 55

BU İSİM İLE GENEL ANLAMDAKİ BAĞIMIZ:

"Her nefis ölümü tadacaktır. Sizi bir imtihan olarak şer ile de hayır ile de deniyoruz. Hepiniz de sonunda Bize döndürüleceksiniz.." Enbiyâ sûresi /35

Evet, insan hayata mazhar olduğu gibi ölümle birlikte ebedi hayata geçiş yapacaktır. Hayatın en mühim neticesi, uhrevi bir sıhhat ile saadetli bir ahiret hayatıdır. Ve Allah ölümden sonra hayata mazhar her mevcudu diriltecektir. Bu çok ehemmiyetli icraat Rabbimizin marziyatı ve isimlerinin iktizaları ve kuşattığı sonsuzluğun hakikati le gayet gereklidir. Allah bunu yapmaya muktedirdir. Onuncu söz ve yirmi dokuzuncu söz bu konuların tüm muhteviyatı ile ders alabileceğimiz Risale-i Nur dersleridir…

Bununla birlikte bu ismin insanın amelindeki devamlılığa kuvvet vermesi ile ilgili tecellisi vardır. İnsan ubudiyet fiillerinde muvaffak olmak için manevi dirilişlere ihtiyaç duyar. Âlemindeki fıtri ve ilmi manaların uyanışı, latifelerine tesiri, kuvvelerin bu manadaki hayatlanması bu ismin tezahürlerindendir. 

BU İSMİN HAKİKATİNE DAİR;

Konuyu yukarıda bahsettiğimiz Nur Risalelerine atfederek Lem’alardan kısa bir bölümle iktifa edeceğiz…

………..Bil ki, ekseriyetle Fâtır-ı Hakîmin âdetidir: Ehemmiyetli ve kıymettar şeyleri aynıyla iade ediyor. Yani, ekser eşyanın misliyle tazelenmesi, mevsimlerin tebeddülünde, asırların değişmesinde o kıymettar, ehemmiyetli şeyleri aynıyla iade ediyor. Yevmî ve senevî ve asrî haşirlerin umumunda, şu kaide-i âdetullah ekseriyetle muttarid görünüyor…………..

……..İşte bu sabit kaideye binaen deriz: Madem, fünunun ittifakıyla ve ulûmun şehadetiyle, hilkat şeceresinin en mükemmel meyvesi insandır. Ve mahlûkat içinde en ehemmiyetli insandır. Ve mevcudat içinde en kıymettar insandır. Ve insanın bir ferdi, sair hayvânâtın bir nev'i hükmündedir. *Elbette, kat'î bir hads ile hükmedilir ki, haşir ve neşr-i ekberde, beşerin herbir ferdi aynıyla, cismiyle, ismiyle, resmiyle iade edilecektir…..* Lem'alar, On Yedinci Lem'a.

" O, ölüden diri çıkarır, diriden ölü çıkarır ve toprağa ölümünden sonra hayat verir. Sizler de işte öyle çıkarılacaksınız.." Rûm sûresi / 19

BU ESMA-İ İLAHİYEDEN İYİ HUYLAR, ULVİ HİSLER, DOĞRU FİKİR VE GÜZEL DÜŞÜNCELER İLE YÜKSEK AHLÂK EDİNME;

Bu ismin muhteviyatında özetle bulunan mana iade etme manasıdır. Allah verdiğini rücu hakikati ile alır.. Emanet ve teklif üzerindeki muhasebeyi hak isminin şümulü ile görür. Mümin cennete layık, kâfir de cehenneme muvafık bir şekilde gidecekleri yere uygun bir halde iade-i hayatları yapılır.

Burada en öncelikli konu şudur ki; İnsan kendine verilen emaneti bir hakkın eda edip, sahibine teslim ettikten sonra, kendisine ahirette iade edilecek olan ebedi hayatına layık bir hayat için çalışsın ve bu idrak ve de şuurla yaşasın.

İkinci ve remizli bir mana için ise şunu söyleyebiliriz :..”Göklerde ve yerde bulunanlar, O'ndan isterler. O, her gün yeni bir iştedir. Rahman 29…Yani insanın ve her canlının aldığı her nefesinden bir sonraki nefesi almayı fıtraten istemesi, yemek içmek, oturmak, kalmak, yürümek gibi tekrar etmek durumunda olduğu her hareketi.. Âdeta bir sonraki hareketi ile bir önceki geçmiş bir nevi ölmüş hareketin ihyasını, iadesini talep eder ki hayatı tüm unsurları ile devam etsin… Ve mevsimlerin dönüşümü ile içinde olan her şeyin tekrar teşekkülü, gece gündüzün ard arda gelişine kadar her dönüşümün ayniyet ( aynı şekliyle ) ve misliyet (aynı olmayıp, benzer bir şekilde) tezahürleri ile bir iade hakikatinin tecellisini görünür…

Üçüncü olarak ise; kaybolan, elden çıkan maddi, manevi bir değerin tekrar ihsan edilmesi  Mu’id isminden bir tezahür bir cilvedir….


.

ESMÂÜ'L-HÜSNÂ NOTLARI / EL-MUHYÎ

EL-MUHYÎ

ANLAMI: Dilediğini hayatlandırıp canlandıran, kalb ve ruhu, marifeti, zikri ve muhabbeti ile diriltip ihya eden anlamına gelmektedir.

“O, diriltir ve öldürür. Ve O’na döndürüleceksiniz.” (Yunus Sûresi, 10/56)

BU İSİM İLE GENEL ANLAMDAKİ BAĞIMIZ:

Rabbimizin irade edip bizi yoktan var etmesi, canlandırıp hayata mazhar etmesi, hadsiz şükre layık olan bu isimle ne kadar külli bir bağımızın olduğunu göstermek için yeterlidir…

………Ey insan-ı müştekî! Sen mâdum kalmadın, vücut nimetini giydin, hayatı tattın, câmid kalmadın, hayvan olmadın, İslâmiyet nimetini buldun, dalâlette kalmadın, sıhhat ve selâmet nimetini gördün, ve hâkezâ................Yirmi Dördüncü Mektup

İkinci olarak, ismin anlamının ifade edildiği yerde de belirtildiği gibi; İnsanın kalp ruhunun manen hayat bulması, iman, İslamiyet, ibadet ile dirilmesi bu ismin tecellisi ile ihsan  edilen en kıymetli nimettir.

BU İSMİN HAKİKATİNE DAİR;

Tüm mahlûkat tarafından maddi manevi hayat mertebelerine mazhar olmak bu ismin can verici, diriltici tecellisi iledir. Dolayısıyla nerede bir canlı var ise Muhyî ismi onda tecelli etmiştir. Ve bu isimle birlikte mazharlardan maksud olan tezahür ne ise onlara münasip birçok esma da o teşekkülde mütecellidir. Risale-i Nur’un birçok dersinde bu ismin ve bu isimle birlikte maksad ve mahiyete göre tecelli eden sair esmaların hakikati ile ilgili bahisler bulunmaktadır. Onlara atfen kısa notlar şekilde bir iki hatırlatıcı konuyu paylaşıyoruz…

……….Adeta Zât-ı Hayy ve muhyî, bu makine-i hayat vasıtasıyla, bu karanlıklı ve fâni ve süflî olan âlem-i dünyayı lâtifleştiriyor, ışıklandırıyor, bir nevi bekà veriyor, bâki bir âleme gitmeye hazırlattırıyor……….Otuzuncu Lem’a Beşinci Nükte

……. Zât-ı Hayy-ı Kayyûmun muhyî isminin cilve-i âzamıyla berrin yüzünde ve bahrin içinde zîhayatların kudret-i İlâhiye ile parlayıp……….. Otuzuncu Lem’a Beşinci Nükte

………… DOKUZUNCU HAKİKAT : Bâb-ı İhyâ ve İmâtedir. İsm-i Hayy-ı Kayyûmun, muhyî ve Mümîtin cilvesidir.Hiç mümkün müdür ki, ölmüş, kurumuş koca arzı ihyâ eden……….. Onuncu Söz | Mukaddime

……………. Meselâ, muhyî ismi birşeye tecellî ettiği vakit ve hayat verdiği dakikada, Hakîm ismi dahi tecellî ediyor, o zîhayatın yuvası olan cesedini hikmetle tanzim ediyor. Aynı halde Kerîm ismi dahi tecellî ediyor, yuvasını tezyin eder. Aynı anda Rahîm isminin dahi tecellîsi görünüyor; o cesedin şefkatle havâicini ihzar eder. Aynı zamanda Rezzâk ismi tecellîsi görünüyor; o zîhayatın bekàsına lâzım maddî ve mânevî rızkını ummadığı tarzda veriyor, ve hâkezâ...

Demek, muhyî kimin ismi ise, kâinatta nurlu ve muhît olan Hakîm ismi de Onundur ve bütün mahlûkatı şefkatle terbiye eden Rahîm ismi de Onundur ve bütün zîhayatları keremiyle iaşe eden Rezzâk ismi dahi Onun ismidir, ünvanıdır, ve hâkezâ........... Mektubat | Yirmi Altıncı Mektup | Dördüncü Mebhas

BU ESMA-İ İLAHİYEDEN İYİ HUYLAR, ULVİ HİSLER, DOĞRU FİKİR VE GÜZEL DÜŞÜNCELER İLE YÜKSEK AHLÂK EDİNME;

….Ölü olmayanlar veyahut diri olmak isteyenler, hayatın mahiyetini ve hakikatini ve hakikî hukukunu o dört mesele içinde arasınlar, bulsunlar ve dirilsinler. Hülâsası şudur ki: Hayat, Zât-ı Hayy-ı Kayyûma baktıkça ve iman dahi hayata hayat ve ruh oldukça bekà bulur, hem bâki meyveler verir.Hem öyle yükseklenir ki, sermediyet cilvesini alır; daha ömrün kısalığına ve uzunluğuna bakılmaz… Beşinci Mertebe-İ Nuriye-İ Hasbiye

Evet, hayata mazhar olmakla maddi hayatımız bu isimden hissesini almıştır. Tüm mahlukatta öyle..yaratılacak olanlarda hisselerini alacaklardır…Belki burada en büyük hisse manen bir dirilişe mazhar olmaktır.

