“ Bismillâhirrahmânirrahim..”
156 - *MÜRŞİD-İ UMUMÎ* *(A.S.M)*
Anlamı: Bütün ins ve cinni getirdiği
din ve vahiy ile terbiye ve irşad eden Hz. Muhammed (A.S.M.)
…Bak, harika bir surette hüsn-ü
suret ile hüsn-ü sîreti cem eden o mürşid-i umumî, o hatîb-i kudsî, cevâhir
dolu bir kitab-ı mu’cizülbeyan eline alarak, bütün insanlara mele-i âlâdan
nâzil olan bir hutbe-i ezeliyeyi okuyor. Ve bütün benî Âdemi ve cinleri ve
mevcudatı dinletiyor. Evet, pek büyük bir emirden haber veriyor. Hilkat-i
âlemin acip muammâsını açıyor. Kâinatın sırr-ı hikmetine dair tılsımı açıyor. Reşhalar
*BU İSMİN/SIFATIN HAKİKATİNE DAİR;*
*Bismillâhirrahmânirrahîm*
… Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü
Vesselâma der: “Eğer ehl-i dalâlet arka verip senin şeriat ve sünnetinden i’raz
edip Kur’ân’ı dinlemeseler, merak etme.
Ve de ki: Cenâb-ı Hak bana kâfidir.
Ona tevekkül ediyorum. Sizin yerlerinize, ittibâ edecekleri yetiştirir. Taht-ı
saltanatı herşeyi muhittir; ne âsiler hududundan kaçabilirler ve ne de istimdat
edenler medetsiz kalırlar.”
Öyle de, mânâ-yı işarîsiyle der ki:
“Ey insan ve ey insanın reisi ve mürşidi! Eğer bütün mevcudat seni bırakıp fenâ
yolunda ademe giderse, eğer zîhayatlar senden mufarakat edip ölüm yolunda
koşarsa, eğer insanlar seni terk edip mezaristana girerse, eğer ehl-i gaflet ve
dalâlet seni dinlemeyip zulümata düşerse, merak etme.
De ki: Cenâb-ı Hak bana kâfidir.
Madem O var, herşey var. Ve o halde, o gidenler ademe gitmediler. Onun başka
memleketine gidiyorlar. Ve onların bedeline o Arş-ı Azîm Sahibi, nihayetsiz
cünud ve askerinden, başkalarını gönderir.
Ve mezaristana girenler
mahvolmadılar; başka âleme gidiyorlar. Onların bedeline başka vazifedarları
gönderir. Ve dalâlete düşenlere bedel, tarik-i hakkı takip edecek muti
kullarını gönderebilir. Madem öyledir; O herşeye bedeldir, bütün eşya birtek
teveccühüne bedel olamaz” der. Lem’alar
… O zât (a.s.m.) öyle bir şeriat ve
bir İslâmiyet ve bir ubûdiyet ve bir dua ve bir davet ve bir imanla meydana
çıkmış ki, onların ne misli var ne de olur. Ve onlardan daha mükemmel, ne
bulunmuş ve ne de bulunur. Çünkü, ümmî bir zâtta (a.s.m.) zuhur eden o şeriat,
on dört asrı ve nev-i beşerin humsunu, âdilâne ve hakkaniyet üzere ve
müdakkikane hadsiz kanunlarıyla idare etmesi, emsal kabul etmez.
Hem, ümmî bir zâtın (a.s.m.) ef’âl
ve akvâl ve ahvâlinden çıkan İslâmiyet, her asırda, üç yüz milyon insanın
rehberi ve mercii ve akıllarının muallimi ve mürşidi ve kalblerinin münevviri
ve musaffîsi ve nefislerinin mürebbîsi ve müzekkîsi ve ruhlarının medâr-ı
inkişafı ve maden-i terakkiyatı olması cihetiyle, misli olamaz ve olamamış. Şualar
… Hülâsa: İman nuruyla âlem öyle
terakki eder ki, “Hikmet-i Samedâniye Kitabı” namını alıyor. Ve insan, zelil ve
fakir ve âciz hayvanların sırasından çıkar; zaafının kuvvetiyle, aczinin
kudretiyle, ubudiyetinin şevketiyle, kalbinin şuaıyle, aklının haşmet-i
imaniyesiyle hilâfet ve hâkimiyetin zirvesine yükselmiştir. Hattâ acz, fakr,
ihtiyaç ve akıl onun sukutuna esbab iken, suud ve yükselmesine sebep olurlar.
Zulmetli, karanlıklı bir mezar-ı ekber suretinde görünen zaman-ı mazi, enbiya
ve evliyanın ziyasıyla ziyadar ve nuranî görünmeye başlar. Karanlıklı gece
şeklinde olan istikbal, Kur’ân’ın ziyasıyla tenevvür eder, Cennetin bostanları
şekline girer. Buna binaen, o zât-ı nurânî olmasaydı, kâinat da, insan da,
herşey de adem hükmünde kalır, ne kıymeti olur ve ne ehemmiyeti kalırdı.
Binaenaleyh, bu kadar garip, acip,
güzel kâinat için böyle tarifat ve teşrifatçı bir mürşid-i harika lâzımdır.
“Eğer bu zât (a.s.m.) olmasaydı kâinat da olmazdı” meâlinde olan hadis-i kudsî
şu hakikatı tenvir ediyor. Mesnevi-i Nuriye
*SÜNNET-İ SENİYE NOKTASINDA BU
İSİMDEN/SIFATTAN HİSSEMİZ;*
…Evet, bu asrın ehemmiyetli ve
mânevî ve ilmî bir mürşidi olan Risaletü’n-Nur’un heyet-i mecmuası, sair şahsî
büyük mürşidler gibi kendine muvafık ve hakikat-i ilmiyeye münasip olarak,
birkaç nevide ve bilhassa hakaik-i imaniyenin izharında, intişarında azîm
kerametleri olduğu gibi, üç keramet-i zâhiresi bulunan Mu’cizât-ı Ahmediye, Onuncu
Söz ve Yirmi Dokuzuncu Söz ve Âyetü’l-Kübrâ gibi çok risaleleri dahi herbiri
kendine mahsus kerametleri bulunduğunu çok emâreler ve vâkıalar bana kat’î bir
kanaat vermiş. Hattâ sekeratta bulunan talebelerine imanını kurtarmak için bir
mürşid gibi yetiştiğine, müteaddit vâkıalar şüphe bırakmıyor. Bediüzzaman Said Nursî R.A