“ Bismillâhirrahmânirrahim..”
146 - *MUHAMMED MUSTAFA * *(A.S.M)*
Anlamı: Allah tarafından övülmüş, Allah’a çok hamd eden,
kâinatın ve mahlûkatın en mümtazı ve
seçkini olan Hz. Muhammed (A.S.M.)
Bütün zîhayatlar hayatlarının
lisân-ı hâlleriyle Hâlıklarına takdim ettikleri mânevî hediyelerini ve lisân-ı hâlle
hamd ve şükürlerini, o Zât-ı Vacibü’l-Vücuda biz de takdim ediyoruz ki, demiş:
*Rahmet-i İlâhiyeden ümidinizi
kesmeyiniz*.
Hem hadsiz salât ve selâm ol
Peygamberimiz Muhammed Mustafa Aleyhissalâtü Vesselâm üzerine olsun ki, demiş:
*Benim insanlara Cenâb-ı Hak
tarafından bi’setim ve gelmemin ehemmiyetli bir hikmeti, ahlâk-ı haseneyi ve
güzel hasletleri tekmil etmek ve beşeri ahlâksızlıktan kurtarmaktır*. Hutbe-i Şâmiye
*BU İSMİN/SIFATIN HAKİKATİNE DAİR;*
*Bismillâhirrahmânirrahîm*,
…bu kâinatta tasarruf eden ve en
cüz’î bir şifayı ve en küçük bir şükrü dahi nazara alan ve sinek kanadı gibi en
az bir san’atı başkalarına havale etmeyen ve vermeyen ve lâkayt kalmayan ve en
basit bir tohuma bir ağaç kadar vazifeler ve hikmetler takan ve kendi
Rahmâniyetini ve Rahîmiyetini ve Hakîmliğini herbir san’atıyla ihsas eden ve
kendini herbir vesileyle tanıttıran ve herbir nimetle sevdiren bir Sâni-i
Kadîr, Hakîm, Rahîm, Alîm, hiç mümkün müdür ki ve hiçbir cihetle kàbil midir
ki, kâinatı mânen istilâ eden mehâsin-i hakikat-ı Muhammediyeye (a.s.m.) ve
tesbihat-ı Ahmediyeye (a.s.m.) ve envar-ı İslâmiyeye karşı lâkayd kalsın?
Ve hiçbir cihetle mümkün müdür ki,
bütün masnuatını yaldızlayan ve bütün mahlûkatını sevindiren ve kâinatı
ışıklandıran ve semâvât ve arzı velveleye veren ve küre-i arzın yarısını ve
nev-i beşerin beşten birisini ondört asır bilâ fasıla saltanat-ı maddiye ve
mâneviyesi altına alan ve daima o muhteşem saltanatı Hâlık-ı Kâinat hesabına ve
namına süren Risalet-i Ahmediye (a.s.m.) o Sâniin en mühim bir maksadı, bir
nuru, bir âyinesi olmasın? Hem Muhammed (a.s.m.) gibi aynı hakikata hizmet eden
enbiyalar dahi o Sâniin elçileri ve dostları ve memurları olmasın? Hâşâ,
mu’cizat-ı enbiya adedince hâşâ ve kellâ!
Şualar
… bu kâinatın Sahibi (celle
celâluhu) o şahsiyet-i mâneviye-i Muhammediyeyi (a.s.m.) saltanat-ı
rububiyetine bir yüksek dellâl ve kâinat tılsımının ve hilkat muammasının bir
doğru keşşafı ve lütuf ve rahmetinin bir parlak misali ve şefkat ve
muhabbetinin bir beliğ lisanı ve âlem-i bâkideki hayat-ı daime ve saadet-i
ebediyenin en kuvvetli müjdecisi ve elçilerinin en son ve en büyük bir resul
eylemiş. Acaba bu mahiyetteki bir hakikate kanaat etmeyen veya ehemmiyet
vermeyen, ne derece hasâret ve hata ve belâhet ve cinayet ettiğini kıyas
edilsin! ………….. Şualar
*SÜNNET-İ SENİYE NOKTASINDA BU
İSİMDEN/SIFATTAN HİSSEMİZ;*
…Kur’ân’ında o azîm ehemmiyeti
vermiş ve fermanında ona tebaiyeti ve sünnet-i seniyyesine ittibâ ile şefaatine
mazhariyeti en ehemmiyetli bir mesele-i insaniye göstermiş…………………. Şualar
…Allah’a (celle celâluhu) imanınız
varsa, elbette Allah’ı seveceksiniz. Madem Allah’ı seversiniz; Allah’ın sevdiği
tarzı yapacaksınız. Ve o sevdiği tarz ise: Allah’ın sevdiği zâta
benzemelisiniz. Ona benzemek ise, ona ittibâ etmektir. Ne vakit ona ittibâ
etseniz, Allah da sizi sevecek. Zaten siz Allah’ı seversiniz, tâ ki Allah da
sizi sevsin. Lem’alar
…Üstadım bana ve dinleyen her
zevi’l-ukule, “Tarikat zamanı değil, imanı kurtarmak zamanıdır. Beş vakit
namazını hakkıyla edâ et; namazın nihayetindeki tesbihleri yap; ittibâ-ı sünnet
et; yedi kebâiri işleme” dersini vermiştir. Ben gerek bu derse, gerek
Risaletü’n-Nur’la verilen derslere, Kur’ân’dan istinbat buyurarak gösterdiği
hakikatlere karşı Allah’ın tevfikiyle can ü dilden belî dedim, tasdik ettim ve
bana böylece hakikat dersini veren bu zâta da ömrümde ilk defa olarak Üstad
dedim. Hatâ etmedim, isabet ettim.
Hulûsi R.H