Bunun için nefsin kötü arzularını terk etmek, benlik davasını bırakmak, hayatın fani ve geçiciliğini unutmayıp ebedi hayat bilinci ile yaşamak bu ihyaya mazhar olunduğunun en müstakim göstergesidir.

Yine bununla birlikte hidayete vesile olmak, ölmüş kalplerin dirilişine hizmet etmek, bu esmanın taşıyıcısı olmanın en şerefli tarafı olsa gerek…..



Rabbimizi hakiki ve razı olduğu ve de olacağı dirilişi bizlere kolaylıkla meccanen nasip etsin ve inayet ile ihyayı din hizmetinde istihdamımızı lütfeylesin… Âmîn


.

ESMÂÜ'L-HÜSNÂ NOTLARI / EL-MÜMÎT

EL-MÜMÎT ( bu ismin tecellisi ile ilgili Risale-i Nur’da birçok ders olduğundan o bahislere atıflar ile iktifa edeceğiz)

ANLAMI: Ölümü yaratan, ecelleri geldiğinde yarattığı canlılara ölümü tarttıran, Mahlûkatına ihsan ettiği maddi ve manevi hayat rabıtalarını kesen anlamına gelmektedir.

"O, kulları üzerinde hükümranlığı sürdürür ve size koruyucular gönderir, sonunda sizden birinize ölüm geldiği vakit elçilerimiz, hiç eksiklik yapmadan, onun canını alırlar." ( En'âm sûresi /61 )

BU İSİM İLE GENEL ANLAMDAKİ BAĞIMIZ:

“(Allah, o zâttır ki,) hayatı ve ölümü yarattı” (Mülk Sûresi, 67/2)

“Nasıl ki hayatın dünyaya gelmesi bir halk ve takdir iledir. Öyle de dünyadan gitmesi de bir halk ve takdir ile, bir hikmet ve tedbir iledir.” (Mektûbat)

Gençlik Rehberinde izah edildiği gibi, gençlik hiç şüphe yok ki gidecek. Yaz güze ve kışa yer vermesi ve gündüz akşama ve geceye değişmesi kat’iyetinde, gençlik dahi ihtiyarlığa ve ölüme değişecek.

Eğer o fâni ve geçici gençliğini iffetle hayrata istikamet dairesinde sarf etse, onunla ebedî, bâki bir gençliği kazanacağını bütün semâvî fermanlar müjde veriyorlar…. Asa-yı Musa — Beşinci Mesele

BU İSMİN HAKİKATİNE DAİR;

"İnsan-ı mümine nur-u iman ile gösterir ki: Mevt, idam değil; tebdil-i mekândır. Kabir ise, zulümatlı bir kuyu ağzı değil; nuraniyetli âlemlerin kapısıdır. Dünya ise, bütün şaşaasıyla âhirete nisbeten bir zindan hükmündedir. Elbette zindan-ı dünyadan bostan-ı cinana çıkmak ve müziç dağdağa-i hayat-ı cismaniyeden âlem-i rahata ve meydan-ı tayeran-ı ervaha geçmek ve mahlukatın sıkıntılı gürültüsünden sıyrılıp huzur-u Rahmana gitmek; bin can ile arzu edilir bir seyahattir, belki bir saadettir." (Sözler, s.204)

"İşte en edna tabaka-i hayat olan hayat-ı nebatiyenin mevti; böyle mahluk, hikmetli ve intizamlı olsa, tabaka-i hayatın en ulvîsi olan hayat-ı insaniyenin başına gelen mevt, elbette yer altına girmiş bir çekirdeğin hava âleminde bir ağaç olması gibi, yer altına giren bir insan da, Âlem-i Berzahta, elbette bir hayat-ı bâkiye sünbülü verecektir." (Mektubat)

“Mevt, vazife-i hayattan bir terhistir, bir paydostur, bir tebdil-i mekândır, bir tahvil-i vücuddur, hayat-ı bâkiyeye bir davettir, bir mebde’dir, bir hayat-ı bâkiyenin mukaddimesidir. Nasılki hayatın dünyaya gelmesi bir halk ve takdir iledir; öyle de, dünyadan gitmesi de bir halk ve takdir ile, bir hikmet ve tedbir iledir.” (Mektubat)

"Sizlere müjde! Mevt idam değil, hiçlik değil, fena değil, inkıraz değil, sönmek değil, firak-ı ebedî değil, adem değil, tesadüf değil, fâilsiz bir inidam değil. Belki bir Fâil-i Hakîm-i Rahîm tarafından bir terhistir, bir tebdil-i mekândır. Saadet-i Ebediye tarafına, vatan-ı aslîlerine bir sevkiyattır. Yüzde doksan dokuz ahbabın mecmaı olan âlem-i berzaha bir visal kapısıdır." (Mektubat)

BU ESMA-İ İLAHİYEDEN İYİ HUYLAR, ULVİ HİSLER, DOĞRU FİKİR VE GÜZEL DÜŞÜNCELER İLE YÜKSEK AHLÂK EDİNME;

"Hiç şüphesiz, göklerin ve yerin mülkü Allah'ındır. O, diriltir de, öldürür de. Size O'ndan başka ne bir dost vardır, ne de bir yardımcı." (Tevbe sûresi / 116)

Öncelikle insan ölümün mutlak hakikatini tefekkür etmeli ve kalbini fani dünya ile bağlayan lüzumsuz ilişkileri kesmelidir.

“… farazî ve hayalî suretinde yapmaya mecbur değiliz. Hem meslek-i hakikate uygun gelmiyor. Belki, âkıbeti düşünmek suretinde müstakbeli zaman-ı hazıra getirmek değil, belki hakikat noktasında zaman-ı hazırdan istikbale fikren gitmek, nazaran bakmaktır. Evet, hiç hayale, faraza lüzum kalmadan, bu kısa ömür ağacının başındaki tek meyvesi olan kendi cenazesine bakabilir. Onunla yalnız kendi şahsının mevtini gördüğü gibi, bir parça öbür tarafa gitse asrının ölümünü de görür; daha bir parça öbür tarafa gitse dünyanın ölümünü de müşahede eder, ihlâs-ı etemme yol açar.” Lem'alar, Yirmi Birinci Lem'a

İkinci olarak gafletin ve olumsuz şeylerin istilası ile kalp ve ruhun ve de nurani latifelerin ölümünden çekinmek gerekmektedir.

Üçüncü olarak, nefsin kötü isteklerinin önünün kesilmesi, yüzünün hayra çevrilmesine, istikamet dairesinde kalınmasına gayret edilmelidir.



Evet, bu isteklilik ve fillerde muvaffak olmak veya yolunda bulunmak, dünyanın mahiyetini idrak etmek gibi duygu ve fikirlere sahip olmak bu ismin olumlu tecelli ve telkinlerinden istifade edildiğini gösterir.

.

ESMÂÜ'L-HÜSNÂ NOTLARI / EL-HAYY

EL-HAYY

( bu ismin mahiyeti ile ilgili geniş izah Otuzuncu Lem’anın Beşinci Nüktesi “ İsm-i Hayy’ın bir cilvesi “ dersinde emsalsiz bir nitelikle izah edilmiştir. Bizde konun genişliği ve hakikatinin yüksek talimi cihetinden o ders ile iktifa edeceğiz… )

ANLAMI: Hayatı, ezelî ve ebedî olarak ihata eden, zatı ile Hayy olan, zevalden münezzeh, bütün hayatların kaynağı anlamına gelmektedir.

“ Allah Teâlâ ki, Ondan başka ibadete lâyık hiçbir ilâh yoktur. O Hayy ve Kayyûmdur. Onu ne uyuklama ve ne de uyku tutmaz, gafletin hiçbir çeşidi hiçbir zaman Ona ârız olamaz.” Bakara 255/ Âyete'l-Kürsî )..

BU İSİM İLE GENEL ANLAMDAKİ BAĞIMIZ:

Hayat nurunu O’nun Hayy oluşundan alır. Hayatımız O’nun hayy oluşundan medet alır ve devam eder. Yine hayatımız sonsuzluk cilvesini O’nun ezeli ve ebedi hayat sahibi oluşundan kazanır. Hayat-ı veren ve idare eden o’dur buyurulduğu gibi, tüm hayat sahiplerinin hayatları Hayy isminin tecellisi ile bağlıdır.

Evet dünya ve ahiret  hayat yolculuğumuz bu ismin tecellisinden mahzar olduğumuz nimet sayesindedir…

…………” Hattâ mü'min olan bir insanın dünyanın kuruluşundan sonuna kadar uzanan mânevî bir ömrü vardır. Ve insanın bu mânevî ömrü, ezelden ebede uzanan bir hayat nurundan medet ve yardım alır."..Yirmidokuzuncu Lem’a..

“ O, Hayy’dır. O’ndan başka ilâh yoktur; öyleyse dini O’na halis kılanlar olarak hep O’na dua edin...” (Mü’min Sûresi, 40/65)

BU İSMİN HAKİKATİNE DAİR;

Bu konuyu; Hayy isimin hakikati, tecellisi, şuunatı, ihatası, mahzarlardaki cilveleri gibi birçok özelliğin izah edildiği derse havale ediyoruz.

