“ Bismillâhirrahmânirrahim..”
134 - *ŞAH-I LEVLÂK* *(A.S.M)*
Anlamı: Yaratılanların şahı,
kainatın yaratılış sebebi olan Hz. Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm.
…Elbette ve herhalde insan bir dâr-ı
bekàya gidecek ve bir hayat-ı bâkiyeye mazhar olacaktır. Ve insanın kıymetini
ve vazifelerini ve kemâlâtını bildiren, rehber-i âzam ve insan-ı ekmel olan Muhammed-i
Arabî Aleyhissalâtü Vesselâm, insana dair beyan ettiğimiz bütün kemâlâtı ve
vazifeleri en ekmel bir surette kendinde ve dininde göstermesiyle gösteriyor
ki: Nasıl kâinat insan için yaratılmış ve kâinattan maksud ve müntehap
insandır. Öyle de, insandan dahi en büyük maksud ve en kıymettar müntehap ve en
parlak âyine-i Ehad ve Samed, elbette Ahmed-i Muhammeddir.
Ümmetinin hasenatı adedince ona ve
âline salât ve selâm olsun. Ya Allah, yâ Rahmân, yâ Rahîm, yâ Ferd, yâ Hayy, yâ
Kayyûm, yâ Hakem, yâ Adl, yâ Kuddûs! Furkan-ı Hakîminin hakkı için ve Habib-i
Ekreminin hürmetine, Esmâ-i Hüsnânın hakkı için ve İsm-i Âzamın hürmetine
Senden niyaz edip istiyoruz: Bizi nefsin ve şeytanın ve cin ve insanın
şerrinden muhafaza buyur. Âmin. Lem’alar
*BU İSMİN/SIFATIN HAKİKATİNE DAİR;*
*Bismillâhirrahmânirrahîm*,
Bu Kâinat Sahibinin tezahür-ü
rububiyetine ve sermedî ulûhiyetine ve nihayetsiz ihsanatına küllî bir ubûdiyet
ve tanıttırmakla mukabele eden Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm, bu kâinatta
güneşin lüzumu gibi elzemdir ki, nev-i beşerin üstad-ı ekberi ve büyük
peygamberi (a.s.m.) ve Fahr-i Âlem ve “levlake levlak lema halaktul eflak” (Eğer
sen olmasaydın kâinatı yaratmazdım.) hitabına mazhar ve hakikat-i Muhammediyesi
hem sebeb-i hilkat-i âlem, hem neticesi ve en mükemmel meyvesi olduğu gibi, bu
kâinatın hakikî kemâlâtı ve sermedî bir Cemîl-i Zülcelâlin bâki âyineleri ve
sıfatlarının cilveleri ve hikmetli ef’âlinin vazifedar eserleri ve çok mânidar
mektupları olması ve bâki bir âlemi taşıması ve bütün zîşuurların müştak
oldukları bir dâr-ı saadet ve âhireti netice vermesi gibi hakikatleri,
hakikat-ı Muhammediye (a.s.m.) ve risalet-i Ahmediye ile tahakkuk ettiğinden,
nasıl bu kâinat onun risaletine gayet kuvvetli ve kat’î şehadet eder; öyle de,
başta âlem-i İslâm, bütün beşer ve bütün zîşuur, Cehennemden acı ve korkunç
olan ademden, hiçlikten, idam-ı ebedîden, fena-yı mutlaktan kurtulmak için,
daimî aşk ve şevkle her zamanda ve câmi’ mâhiyetinin bütün kuvvetleriyle, bütün
istidadat lisanlarıyla bütün dualar ve ibadetler ve ricalarının dilleriyle
istedikleri hayat-ı bâkiyeyi kuvvetli, kat’î beşaret veren risalet-i Ahmediye
(a.s.m.) ve hakikat-i Muhammediyeye (a.s.m.) şehadet edip nev-i beşerin medâr-ı
iftiharı, eşref-i
mahlûkat olduğuna imza bastığı gibi, her zamanda üç yüz elli milyon ehl-i
imanın “Essebebü Ke'l fâil “ (Bir şeye
sebep olan onu yapan gibidir.) sırrınca, hergün işledikleri bütün hasenatlar ve hayırların bir misli
Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâmın defter-i hasenatına girmesi ve o tek
şahsiyet-i Muhammediye (a.s.m.), yüzer milyon, belki milyar âbid-i muhsin kadar
küllî bir ubudiyete ve füyuzâtına mazhar bir makam kazanması, o zâtın
risaletine pek kuvvetli şehadet edip imza basar. Şualar
…Hem o nur ile, kâinattaki harekât,
tenevvüat, tebeddülât, tagayyürat, mânâsızlıktan ve abesiyetten ve tesadüf
oyuncaklığından çıkıp, birer mektubat-ı Rabbâniye, birer sahife-i âyât-ı
tekvîniye, birer merâyâ-yı esmâ-i İlâhiye ve âlem dahi bir kitab-ı hikmet-i
Samedâniye mertebesine çıktılar.
Hem insanı bütün hayvânâtın mâdûnuna
düşüren hadsiz zaaf ve aczi, fakr ve ihtiyâcâtı ve bütün hayvanlardan daha
bedbaht eden, vasıta-ı nakl-i hüzün ve elem ve gam olan aklı o nurla nurlandığı
vakit, insan bütün hayvanat, bütün mahlûkat üstüne çıkar. O nurlanmış acz,
fakr, akıl ile, niyaz ile nazenin bir sultan ve fîzar ile nazdar bir halife-i
zemin olur.
Demek o nur olmazsa kâinat da, insan
da, hattâ herşey dahi hiçe iner. Evet, elbette böyle bedî bir kâinatta böyle
bir zat lâzımdır. Yoksa kâinat ve eflâk olmamalıdır. Sözler
*SÜNNET-İ SENİYE NOKTASINDA BU
İSİMDEN/SIFATTAN HİSSEMİZ;*
Ey aziz Üstad, bizler nasıl
şükretmeyelim, nasıl minnettar olmayalım ki, Cenâb-ı Hak, şiddetli muhtaç
olduğumuz dünyanın o koca güneşi gibi, Kur’ân güneşinin hakikî bir müfessirine
bizleri kavuşturdu. Nasıl salât ü selâm olmasın ki, ol hazret-i sipeh-sâlâr-ı
enbiyâ olan Şâh-ı Levlâke ki, bizlerin görmez gözlerimizi nuruyla şûledâr edip,
tarîk-i müstakime sevk eyledi. Nasıl duagû olmayalım, ol Hazret-i Dellâl-ı
Kur’ân’a ki, isyanımıza bakıp, bizleri halka-i irşadından hariç ve hal-i
aslîmizde bırakmadı ve inşaallah iki cihanda da bırakmayacaktır. Barla Lâhikası / Hâfız Ali R.H