“ Bismillâhirrahmânirrahim..”
151 - *SEMA-İ RİSALETİN ŞEMSİ* *(A.S.M)*
Anlamı: Peygamberlik
semasının güneşi olan Hz. Muhammed (A.S.M.)
Arkadaş! Hâlıkımızı tarif eden, pek büyük bir şahsiyet-i mâneviyeye
mâlik, burhan-ı nâtık dediğimiz, “Hazret-i muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm
kimdir?” diye yapılan suale cevaben deriz ki: Hazret-i muhammed (a.s.m.) öyle
bir zâttır ki, azamet-i mâneviyesinden dolayı sath-ı arz, o zâtın mescid-i
aksâsıdır. Mekke-i Mükerreme onun mihrabı, Medine-i Münevvere onun minber-i
fazl-ı kemâlidir. Cemaat-ı mü’minîne en son ve en âli imam ve nev-i beşerin
hatîb-i şehîridir; saadet düsturlarını beyan ediyor. Ve bütün enbiyânın
reisidir; onları tezkiye ve tasdik ediyor. Çünkü, dini bütün dinlerin esasatına
câmidir. Ve bütün evliyânın başıdır; şems-i risaletiyle onları terbiye ve
tenvir ediyor. Reşhalar
*BU İSMİN/SIFATIN HAKİKATİNE DAİR;*
*Bismillâhirrahmânirrahîm*
… Ey makam-ı istimâdaki insan! Şu
ikinci işkâl ettiğin hakikat o kadar derindir, o kadar yüksektir ki, akıl ona
ne ulaşır, ne de yanaşır illâ nur-u imanla görünür. Fakat bazı temsilâtla o
hakikatin vücudu fehme takrib edilir. Öyle ise bir nebze takribe çalışacağız.
İşte, şu kâinata nazar-ı hikmetle
bakıldığı vakit, azîm bir şecere mânâsında görünür. Ve şecerenin nasıl dalları,
yaprakları, çiçekleri, meyveleri vardır. Şu şecere-i hilkatin de bir şıkkı olan
âlem-i süflînin anâsır dalları, nebâtât ve eşcar yaprakları, hayvânât
çiçekleri, insan meyveleri hükmünde görünür.
Sâni-i Zülcelâlin ağaçlar hakkında
câri olan bir kanunu, elbette şu şecere-i âzamda da câri olmak, mukteza-yı
ism-i Hakîmdir. Öyle ise, mukteza-yı hikmet, şu şecere-i hilkatin de bir
çekirdekten yapılmasıdır.
Hem öyle bir çekirdek ki, âlem-i
cismanîden başka, sair âlemlerin nümunesini ve esasatını câmi’ olsun. Çünkü,
binler muhtelif âlemleri tazammun eden kâinatın çekirdek-i aslîsi ve menşei,
kuru bir madde olamaz.
Madem şu şecere-i kâinattan daha
evvel, o neviden başka şecere yok. Öyle ise, ona menşe ve çekirdek hükmünde
olan mânâ ve nur, elbette yine şecere-i kâinatta bir meyve libasının
giydirilmesi, yine Hakîm isminin muktezasıdır. Çünkü çekirdek daima çıplak
olamaz. Madem evvel-i fıtratta meyve libasını giymemiş. Elbette âhirde o libası
giyecektir.
Madem o meyve insandır. Ve madem
insan içinde, sabıkan ispat edildiği üzere, en meşhur meyve ve en muhteşem
semere ve umumun nazar-ı dikkatini celb eden ve arzın nısfını ve beşerin
humsunun nazarını kendine hasreden ve mehâsin-i mâneviyesiyle âlemi ya nazar-ı
muhabbet veya hayretle kendine baktıran meyve ise, zât-ı Muhammediye
Aleyhissalâtü Vesselâmdır. Elbette, kâinatın teşekkülüne çekirdek olan nur,
onun zâtında cismini giyerek en âhir bir meyve suretinde görünecektir.
Ey müstemi! Şu acip kâinat-ı azîme
bir insanın cüz’î mahiyetinden halk olunmasını istib’âd etme. Bir nevi âlem
gibi olan muazzam çam ağacını, buğday tanesi kadar bir çekirdekten halk eden
Kadîr-i Zülcelâl, şu kâinatı nur-u Muhammedîden (Aleyhissalâtü Vesselâm) nasıl
halk etmesin veya edemesin? İşte, şecere-i kâinat, şecere-i tûbâ gibi, gövdesi
ve kökü yukarıda, dalları aşağıda olduğu için, aşağıdaki meyve makamından, tâ
çekirdek-i aslî makamına kadar nuranî bir hayt-ı münasebet var.
İşte, Mirac, o hayt-ı münasebetin
gılâfı ve suretidir ki, zât-ı Ahmediye Aleyhissalâtü Vesselâm o yolu açmış,
velâyetiyle gitmiş, risaletiyle dönmüş ve kapıyı da açık bırakmış. Arkasındaki
evliya-yı ümmeti, ruh ve kalble, o cadde-i nuranîde, Mirac-ı Nebevînin
gölgesinde seyr ü sülûk edip istidatlarına göre makamat-ı âliyeye çıkıyorlar.
Hem sabıkan ispat edildiği üzere, şu
kâinatın Sânii, birinci işkâlin cevabında gösterilen makàsıd için, şu kâinatı
bir saray suretinde yapmış ve tezyin etmiştir. O makàsıdın medarı zât-ı
Ahmediye (a.s.m.) olduğu için, kâinattan evvel Sâni-i Kâinatın nazar-ı
inâyetinde olması ve en evvel tecellîsine mazhar olmak lâzım geliyor.
Çünkü birşeyin neticesi, semeresi
evvel düşünülür. Demek, vücuden en âhir, mânen de en evveldir. Halbuki, zât-ı
Ahmediye (a.s.m.) hem en mükemmel meyve, hem bütün meyvelerin medar-ı kıymeti
ve bütün maksatların medar-ı zuhuru olduğundan, en evvel tecellî-i icada
mazhar, onun nuru olmak lâzım gelir.
Sözler
*SÜNNET-İ SENİYE NOKTASINDA BU
İSİMDEN/SIFATTAN HİSSEMİZ;*
Yâ Rabbî ve yâ Rabbe’s-Semâvâti
ve’l-Aradîn, yâ Halıkî ve yâ Halık-ı Küll-i Şey,
Gökleri yıldızlarıyla, zemini
müştemilâtıyla ve bütün mahlukatı bütün keyfiyatıyla teshir eden kudretinin ve
iradetinin ve hikmetinin ve hâkimiyetinin ve rahmetinin hakkı için, nefsimi
bana musahhar eyle ve matlubumu bana musahhar kıl. Kur’ân’a ve imana hizmet
için, insanların kalblerini Risale-i Nur’a musahhar yap. Ve bana ve ihvanıma
iman-ı kâmil ve hüsn-ü hâtime ver. Hazret-i Mûsa Aleyhisselâma denizi ve
Hazret-i İbrahim Aleyhisselâma ateşi ve Hazret-i Dâvud Aleyhisselâma dağı,
demiri ve Hazret-i Süleyman Aleyhisselâma cinni ve insi ve Hazret-i muhammed
Aleyhissalâtü Vesselâma şems ve kameri teshir ettiğin gibi, Risale-i Nur’a
kalbleri ve akılları musahhar kıl. Ve beni ve Risale-i Nur Talebelerini nefis
ve şeytanın şerrinden ve kabir azabından ve Cehennem ateşinden muhafaza eyle ve
Cennetü’l-Firdevste mes’ut kıl. Âmin, âmin, âmin. Münâcât