…………….İsm-i Hayy ve ism-i Muhyînin bir cilve-i âzamından olan “Hayat nedir? Ve mahiyeti ve vazifesi nedir?” sualine karşı, fihristevâri cevap şudur ki: Hayat,

             şu kâinatın en ehemmiyetli gayesi,

             hem en büyük neticesi,

             hem en parlak nuru,

             hem en lâtif mâyesi,

             hem gayet süzülmüş bir hülâsası,

             hem en mükemmel meyvesi,

             hem en yüksek kemâli,

             hem en güzel cemâli,

             hem en güzel ziyneti,

             hem sırr-ı vahdeti,

             hem rabıta-i ittihadı,

             hem kemâlâtının menşei,

             hem san’at ve mahiyetçe en harika bir zîruhu,

             hem en küçük bir mahlûku bir kâinat hükmüne getiren mu’cizekâr bir hakikati,

             hem güya kâinatın küçük bir zîhayatta yerleşmesine vesile oluyor gibi, koca kâinatın bir nevi fihristesini o zîhayatta göstermekle beraber, o zîhayatı ekser mevcudatla münasebettar ve küçük bir kâinat hükmüne getiren en harika bir mu’cize-i kudrettir…………… Bakınız:Risale-i Nur Külliyatı | Lem'alar | Otuzuncu Lem'a | Beşinci Nükte

BU ESMA-İ İLAHİYEDEN İYİ HUYLAR, ULVİ HİSLER, DOĞRU FİKİR VE GÜZEL DÜŞÜNCELER İLE YÜKSEK AHLÂK EDİNME;

Bu isimden kazanımlar elde etme de öncelik, İnsanın yaratılışındaki ahsen-i takvim hakikatinde kendi gerçek hayatını bulmasıdır.

Böylelikle kendine emanet verilen tüm cihazlarını Rabbimizin razı olacağı, hayata ve hayatı verene layık işlerde istimal ve istihdam etse:………………..(yirmiüçüncü söz’ün tekrar tekrar okunması tavsiye edilir.Bu söz insanın kendi hakikatini anlamasında önemli bir derstir.)

………….Eğer o istidat çekirdeğini İslâmiyet suyuyla, imanın ziyasıyla, ubûdiyet toprağı altında terbiye ederek, evâmir-i Kur’âniyeyi imtisal edip cihâzât-ı mâneviyesini hakikî gayelerine tevcih etse; elbette âlem-i misal ve berzahta dal ve budak verecek ve âlem-i âhiret ve Cennette hadsiz kemâlât ve nimetlere medar olacak bir şecere-i bâkiyenin ve bir hakikat-i daimenin cihâzâtına cami’, kıymettar bir çekirdek ve revnakdâr bir makine ve bu şecere-i kâinatın mübarek ve münevver bir meyvesi olacaktır.

Evet, hakikî terakki ise, insana verilen kalb, sır, ruh, akıl, hattâ hayal ve sair kuvvelerin hayat-ı ebediyeye yüzlerini çevirerek, herbiri kendine lâyık hususî bir vazife-i ubûdiyetle meşgul olmaktadır……………

 …….. " Eğer iman hayata hayat olsa, o vakit hem geçmiş, hem gelecek zamanlar imanın nuruyla ışıklanır ve vücut bulur..." Sözler

Netice: Madem dünyada hayat var; elbette insanlardan hayatın sırrını anlayanlar ve hayatını sû-i istimal etmeyenler, dâr-ı bekàda ve Cennet-i bâkiyede hayat-ı bâkiyeye mazhar olacaklardır. Âmennâ.




.

ESMÂÜ'L-HÜSNÂ NOTLARI / EL-KAYYÛM

EL-KAYYÛM

( bu ismin mahiyeti ile ilgili geniş izah Otuzuncu Lem’anın Altıncı Nüktesi “ İsm-i Kayyuma bakar “ dersinde emsalsiz bir nitelikle izah edilmiştir. Bizde konun genişliği ve hakikatinin yüksek talimi cihetinden o ders ile iktifa edeceğiz… )

ANLAMI: Zevalden Müberra, varlığı kendinden ve kaim olan ve her şeyin sevk ve idaresini yapan,hıfzını, gözetilmesini, hayati ihtiyaçlarını deruhte eden, yarattıklarında irade ettiği şekliyle tasarruf eden, kendi meşieti ile hükmeden anlamına gelmektedir.

"Bütün yüzler (Allah'ın dışındaki herkes) Hayy/daima diri olan ve Kayyûm/bütün yarattıklarını gözetip duran Allah'a baş eğmiştir..." (Tâ-Hâ sûresi (20), 111)

BU İSİM İLE GENEL ANLAMDAKİ BAĞIMIZ:

İnsanın maddi ve manevi varlığı ve tüm hayatını sürdürdüğü alemin kıyam ve bekası onun Kayyumiyet tecellisine bağlıdır…Ve insan zerrelerinden tut manevi hayatı ile ilgili olarak yerine getirmesi gereken her nevi işe kadar her şey onun gözetimindedir…Ve İnsan ve kainatta olan her şeyin bu ismin tecellisine sonsuz ihtiyacı vardır.

…..Kâinata tecellî eden kayyûmiyetin cilvesi, vâhidiyet ve celâl noktasında olduğu gibi, kâinatın merkezi ve medarı ve zîşuur meyvesi olan insanda dahi, kayyûmiyetin cilvesi, ehadiyet ve cemal noktasında tezahürü var.

Yani, nasıl ki kâinat sırr-ı kayyûmiyetle kaimdir; öyle de, ism-i Kayyûmun mazhar-ı ekmeli olan insan ile, bir cihette kâinat kıyam bulur.

Yani, kâinatın ekser hikmetleri, maslahatları, gayeleri insana baktığı için, güya insandaki cilve-i kayyûmiyet, kâinata bir direktir…

Evet, Zât-ı Hayy-ı Kayyûm, bu kâinatta insanı irade etmiş ve kâinatı onun için yaratmış denilebilir. Çünkü insan, câmiiyet-i tâmme ile bütün esmâ-i İlâhiyeyi anlar, zevk eder…Otuzuncu Lem’a Altıncı Nükte

BU İSMİN HAKİKATİNE DAİR;

Bu konuyu kısa bir nottan sonra;Kayyum isimin hakikati, tecellisi, şuunatı, ihatası, mahzarlardaki cilveleri gibi birçok özelliğin izah edildiği Otuzuncu Lem’anın Altıncı Nüktesinede ki derse havale ediyoruz.

Allah (c.c) Zati olarak kaimdir. Hiç bir varlığa muhtaç olmayandır. Tüm yarattıklarının hayatları, hayati ihtiyaçları, nefesleri, ömürleri kabza-yı tasarrufundadır. Ve o bu işlere hükmederken asla bir yorgunluk ve acz içinde değildir….

…….Bu kâinatın Hâlık-ı Zülcelâli Kayyûmdur, yani, bizatihî kaimdir, daimdir, bâkidir. Bütün eşya Onunla kaimdir, devam eder ve vücutta kalır, bekà Bulur. Eğer kâinattan bir dakikacık olsun o nisbet-i kayyûmiyet kesilse, kâinat mahvolur.

Hem o Zât-ı Zülcelâl kayyûmiyetiyle beraber, Kur’ân-ı Azîmüşşanda ferman ettiği gibi لَيْسَ كَمِثْلِهِ شَىْءٌ dür. Yani, ne zâtında, ne sıfâtında, ne ef’âlinde nazîri yoktur, misli olmaz, şebîhi yoktur, şerîki olmaz. Evet, bütün kâinatı bütün şuûnâtıyla ve keyfiyâtıyla kabza-i ruBubiyetinde tutup bir hane ve bir saray hükmünde, kemâl-i intizamla tedbir ve idare ve terbiye eden bir Zât-ı Akdese, misil ve mesîl ve şerîk ve şebîh olmaz, muhaldir.

Evet, bir Zât ki,

             Ona yıldızların icadı zerreler kadar kolay gele,

             ve en büyük şey, en küçük şey gibi kudretine musahhar ola,

             ve hiçbir şey hiçbir şeye, hiçbir fiil hiçbir fiile mâni olmaya,

             ve hadsiz efrad, bir fert gibi nazarında hazır ola,

             ve bütün sesleri birden işite,

             ve umumun hadsiz hâcâtını birden yapabile,

             ve kâinatın mevcudatındaki bütün intizamat ve mizanların şehadetiyle, hiçbir şey, hiçbir hal daire-i meşiet ve iradesinden hariç olmaya,

             ve hiçbir mekânda olmadığı halde, herbir yerde ve herbir mekânda kudretiyle, ilmiyle hazır ola,

             ve herşey Ondan nihayet derecede uzak olduğu halde, O ise herşeye nihayet derecede yakın olabilen bir Zât-ı Hayy-ı Kayyûm-u Zülcelâlin elbette hiçbir cihetle misli, nazîri, şerîki, veziri, zıddı, niddi olmaz ve olması muhaldir.


BU ESMA-İ İLAHİYEDEN İYİ HUYLAR, ULVİ HİSLER, DOĞRU FİKİR VE GÜZEL DÜŞÜNCELER İLE YÜKSEK AHLÂK EDİNME;

Öncelikli olarak iman ve marifetimiz noktasında bilmeli ve kat-i idrak etmeliyiz ki; O tüm varlığımızın Kayyumdur..O’na itimad etmeli ve hayatımız boyunca ihtiyacımız olacak şeyler hakkında bir endişe yaşamamalı ve sebepler dairesinde boğulmamalıyız. Ve hayatımızı bu eman ve emniyet içinde sürdürerek rızasını kazanma yolunda gayret etmeliyiz.



Ve maddi, manevi, uhrevi ve dünyevi tüm ihtiyaçlarımızı bilen, sair mahlûkat ve mevcudatın hacetlerini de yerine getiren, yıldızları ve zerreleri ile kâinatı ayakta tutan Rabbimizin nimetlerini tefekkür etmeli ve külli şükürlerde bulunmalıyız.


.

ESMÂÜ'L-HÜSNÂ NOTLARI / EL-VÂCİD

EL-VÂCİD

ANLAMI: Kendisinden hiçbir şey eksilip kaybolmayan, dilediğini yaratıp, ihtiyaçtan muaf ve münezzeh olan, her şeyin sahibi kendisine acizlik ve yoksulluk arız olmayandır.

"O'nun emri, bir şeyi dileyince ona sadece "Ol!" demektir. O da hemen oluverir." Yâ-Sîn sûresi /82

BU İSİM İLE GENEL ANLAMDAKİ BAĞIMIZ:

……….. Evet, emr-i “Künfeye Kün’e” mâlik bir Sultan-ı Cihana acz tezkeresiyle istinad eden bir adamın ne pervası olabilir?..........Sözler/Yedinci Söz

Ve ihtiyaçların dile getirilmeden giderilmesi bu ismin tecellisindendir….


BU İSMİN HAKİKATİNE DAİR;

"(O) iki doğunun ve iki batının Rabbidir." (Rahmân sûresi / 17)

"Son da ilk de (ahiret de dünya da) Allah'ındır." (Necm sûresi 25)

"Göklerde ve yerde bulunanlar hep Allah'ındır." (Necm sûresi 31)

……. Yani, herşeye kadîr öyle bir kudreti var ki, bütün eşyayı ihata etmiş ve Zât-ı Vâcibü’l-Vücuda lüzum-u zâtî ile fenn-i mantık tabirince “zaruriyet-i nâşie” ile lâzımdır, vâciptir, infikâki muhâldir, imkânı yoktur. Madem böyle bir lüzumla böyle bir kudret Zât-ı Akdestedir; elbette onun zıddı olan acz hiçbir cihetle içine giremez, Zât-ı Kadîre ârız olamaz…………….Şualar /Onbeşinci Şua

BU ESMA-İ İLAHİYEDEN İYİ HUYLAR, ULVİ HİSLER, DOĞRU FİKİR VE GÜZEL DÜŞÜNCELER İLE YÜKSEK AHLÂK EDİNME;

Öncelikle Allah C.C  ile iktifa, O’ndan gayrısından istiğna  etmek,  O’na güvenmek ve yalnız O’na iltica etmek, ihtiyaçları noktasında suhulet ve inayetler ve ikramlara mazhar olmak, Ve kendilerine verilen imkanlar ile cömert olmak. Başkalarının ihtiyaçlarını görmek, İnsanın  bu isimden müstefid olduğunu gösterir………………..

…………..Evet, zeminin yüzü ve yüzündeki eşcârın kıştaki vaziyet-i fakirâneleri ve baharda şâşaa-pâş olan servet ve gınâları, gayet kat’î bir surette, bir Kadîr-i Mutlak ve Ganiyy-i Ale’l-Itlakın kudret ve rahmetine âyinedarlık eder. Evet, bütün mevcudat, güya lisan-ı hal ile, Veyse’l-Karanî gibi şöyle münâcât ederler, derler ki:

             “Yâ İlâhenâ! Rabbimiz Sensin. Çünkü biz abdiz. Nefsimizin terbiyesinden âciziz. Demek bizi terbiye eden Sensin.

             “Hem Sensin Hâlık. Çünkü biz mahlûkuz, yapılıyoruz.

             “Hem Rezzâk Sensin. Çünkü biz rızka muhtacız; elimiz yetişmiyor. Demek bizi yapan ve rızkımızı veren Sensin.

             “Hem Sensin Mâlik. Çünkü biz memlûküz. Bizden başkası bizde tasarruf ediyor. Demek Mâlikimiz Sensin.

             “Hem Sen Azizsin, izzet ve azamet sahibisin. Biz zilletimize bakıyoruz; üstümüzde bir izzet cilveleri var. Demek Senin izzetinin âyinesiyiz.

             “Hem Sensin Ganiyy-i Mutlak. Çünkü biz fakiriz; fakrımızın eline yetişmediği bir gınâ veriliyor. Demek Ganî Sensin, veren Sensin.

             “Hem Sen Hayy-ı Bâkîsin. Çünkü biz ölüyoruz; ölmemizde ve dirilmemizde bir daimî hayat verici cilvesini görüyoruz.

             “Hem Sen Bâkîsin. Çünkü biz, fenâ ve zevâlimizde, Senin devam ve bekànı görüyoruz.

             “Hem cevap veren, atiyye veren Sensin. Çünkü biz, umum mevcudat, kalî ve hâlî dillerimizle daimî bağırıp istiyoruz, niyaz edip yalvarıyoruz. Arzularımız yerlerine geliyor, maksudlarımız veriliyor. Demek bize cevap veren Sensin.” Mektubat/Yirminci Mektup


.




ESMÂÜ'L-HÜSNÂ NOTLARI / EL-MÂCİD

EL-MÂCİD ( Bu ismin tecellisine ait nimetler,Rabbimizin de buyurduğu gibi saymakla bitmez..risale-i nurdan ilgili bahislerin 1-2’sine atıfla iktifa edeceğiz)

ANLAMI: Zâtı mukaddes, şânı yüce, yardımı çok, keremi ihsanı bol olandır.

"...Allah'ın nimetini saymak isterseniz sayamazsınız!..." (İbrâhîm sûresi / 34)

BU İSİM İLE GENEL ANLAMDAKİ BAĞIMIZ:

“O Allah ki, gökleri ve yeri yarattı, gökten de bir su indirdi ki, onunla sizin için rızık olarak meyvelerden bitirdi. Onun emriyle denizde seyretsinler diye gemileri sizin hizmetinize verdi. Nehirleri de yine sizin hizmetinize verdi. Birbiri ardınca dönüp duran güneşi ve ayı da sizin hizmetinize verdi. Geceyi ve gündüzü de sizin hizmetinize verdi. O, sözünüz ve halinizle istediğiniz herşeyden size verdi. Allah’ın nimetlerini saymaya kalksanız, saymakla bitiremezsiniz.” İbrahim Sûresi, 14:32-34.

"Andolsun kuşluk vaktine. Ve sakinleştiği zaman geceye ki, Rabbin seni bırakmadı ve darılmadı. Ahiret senin için dünyadan iyi olacaktır. Rabbın sana verecek ve sen hoşnut olacaksın. O seni yetim bulup da barındırmadı mı? Seni yol bilmez bulup yola iletmedi mi? Seni yoksul bulup zengin etmedi mi? Öyleyse sakın yetimi ezme. Dilenciyi de azarlama. Fakat Rabbinin nimetini anlat da anlat."

(Duhâ sûresi 1-11.)

….Ve insanın ihtiyaç duyduğu  maddi manevi nimetlere ulaşabilmesi, zararsız şan ve şerefe mazhar olması bu ismin tecellisindendir…

BU İSMİN HAKİKATİNE DAİR;

Bütün haklı şan ve emsalsiz şeref Allah’ındır. Çünkü tüm kainatın şehadetiyle..  O, Uluhiyetin iktizası olan herşeyi eksiz yerine getirmektedir….

……………Cenâb-ı Hakkın insana karşı şu koca kâinatı nasıl bir saray hükmünde halk edip, semâdan zemine âb-ı hayatı gönderip, insanlara rızkı yetiştirmek için zemini ve semâyı iki hizmetkâr ettiği gibi, zeminin sair aktârında bulunan herbir nevi meyvelerinden herbir adama istifade imkânı vermek, hem insanlara semere-i sa’ylerini mübadele edip her nevi medar-ı maişetini temin etmek için gemiyi insana musahhar etmiştir. Yani, denize, rüzgâra, ağaca öyle bir vaziyet vermiş ki, rüzgâr bir kamçı, gemi bir at, deniz onun ayağı altında bir çöl gibi durur. İnsanları gemi vasıtasıyla bütün zemine münasebettar etmekle beraber, ırmakları, büyük nehirleri insanın fıtrî birer vesait-i nakliyesi hükmünde teshir, hem güneşle ayı seyrettirip mevsimleri ve mevsimlerde değişen Mün’im-i Hakikînin renk renk nimetlerini insanlara takdim etmek için iki musahhar hizmetkâr ve o büyük dolabı çevirmek için iki dümenci hükmünde halk etmiş. Hem gece ve gündüzü insana musahhar, yani hâb-ı rahatına geceyi örtü, gündüzü maişetlerine ticaretgâh hükmünde teshir etmiştir. İşte bu niam-ı İlâhiyeyi tâdât ettikten sonra, insana verilen nimetlerin ne kadar geniş bir dairesi olduğunu gösterip, o dairede de ne derece hadsiz nimetler dolu olduğunu……………..Yani, istidat ve ihtiyac-ı fıtrî lisanıyla insan ne istemişse, bütün verilmiş. İnsana olan nimet-i İlâhiye tâdât ile bitmez, tükenmez. Evet, insanın madem bir sofra-i nimeti semâvât ve arz ise ve o sofradaki nimetlerden bir kısmı şems, kamer, gece, gündüz gibi şeyler ise, elbette insana müteveccih olan nimetler had ve hesaba gelmez…..| Yirmi Beşinci Söz | İkinci Şule

BU ESMA-İ İLAHİYEDEN İYİ HUYLAR, ULVİ HİSLER, DOĞRU FİKİR VE GÜZEL DÜŞÜNCELER İLE YÜKSEK AHLÂK EDİNME;

Onun yolunda gayretli olmak. Kulluğa yakışır davranışlar ile ihsan ve kereme mazhar olmuşluğun şükür ve senasında bulunmak, Sadece iman ve İslamiyet’te şeref aramak……….."Bizim şerefimiz İslam dır, onu -şerefi izzeti- başka şeylerde arayacak değiliz!" Hz.Ömer R.A….ve Müslümanların izzet ve şereflerini yüceltmek için maddi manevi..izzet-i diniye,izzet-i imaniyeye çalışmak …………..” Ey Müslüman, aldanma, başını indirme! Paslanmış bîhemtâ bir elmas, daima mücellâ cama müreccahtır….. ………….Evet, nasıl ki eski zamanda İslâmiyetin terakkisi, düşmanın taassubunu parçalamak ve inadını kırmak ve tecavüzatını def etmek, silâh ile kılıç ile olmuş. İstikbalde silâh, kılıç yerine hakikî medeniyet ve maddî terakki ve hak ve hakkaniyetin mânevî kılıçları düşmanları mağlûp edip dağıtacak.” Bediüzzaman


.

ESMÂÜ'L-HÜSNÂ NOTLARI / EL-EHAD

EL-EHAD ( Bu ismin tecellisine ait bahisler çok kesretli olduğundan, gayet muhtasar tutmaya çalışarak risale-i nurdan ilgili bahislerin 1-2’sine atıfla iktifa edeceğiz)

ANLAMI: Bütün noksan sıfatlardan münezzeh, bir olan, bir tek olan; Zatında şerîki, nazîri, zıddı, niddi olmayan anlamına gelmektedir.

“Sizin ilâhınız tek bir ilâhtır; O’ndan başka ilâh yoktur.” (Bakara Sûresi, 2/163)

"De ki; O, Allah'dır, bir tektir. Allah Sameddir (Bütün varlıklar O'na muhtaç, fakat O, hiç bir şeye muhtaç değildir.) Doğurmadı ve doğurulmadı. Kimse de O'nun dengi değildir." (İhlâs sûresi /1-4.)

BU İSİM İLE GENEL ANLAMDAKİ BAĞIMIZ:

Cenab-ı Hakk'ın bütün isim ve sıfatlarının yarattığı her şey üzerinde tecellileri vardır. Bu tecellilerdeki genellik vahidiyeti gösterdiği gibi, her bir şeydeki mahsus tecellide Ehadiyeti ifade eder.Yani Vahidiyet, bütün kâinatın birinin olması, bir elden çıkmasıdır. Ehadiyet, Allah’ın C.C her bir şeydeki birlik tecellisidir. İşte bir insanın insanlar içinde kimseye benzemez özellikleri ile halk edilmesi,saçının telinden parmak ucuna kadar bir eşinin olmaması insan üzerindeki ehadiyet mührünü gösterir…Bu çok önemli sırları ifade eden bir rabıtadır.Kurbuyet,özellik,nitelik hep bu esmanın tecellisindedendir…

…………Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyân, hadsiz kesret-i mahlûkatta tezâhür eden vâhidiyet içinde ukûlü boğmamak için, dâimâ o vâhidiyet içinde ehadiyet cilvesini gösteriyor. Yani, meselâ, nasıl ki güneş, ziyâsıyla hadsiz eşyayı ihâta ediyor. Mecmû-u ziyâsındaki güneşin zâtını mülâhaza etmek için, gayet geniş bir tasavvur ve ihâtalı bir nazar lâzım olduğundan, güneşin zâtını unutturmamak için, herbir parlak şeyde güneşin zâtını, aksi vâsıtasıyla gösteriyor. Ve her parlak şey, kendi kabiliyetince güneşin cilve-i zâtîsiyle beraber ziyâsı, harareti gibi hâssalarını gösteriyor. Ve her parlak şey, güneşi bütün sıfatıyla, kabiliyetine göre gösterdiği gibi; güneşin ziyâ ve hararet ve ziyâdaki elvân-ı seb’a gibi keyfiyâtlarının herbirisi dahi, umum mukabilindeki şeyleri ihâta ediyor.

Öyle de, "Velillahil mesele-l Agla" (temsilde hatâ olmasın) ehadiyet ve samediyet-i ılâhiye, herbir şeyde, hususan zîhayatta, hususan insanın mahiyet-i aynasında bütün esmâsıyla bir cilvesi olduğu gibi; vahdet ve vâhidiyet cihetiyle dahi, mevcudât ile alâkadar her bir ismi, bütün mevcudâtı ihâta ediyor.

İşte vâhidiyet içinde ukûlü boğmamak ve kalpler Zât-ı Akdesi unutmamak için, dâimâ vâhidiyetteki sikke-i ehadiyeti nazara veriyor ki, o sikkenin üç mühim ukdesini irâe eden"Bismillahirrahmanirrahim" ’dir. 14. lemanın 2. Makamı/İkinci Sır

…Evet bu öyle bir nimettir ki insan-ı karanlıklardan kurtaran tevhidi bir sır taşır..Yunus Aleyhisselam bu sır ile balığın karnından,İbrahim Aleyhisselam ateşin bağrından o sırla necat bulmuşlardır…..

Birinci lem’a /Ondördüncü Lem’anın İkinci Makamı ve İkinci Şua’nın okunması ve bu manaya taalluk eden derslere dikkat edilmesi tavsiye edilir…

BU İSMİN HAKİKATİNE DAİR;

………… Hadsiz kesret içinde vâhidiyet tecellîsi, hitâb-ı "ıyyake na’büdü" demekle herkese kâfi gelmiyor; fikir dağılıyor. Mecmûundaki vahdet arkasında Zât-ı Ehadiyeti mülâhaza edip, "ıyyake na'büdü ve iyyake nesteıyn" demeye küre-i arz vüs’atinde bir kalb bulunmak lâzım geliyor. Ve bu sırra binâen, cüz’iyâtta zâhir bir sûrette sikke-i ehadiyeti gösterdiği gibi, herbir nev’de sikke-i ehadiyeti göstermek ve Zât-ı Ehadi mülâhaza ettirmek için, hâtem-i Rahmâniyet içinde bir sikke-i ehadiyeti gösteriyor. Tâ, külfetsiz, herkes her mertebede "ıyyake na'büdü ve iyyake nesteıyn" deyip, doğrudan doğruya Zât-ı Akdese hitâb ederek müteveccih olsun….. Ondördüncü Lem’anın İkinci Makamı

…………. Ve herkesin yâdına getiriyorlar ki, bütün şerâit-i hayatiyetlerini tekeffül eden öyle bir vekilleri var ki, birbirine benzeyen ve maddeleri bir olan yumurtalar ve birbirinin misli gibi katreler ve birbirinin aynı gibi habbeler ve birbirine müşabih çekirdeklerden, kuşların yüz bin çeşitlerini, hayvanların yüz bin tarzlarını, nebâtâtın yüz bin nev’ini ve ağaçların yüz bin sınıfını yanlışsız, noksansız, iltibassız, süslü, mizanlı, intizamlı, birbirinden ayrı fârikalı bir surette, gözümüz önünde, hususan her baharda, gayet çok, gayet kolay, gayet geniş bir dairede, gayet çoklukla halk eder, yapar bir kudretin azamet ve haşmeti içinde, beraberlik ve benzeyişlik ve birbiri içinde ve bir tarzda yapılmalarıyla vahdetini ve Ehadiyetini bize gösterir…………. Lem'alar | Yirmi Altıncı Lem'a

BU ESMA-İ İLAHİYEDEN İYİ HUYLAR, ULVİ HİSLER, DOĞRU FİKİR VE GÜZEL DÜŞÜNCELER İLE YÜKSEK AHLÂK EDİNME;

Bu konuyla ilgili kula fıtratındaki Ehadiyet mühründen başka bakan en ehemmiyetli mazhariyet ..ELDE EDİLECEK TEVHİD-İ HAKİKİDİR….

………………….

*Allahu Ehad İsm-i Âzamına dair yedinci nükte-i âzam ve altı İsm-i Âzamın altı nüktesinin yedincisi.*

*İhtar*

*Bu risale benim nazarımda çok mühimdir. Çünkü, içinde çok mühim ve ince olan esrar-ı imaniye inkişaf ediyor. BU RİSALEYİ ANLAYARAK OKUYAN ADAM İMANINI KURTARIR İNŞAALLAH. Maatteessüf, ben burada kimseyle görüşemediğimden, kendime tebyiz edip yazdıramadım. Bu risalenin kıymetini anlamak istersen, başta bulunan İkinci ve Üçüncü Meyveyi ve âhirdeki Hâtimeyi ve Hâtimeden iki sahife evvelki Meseleyi evvelce dikkatle okuduktan sonra tamamını teennî ile mütalâa eyle.

Altı İsm-i Âzamın altı nüktelerinin Allahu Ehad’e dair yedinci nükte-i âzamıdır.

Ancak Onun yardımını isteriz.

Bil ki Allah’tan başka hiçbir ilâh yoktur.Muhammed Sûresi, 47:19. âyetinin bir muhteşem nüktesiyle, meşhur bir kasem-i Nebevînin işaretiyle ve ilhamıyla hissettiğim gayet güzel ve çok şirin ve nihayet derecede lâtif üç meyve-i tevhid ve üç muktazîsi ve üç hüccetine dair bir nüktedir.

İşte, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm yemin ettiği vakit, en çok istimal ve tekrarla her zaman ferman ettiği şu “Muhammed’in hayatı kudret elinde olan Allah’a yemin olsun ki..” kasemidir.

Ve bu kasem gösteriyor ki, şecere-i kâinatın en geniş dairesi ve en müntehâsı ve nihâyâtı ve teferruatı dahi Zât-ı Vâhid-i Ehad’in kudretiyle ve iradesiyledir………………Şualar/İkinci Şua*

.

ESMÂÜ'L-HÜSNÂ NOTLARI / ES-SAMED

ES-SAMED

ANLAMI: Her şey ona muhtaçtır. O her şeyden müstağnidir ve her ihtiyaç için başvurulan yegâne merci, tek halâskâr’dır.

"De ki; O, Allah'dır, bir tektir. Allah Sameddir (Bütün varlıklar O'na muhtaç, fakat O, hiç bir şeye muhtaç değildir.) Doğurmadı ve doğurulmadı. Kimse de O'nun dengi değildir." (İhlâs sûresi /1-4.)

BU İSİM İLE GENEL ANLAMDAKİ BAĞIMIZ:

İnsan ve yaratılan her şey, herşeyi ile Allah’a C.C muhtaçtır. O ise ihtiyaç sahibi olmaktan münezzeh ve Müberra’dır. Kul bu ismin tecellisi ile tüm hacetini merci-i hakikiyeden giderirken, mahlûkata arz-ı hacet etmekten de Samed esmasının emanına sığınır. Ve insanın anne karnındaki masumiyete olan mazhariyetinde, tüm muhtaç olduğu şeylerin karşılandığı samediyet tecellisine, hayatının diğer safhalarında teslimiyette muvaffak olsa, letaifi ve kuvvalarının safiyetine nail olur.

“Namımı, defter-i uşşakından ihraç eyleme, / Kendi muhtacını, muhtacına muhtaç eyleme.” Ehl-i Aşk Dualarından…

BU İSMİN HAKİKATİNE DAİR;

Bu esmanın tecellisinde insan hayatını ilgilendiren birçok sır bulunmaktadır. Bu esmanın açtığı hacet ve kifayet kapısı tüm ihtiyaçları karşılayacak bir ganinin her şeyden müstağni olduğu bir kapıdır. Dolayısıyla gerek lisan-ı kal ile gerekse hâl ile olsun tüm acziyet ve fakriyet bu sofradan beslenir…

O ise tüm noksan sıfatlar ve bu manayı ima eden isnatlardan beridir. Hiç bir şeye ihtiyacı olmayandır. Tüm varlıklarının ihtiyaçlarını o deruhte eder. Yegâne sığınılacak olandır. Mahlûkatına habir ve basirdir. Her şeye gücü yeten muktedirdir. Rahmet, şefkat, inayet sahibi Veli ve Vekildir.

“Ey hadsiz acz ve nihayetsiz fakr içinde yuvarlanan biçare insan! Rahmet ne kadar kıymettar bir vesile ve ne kadar makbul bir şefaatçi olduğunu bununla anla ki:

O rahmet, öyle bir Sultan-ı Zülcelâle vesiledir ki, yıldızlarla zerrat beraber olarak, kemâl-i intizam ve itaatle beraber ordusunda hizmet ediyorlar. Ve o Zât-ı Zülcelâlin ve o Sultan-ı Ezel ve Ebedin istiğnâ-yı zâtîsi var. Ve istiğnâ-yı mutlak içindedir. Hiçbir cihetle kâinata ve mevcudata ihtiyacı olmayan bir Ganiyy-i Ale’l-Itlaktır. Ve bütün kâinat taht-ı emir ve idaresinde ve heybet ve azameti altında nihayet itaatte, celâline karşı tezellüldedir.

İşte rahmet seni, ey insan, o Müstağnî-yi Ale’l-Itlak’ın ve Sultan-ı Sermedînin huzuruna çıkarır ve O'na dost yapar ve O'na muhatap eder ve sevgili bir abd vaziyetini verir….Lem’alar

BU ESMA-İ İLAHİYEDEN İYİ HUYLAR, ULVİ HİSLER, DOĞRU FİKİR VE GÜZEL DÜŞÜNCELER İLE YÜKSEK AHLÂK EDİNME;

Bu isimden müstefid bir insan herşeyi ile Allah’a güven içinde olur ve tüm maddi manevi ihtiyaçları için yalnızca ondan beklenti içindedir. Sebepleri kudret elinin perdesi görüp haddi aşacak yönelişlerde bulunmaz. Bu ulvi münasebetin hayatı olan takvayı dünyasına hâkim yaparak, günahlardan ve hatalardan uzak durarak hakkındaki inayetin hakkını vermeye çalışır. Daim şükür üzerine olur.

İçtimai tezahür noktasında ise, Gerek dili ile gerek eli ile İnsanların ihtiyaçlarını görmek, güven duyulan bir insan olmak bu ismin tecellisinden elde edilen kazanımlardandır.

"Ebed ve ebedî olan Allah'ı tesbih ederim. Bir ve tek olan Allah'ı tesbih ederim. Tek ve her şey kendisine muhtaç olan Allah'ı tesbih ederim. Semayı direksiz yükselten Allah'ı tesbih ederim. Yeryüzünü donmuş su üzerine yayan Allah'ı tesbih ederim. Mahlûkatı yaratan ve onları çeşitlendiren Allah'ı tesbih ederim. Rızkı taksim eden, hiçbir canlıyı unutmayan Allah'ı tespih ederim. Eş ve çocuk edinmeyen Allah'ı tespih ederim. Doğurmamış, doğrulmamış ve hiçbir şey de kendisine denk olmayan Allah'ı tespih ederim. Beni gören, yerimi bilen, beni rızıklandıran ve beni unutmayan Allah'ı tespih ederim." İmam-ı Â'zam R.A


.

ESMÂÜ'L-HÜSNÂ NOTLARI / EL-KADÎR / EL-MUKTEDİR

EL-KADÎR / EL-MUKTEDİR

ANLAMI:

KADÎR: Kudret ve takdir sahibi. Her şeye gücü yeten. Tüm yarattıkları hakkında irade ettiği hüküm veren. Dilediğini yapan, dilemediğini yapmayan..

MUKTEDİR: Mutlak iktidar sahibi. Gücü herşeyi kapsayan ve bunu izhar edip gösterendir.

"Gökleri ve yeri yaratan, onlar gibisini yaratmaya kâdir değil midir? Elbette kâdirdir. Çünkü o her şeyi yaratandır, her şeyi bilendir." Yâ-Sîn sûresi / 81

"(Ey Muhammed!) Sen onlara dünya hayatının misalini ver. Dünya hayatı, gökten indirdiğimiz bir su gibidir ki, bu su sayesinde yeryüzünün bitkileri (her renk ve çiçekten) birbirine karışmış, nihayet bir çöp kırıntısı olmuştur. Rüzgârlar onu savurur gider. Allah her şeye muktedirdir." Kehf sûresi / 45

BU İSİM İLE GENEL ANLAMDAKİ BAĞIMIZ:

Böyle hakim bir kudret ve iktidarın mahluku olmak..o’nun havl ve kudretinden medet almak,tüm hayatımızın dünya ve ahiret işlerinde o’ndan istimdat etmek elbette büyük bir nimettir ve huzurdur.

Bununla birlikte, kulluk noktasında salih amel ve istikamet dairesinde irade ve istikrar göstermek ve bu manada istihdama mazhar olmak bu ismin tecellilerindendir.

BU İSMİN HAKİKATİNE DAİR;

Allah C.C mutlak kudret sahibidir. Ve her şey muktedirdir. Evveli, ahiri, zahiri ve batıni kâinattaki olan tüm sevk ve idare bu şamil kudreti ve azim iktidarı gösterir.

"Göklerin, yerin ve ikisi arasındakilerin mülkiyeti sadece Allah'a aittir. O, dilediğini yaratır. Allah, her şeye kâdirdir..." Mâide sûresi / 17

O aczden münezzehtir, sonsuz ve mutlak kudret sahibidir. Hiç kayda bağlı olmadığı gibi, kendisini tesir altında bırakacak hiçbir güç yoktur.

………… Ve hüve alâ külli şey'in kadîr. Yani, O Vâhiddir, Ehaddir. Herşeye kàdirdir. Hiçbir şey Ona ağır gelmez. Bir baharı halk etmek, bir çiçek kadar Ona kolaydır. Cenneti halk etmek, bir bahar kadar Ona rahattır. Her günde, her senede, her asırda yeniden yeniye icad ettiği hadsiz masnuatı, nihayetsiz kudretine nihayetsiz lisanlarla şehadet ederler.

İşte şu kelime dahi şöyle müjde eder; der ki:

Ey insan! Yaptığın hizmet, ettiğin ubûdiyet boşu boşuna gitmez. Bir dâr-ı mükâfat, bir mahall-i saadet senin için ihzar edilmiştir. Senin şu fâni dünyana bedel, bâki bir Cennet seni bekler. İbadet ettiğin ve tanıdığın Hâlık-ı Zülcelâlin vaadine iman ve itimad et. Ona, vaadinde hulf etmek muhaldir. Kudretinde hiçbir cihetle noksaniyet yoktur. İşlerine acz müdahale edemez. Senin küçük bahçeni halk ettiği gibi, Cenneti dahi senin için halk edebilir ve halk etmiş ve sana vaad etmiş. Ve vaad ettiği için, elbette seni onun içine alacak.

Madem bilmüşahede görüyoruz: Her senede, yeryüzünde hayvânat ve nebâtâtın üç yüz binden ziyade envâlarını ve milletlerini kemâl-i intizam ve mizanla, kemâl-i sür’at ve suhuletle haşredip neşreder. Elbette böyle bir Kadîr-i Zülcelâl, vaadini yerine getirmeye muktedirdir….Mektubat

BU ESMA-İ İLAHİYEDEN İYİ HUYLAR, ULVİ HİSLER, DOĞRU FİKİR VE GÜZEL DÜŞÜNCELER İLE YÜKSEK AHLÂK EDİNME;

….Evet, şu perişan dünyada, âvâre nev-i beşer içinde, semeresiz bir hayatta, sahipsiz, hâmisiz bir surette, âciz, miskin bir insan, bütün dünyanın sultanı da olsa kaç para eder?

İşte bu âvâre nev-i beşer içinde, bu perişan, fâni dünyada, insan sahibini tanımazsa, mâlikini bulmazsa, ne kadar biçare sergerdan olduğunu herkes anlar. Eğer sahibini bulsa, mâlikini tanısa, o vakit rahmetine iltica eder, kudretine istinad eder. O vahşetgâh dünya, bir tenezzühgâha döner ve bir ticaretgâh olur….Mektubat

…………. O Mâlik hem Kadîrdir, hem Rahîmdir. Kudretine istinad et; rahmetini ittiham etme. Kederi bırak, keyfini çek. Zahmeti at, safâyı bul.

Hem der ki: Mânen sevdiğin ve alâkadar olduğun ve perişaniyetinden müteessir olduğun ve ıslah edemediğin şu kâinat, bir Kadîr-i Rahîmin mülküdür. Mülkü sahibine teslim et. Ona bırak; cefâsını değil, safâsını çek. O hem Hakîmdir, hem Rahîmdir. Mülkünde istediği gibi tasarruf eder, çevirir……..Mektubat

…………. fail muktedirdir…Sözler

Bununla birlikte; Allah’ın kudretinin üzerimizde mütecelli olduğunu, irade ve meşieti gereği halden hale, tavırdan tavıra bu muktazi ile döndüğümüzü rıza ile bilmeliyiz. Ve O’dan başkasından korkmak, beklenti içinde olmak, istek ve dayanak noktaları aramaktan uzak durmalıyız.

Muvaffak olduğumuz her şeyde O’nun dest-i inayeti, kudretinin inayetini görmeliyiz. Enaniyetimize itimat etmek gafletinde bulunmayacak dikkate sahip olmalıyız. Vedia olan güç ve iktidarımızı tekebbür sebebi yapmaktan şiddetle kaçınmalı, iyilik ve hayırda istimal etmek irade ve niyetini göstermeliyiz.

Ve Rabbimizin kudret eserlerini temaşa ederek,iman ve ilmimizin izdiyadına çalışmalıyız…

Bak kitab-ı kâinatın safha-i renginine,

Hâme-i zerrîn-i kudret, gör, ne tasvir eylemiş….Sözler





.

ESMÂÜ'L-HÜSNÂ NOTLARI / EL-MUKADDİM / EL-MUAHHİR

 EL-MUKADDİM / EL-MUAHHİR

ANLAMI:

MUKADDİM:  İstediğini öne geçiren.. Hikmeti ile ileri alan..yakınlaştıran…

MUAHHİR: İstediğini geri bırakan..Hikmetiyle tehir edilmesi gerekenleri tehir eden…

BU İSİM İLE GENEL ANLAMDAKİ BAĞIMIZ:

Bu isimlerin tecellisi ve ihata ettiği her şey hakkında, istidat kabiliyet, ceza, muvaffakiyet, beklemek, bekletilmek gibi,ilahi planda ileri almak ve geri bırakmak gibi hikmetli bir mahiyet, durum, amaç ve zaman yönetimidir diyebiliriz.

Ayrıca bir tezahür olarak ise; insan sair mahlûkata tefevvuk gibi ileri bir dereceye Mukaddim ismi ile taşınırken, sair mahlûkat ise istidat ve kabiliyetlerince Muahhir ismi ile insana nazaran daha düşük derecelerde tutulmuşlardır. Ve hakeza…

Veya tabiatta ve mana âlemlerinde birçok vaka da örnekleri bulunan bu durum hakkında alt bölümde 1-2 örnek verilecektir.

BU İSMİN HAKİKATİNE DAİR;

Mukaddim isminin tecellisine mesleğimizden bir örnek………. İ’lem eyyühe’l-aziz! Tevfik-i İlâhî refiki olan adam, tarikat berzahına girmeden zahirden hakikate geçebilir. Evet, Kur’ân’dan, hakikat-i tarikati, tarikatsiz feyiz suretiyle gördüm ve bir parça aldım. Ve keza, maksud-u bizzat olan ilimlere ulûm-u âliyeyi okumaksızın isâl edici bir yol buldum. Serîüsseyir olan bu zamanın evlâdına, kısa ve selâmet bir tarîki ihsan etmek rahmet-i hâkimenin şânındandır.

………Hem o imanda mârifet ve muhabbetini verdi. Ve mârifet ve muhabbetle o nimet-i vücut içinde daire-i mümkinattan âlem-i vücuba ve daire-i esmâ-i İlâhiyeye kadar hamd ü senâ ile istifade için ellerini uzatabilir bir mertebe ihsan etti. Hem hususî olarak bir ilm-i Kur’ânî ve hikmet-i imaniye verdi. Ve o ihsanıyla çok mahlûkat üstüne bir tefevvuk (üstünlük)verdi…

Muaahhir isminin tecellisine bir örnek…. ekseriyetin hâlis duası dahi ferec-i umumîyi cezb eder. Kuvve-i cazibe vücuda gelmediğinden, fütuhat da verilmedi… On Altıncı Lem'a

………… Cenâb-ı Hak mânen diyor ki: Ben duayı kabul ediyorum, fakat şimdi yağmur vermiyorum.” Demek sonra sûre-i Yâsin şefaat edecek. Nitekim öyle olmuştur….Barla Lahikası

……….. Meselâ madenler diyemezler: “Niçin nebâtî olmadık?” Şekvâ edemezler; belki vücud-u madenîye mazhar oldukları için, hakları Fâtırına şükrandır.

Nebâtat, “Niçin hayvan olmadım?” deyip şekvâ edemez. Belki, vücut ile beraber, hayata mazhar olduğu için, hakkı şükrandır.

Hayvan ise, “Niçin insan olmadım?” diye şikâyet edemez. Belki, hayat ve vücut ile beraber, kıymettar bir ruh cevheri ona verildiği için, onun üstündeki hakkı, şükrandır. Ve hâkezâ, kıyas et.

Ey insan-ı müştekî! Sen mâdum kalmadın, vücut nimetini giydin, hayatı tattın, câmid kalmadın, hayvan olmadın, İslâmiyet nimetini buldun, dalâlette kalmadın, sıhhat ve selâmet nimetini gördün, ve hâkezâ...Mektubat………….

………….. O hem Hakîmdir, hem Rahîmdir. mülkünde istediği gibi tasarruf eder, çevirir………..Mektubat

Evet,Bu tecelliler ile ilgili insan hayatında, yaşamında, duasında ve tabiatta birçok hadise hikmet tecellisi olarak müşahede edilir…

BU ESMA-İ İLAHİYEDEN İYİ HUYLAR, ULVİ HİSLER, DOĞRU FİKİR VE GÜZEL DÜŞÜNCELER İLE YÜKSEK AHLÂK EDİNME;

İnsanın halife-i arz olarak seçilmesi, mahlûkatın ona musahhar edilmesi mazhariyeti mukaddim isminin tecellisindendir.

İnsanın arza halife olması da Mukaddim isminin tecellisiyledir. Onun hizmetine verilen bitkilerde ve hayvanlarda ise Muahhir ismi tecelli etmiştir. Bu derecede var edilmeyen tüm varlıklar Muahhir isminin tecellisi ile insan nazaran geride bırakılmıştır. Ancak onlarda bazı sıfatlar ve vazifelerle kendilerine münasip mükâfatlar ile taltif edilmişler ve memnuniyet ücretlerini almış ve almaktadır.

Hayatta ileri ve geri olan tüm eşya ve mahiyetlerin maddi manevi yükseliş ve gerileyişler, tüm hadise ve içerikleri ile hayat döngüsünün tesis edilmesi bu isimlerin bir birine bakan hakikatlerinin tecellisindendir.

Yine hayırda yarışmak, teavün, tesanüd Mukaddim ismine mazhar olmanın bir şeklidir. Ve helal dairde başarı ve kazanç yolunda say etmekte böyledir. Bir ilerleme talebi ile mukaddim esmasının kapısını çalmaktır. Ve her konuda teenni ile hareket etmek, acele etmemek, hikmeti davranmak Muahhir ismine mazhariyetin olumlu tecellilerindendir.

Yine Allah’ın C.C emirlerine riayet noktasında gösterilen gayret, huzuzat-ı nefsaniyeyi terketmek,İsar gibi hasletlerde bu Esmalardan elde edilen kazanımlardandır.



“Tarafımızdan kendilerine güzel akıbet takdir edilmiş olanlara gelince, işte onlar Cehennemden uzak tutulur.” Enbiyâ 101


.

ESMÂÜ'L-HÜSNÂ NOTLARI / EL-EVVEL / EL-ÂHİR

EL-EVVEL / EL-ÂHİR


ANLAMI:

EVVEL :  Varlığının başlangıcı ..kendisinden evvel ve beraber bir şey olmayan, ezelî olan..

ÂHİR : Varlığının sonu olmayan, yok olması muhal olan.. Tüm canlı mahlûkat fena bulduktan sonra baki kalandır. O ezelden ve ebede değişmekten ve dönüşümden münezzehtir.

"O Evveldir; başlangıcı olmadığı gibi, bütün varlıkların başlangıcı da Onun ilim ve kudretine bağlıdır. O Âhirdir; sonu olmadığı gibi bütün varlıkların neticesi Ona bakar ve dönüşü Onadır." (Hadîd sûresi / 3)

"Yer üzerinde bulunan her şey fânidir. Yalnız celâl ve ikram sahibi Rabbinin yüzü (zâtı) bâkî kalacaktır." (Rahmân sûresi / 26, 27)

BU İSİM İLE GENEL ANLAMDAKİ BAĞIMIZ:

Öncelikle bu iki esma bize ,ezeli ve ebedi ihatası ile bizimle ilgili iki manayı ihsas eder.. Evvel ismi varlığımız ilk irade edilen evresine bakarken, Ahir esması fena ve zevalimize bakar ve hayatımızı öncesi ve sonrası ile kuşatır.

Bununla birlikte insanın Allah’ın takdirine mazhar olmuş, mekân, iş ve zamanlarda gayret ile bulunması ve ilgili durumun iktizası ile himmet ve şevkle çalışması, kendi âleminde hakikatin, sair meselelere nazaran öncelik kazanmış olmasına bağlı olarak evvel isminin bir tezahürü insanın fiil aynasında müşahede edilir.Ve bu itaat ve inkıyada bağlı olarak elde edilen neticeler ise Âhir isminin tecellisine bağlı bir tezahürdür. Âhir ismi insan için, ömür ve ameli noktada sonu olan bu kazanımı, kendi sonsuzluğundaki in’ama mazhar edip bekaya taşır ve ebedi nimetler ile mükâfatlandırır.

 BU İSMİN HAKİKATİNE DAİR;

Evvel ve Âhir isimlerinin hakikatlerine atfen ve harici tecellilerine işareten Risale-i Nur’dan 1-2 mesele paylaşılacaktır.

…………“O Evveldir; başlangıcı olmadığı gibi, bütün varlıkların başlangıcı da Onun ilim ve kudretine bağlıdır. O Âhirdir; sonu olmadığı gibi bütün varlıkların neticesi Ona bakar ve dönüşü Onadır.” Hadid Sûresi;........İsm-i Evvel ile işaret edildiği gibi, herbir meyvedar ağacın menşe-i aslîsi olan çekirdek öyle bir sandukçadır ki, o ağacın programını ve fihristesini ve plânını; ve öyle bir destgâhtır ki, onun cihazatını ve levazımatını ve teşkilâtını ve öyle bir makinedir ki, onun iptidadaki incecik vâridatını ve lâtifâne masârifini ve tanzimatını taşıyor.

…………Ve ism-i Âhir’le işaret edildiği gibi, herbir ağacın neticesi ve meyvesi öyle bir tarifenamedir ki, o ağacın eşkâlini ve ahvâlini ve evsafını, ve öyle bir beyannamedir ki, onun vazifelerini ve menfaatlerini ve hassalarını; ve öyle bir fezlekedir ki, o ağacın emsalini ve ensâlini ve nesl-i âtisini o meyvenin kalbinde bulunan çekirdeklerle beyan ediyor, ders veriyor……………Şualar

BU ESMA-İ İLAHİYEDEN İYİ HUYLAR, ULVİ HİSLER, DOĞRU FİKİR VE GÜZEL DÜŞÜNCELER İLE YÜKSEK AHLÂK EDİNME;

Evvel ismi ile ilgili olarak; İnsanın Allah’a emirlerine karşı olan itaat ve tââtinde özen göstermesi, hayatının ilk ve öncelikli, evvel gayesinin kulluk vazifelerini yerine getirmek ve Rabbinin tahsil etmek olduğunu bilip ve nefsinde kabul edip, amelinde göstermesi ile istikamet dairesinde kalmasıdır diyebiliriz.

Âhir ismi olarak ise; Kul ezeli ve ebedi tek merci’nin Allah olduğu yakin ve bilincine ermesi ile kendini âhirete hazırlaması, takva ve ameli salih çerçevesinde ömrünü geçirme dikkat, titizlik ve istikrarını göstermesi, bu isimden istifade etmek noktasında en önemli şuur ve davranış kazanımı olduğunu söyleyebiliriz.



“Biz Allah'a aidiz ve sonunda O'na döneceğiz.” (Bakara/156)

.

ESMÂÜ'L-HÜSNÂ NOTLARI / EZ- ZÂHİR – EL- BÂTIN

 EZ- ZÂHİR – EL- BÂTIN

ANLAMI:

ZÂHİR :  Varlık ve birliğine ait delilleri ile kendini izhar edip  sıfatları ile görünen zahir olan …

BÂTIN :  Zati mahiyeti perdeli, gözlerin idrakinden hislerin teşhisinden gizlenmiş ,yüce olan…

……… "Ey şiddet-i zuhurundan gizlenmiş ve Ey azamet-i kibriyasından tesettür etmiş zat'ı akdes"..Münâcât

"………..O Zâhirdir; varlık ve birliğinin delilleri herşeyde ap açık görünür ve bütün varlıklar dış görünüşleri ve san’atlı yapılışlarıyla Onun kudret ve sanatına şâhitlik eder. O Bâtındır; herşeyin hakikatine vâkıftır ve herşeyin içyüzü Onun kudret ve hikmetine şâhitlik eder.” (Hadîd sûresi / 3)

“Allah, duyu organlarıyla idrak edilemez, bu cihetle Bâtın’dır. Ve yine Allah’ın varlığı istidlâl yoluyla, yani aklî deliller getirilerek isbat edilebilir. Bu bakımdan Allah Zâhir’dir.” İmam-ı Gazâlî R.A

BU İSİM İLE GENEL ANLAMDAKİ BAĞIMIZ:

Öncelikle bu iki esma bize, Rabbimizin zahirimizde ve batınımızda tasarrufu ile bir aidiyet ve ünsiyet, Yaşadığımız dünyada zahir olduğuna asarının şahadeti, batın olduğuna eşyanın mahiyetinin içindeki harikulade işleyişinin delaleti ile de kurbiyet manasını ihsas eder.

Bununla birlikte insanın Allah’ın takdirine mazhar olmuş, makam ve mevkilerde görünmesi, ona ait olan nimetlerin iş ve efkarından zuhur etmesi, şükür ve hamd ile tezahürü..Zâhir esmasından bir tecelli ………….İstemediği hal ve durumlardan uzak kalıp, menfi mana ve yerlerde bulunmaktan içtinab etmesi, kendindeki vedia olan cihazatı ve hilkatine tevdi edilen cevheri sakınması ,Bâtın isminden bir cilve ,bir mübarek tezahürdür… ( manevi makamların setri de bu mananın içerisine girer..yine evvel isminin manevi terakkide mazi ve evvelinden bazı vukuat ve hakikatlerin müşahadesi ve bast-ı zaman tayy-yı mekan gibi durumlar bu Esmaların insan ruhunda açtığı  pencerelerdendir)

BU İSMİN HAKİKATİNE DAİR;

Zâhir ve Bâtın isimlerinin hakikatlerine atfen ve harici tecellilerine işareten Risale-i Nur’dan 1-2 mesele paylaşılacaktır.

…………" O Zâhirdir; varlık ve birliğinin delilleri herşeyde ap açık görünür ve bütün varlıklar dış görünüşleri ve san’atlı yapılışlarıyla Onun kudret ve sanatına şâhitlik eder. O Bâtındır; herşeyin hakikatine vâkıftır ve herşeyin içyüzü Onun kudret ve hikmetine şâhitlik eder.”” Hadid Sûresi;........

..........Ve ism-i Zâhir ile işaret edildiği gibi, her ağacın giydiği suret ve şekil, öyle musannâ ve münakkaş bir hulledir, bir libastır ki, o ağacın dal ve budak ve âzâ ve eczasıyla tam kametine göre biçilmiş, kesilmiş, süslendirilmiş. Ve öyle hassas ve mizanlı ve mânidardır ki, o ağacı bir kitap, bir mektup, bir kaside suretine çevirmiştir...........

……………Ve ism-i Bâtın ile işaret edildiği gibi, her ağacın içinde işleyen tezgâh öyle bir fabrikadır ki, o ağacın bütün ecza ve âzâsını teşkil ve tedbir ve tedbirini gayet hassas mizanla ölçtüğü gibi, bütün ayrı ayrı âzâlarına lâzım olan maddeleri ve rızkları, gayet mükemmel bir intizam altında sevk ve taksim ve tevzi ile beraber akılları hayret içinde bırakan şimşek çakmak gibi bir sürat ve saati kurmak gibi bir suhulet ve bir orduya arş demek gibi bir birlik ve beraberlik ile o hârika fabrika işliyor. ……………Şualar

Ve;
................ Hattâ, birtek zîhayat şeyde, yalnız zâhir olarak yirmi kadar esmâ-i İlâhiyenin cilve-i nakşı görünebilir…Sözler

…………İnsan, üstünde nakışları görünen esmâ-i İlâhiyeye aynadarlık eder. Otuz İkinci Sözün Üçüncü Mevkıfının başında bir nebze izah edilen insanın mahiyet-i câmiasında nakışları zâhir olan yetmişten ziyade esmâ vardır…..Sözler

Evet,

"...Ve Biz ona şah damarından daha yakınız." Kaaf sûresi / 16

"...Elbette O, sinelerin içinde olanları da bilir." Fâtır sûresi / 38

" Rabbin, onların, sinelerinde gizlediklerini de, açığa vurduklarını da bilir." Kasas sûresi / 69

" Sözünüzü ister gizleyin, ister açığa vurun; bilin ki, O, göğüslerin özünü bilir." Mülk sûresi / 13

BU ESMA-İ İLAHİYEDEN İYİ HUYLAR, ULVİ HİSLER, DOĞRU FİKİR VE GÜZEL DÜŞÜNCELER İLE YÜKSEK AHLÂK EDİNME;

Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın adıyla.

Yemin olsun güneşe ve aydınlığına. • Ve onu takip eden aya. • Ve onu gösteren güne. • Ve onu örten geceye. • Ve gökyüzüne ve onu binâ edene. • Ve yeryüzüne ve onu yayıp döşeyene. • Ve insana ve onu intizamla yaratana. (Şems Sûresi: 1-7.)

……….Her cemâl ve kemâl sahibi, kendi cemâl ve kemâlini görmek ve göstermek istemesi sırrınca, o sultan-ı zîşan dahi istedi ki, bir meşher açsın, içinde sergiler dizsin; tâ nâsın enzârında saltanatının haşmetini, hem servetinin şâşaasını, hem kendi san’atının hârikalarını, hem kendi mârifetinin garîbelerini izhâr edip, göstersin. Tâ, cemâl ve kemâl-i mânevîsini iki vecihle müşâhede etsin:

Bir vechi, bizzat nazar-ı dekàik âşinâsıyla görsün; diğeri, gayrın nazarıyla baksın…..Onbirinci Söz

……………Evet, Kendini bildirmek isteyen o ezeli ve ebedi hazine asarı ile zahir olmuş..hakikat ve mahiyeti eşyayı sevk ve idarede manevi bir planla işlettirilişi ile de bir manada Bâtın olmuş…………. “Sâni´-i Âlem, âlemde dâhil olmadığı gibi âlemden hariç de değildir. İlmi ve kudreti ile herşeyin içinde olduğu gibi, her şeyin fevkindedir.” Mesnevi-i Nuriye/Katre

…………Evet, İnsan Rabbimizin murad ettiği mana üzerine işlemelidir. Onun marifetini kazanacak gayretler içinde olmalıdır. İbret ve tefekkür ile O’nu sıfatları ile tanımaya çalışmalıdır. Yani takdire şayan, harika bir güzellik ve özellik sahibi bir şey kendini izhar edip gösteriyor ise o’nu görmek lazımdır. Böyle müşahede ile elde edilen bir yakin, insanı müdakkik, imanını ise tahkiki yapar…

Ve Batın noktasında ise, Allah’ın kalbimizin en ince detayından haberdar olduğunu bilmek ve kendini onun istemediği durum ve nefse itimad, ucb,fahr,meziyetiyle övünmek,başkasına karşı üstünlük sağlamak gibi kötü ahlaktan sakınmak iktiza eder. Bununla birlikte tefani, tesanüd, isar,tevazü gibi hasletlerle içtimai hayatta bulunmak ve konumla da İslamiyet’in güzelliğine imanın terbiyesine hüsn-ü misal olmaktır.



Ayrıca; eşyanın var edilişinin hakiki mahiyetini anlamak ise yine batın isminden elde edilen kazanımlardandır.

.