“ Bismillâhirrahmânirrahim..”
168 - *İMAM-ÜL MÜTTAKİN* *(A.S.M)*
Anlamı: Allah'tan korkan takvalıların önderi olan Hz.
Muhammed (A.S.M.)
… Hem, dininde bulunan bütün ibâdâtın bütün envâında en ileri olması;
ve herkesten ziyade takvâda bulunması ve Allah’tan korkması; ve fevkalâde daimî
mücahedat ve dağdağalar içinde tam tamına ubûdiyetin en ince esrarına kadar
müraat etmesi; ve hiç kimseyi taklit etmeyerek ve tam mânâsıyla ve müptediyâne
fakat en mükemmel olarak, hem iptidâ ve intihâyı birleştirerek yapması, elbette
misli görülmez ve görünmemiş. Şualar
… zatında gayet kemaldeki ahlâk-ı hamîdesini ve vazifesinde nihayet
hüsnündeki secaya-yı gâliyesini ve kemal-i emniyetini ve kuvvet-i imanını ve
gayet itminanını ve nihayet vüsukunu gösteren fevkalâde takvası, fevkalâde
ubudiyeti, fevkalâde ciddiyeti, fevkalâde metaneti davasında nihayet derecede
sadık olduğunu güneş gibi aşikâre gösteriyor. Sözler
*BU İSMİN/SIFATIN HAKİKATİNE DAİR;*
*Bismillâhirrahmânirrahîm*
Bu mektup gayet ehemmiyetlidir.
Aziz, sıddık kardeşlerim;
Bugünlerde, Kur’ân-ı Hakîmin nazarında, imandan sonra en ziyade esas tutulan
takvâ ve amel-i salih esaslarını düşündüm. Takvâ, menhiyattan ve günahlardan
içtinab etmek; ve amel-i salih, emir dairesinde hareket ve hayrat kazanmaktır.
Her zaman def-i şer, celb-i nef’a râcih olmakla beraber, bu tahribat ve sefahet
ve câzibedar hevesat zamanında bu takvâ olan def-i mefasid ve terk-i kebair
üssü’l-esas olup büyük bir rüçhaniyet kesb etmiş. Bu zamanda tahribat ve menfî
cereyan dehşetlendiği için, takvâ bu tahribata karşı en büyük esastır.
Farzlarını yapan, kebireleri işlemeyen, kurtulur. Böyle kebair-i azîme içinde
amel-i salihin ihlâsla muvaffakiyeti pek azdır.
Hem, az bir amel-i salih, bu ağır
şerait içinde çok hükmündedir. Hem, takva içinde bir nevi amel-i salih var.
Çünkü, bir haramın terki vaciptir. Bir vacibi işlemek, çok sünnetlere mukabil
sevabı var. Takvâ, böyle zamanlarda, binler günahın tehâcümünde bir tek
içtinab, az bir amelle, yüzer günah terkinde, yüzer vacip işlenmiş oluyor. Bu
ehemmiyetli nokta, niyetle, takvâ namıyla ve günahtan kaçınmak kastıyla menfî
ibadetten gelen ehemmiyetli a’mâl-i salihadır.
Risale-i Nur şakirtlerinin, bu
zamanda en mühim vazifeleri, tahribata ve günahlara karşı takvâyı esas tutup
davranmak gerektir. Madem her dakikada, şimdiki tarz-ı hayat-ı içtimaiyede yüz
günah insana karşı geliyor; elbette takvayla ve niyet-i içtinabla yüzer amel-i
sâlih işlenmiş hükmündedir. Malûmdur ki, bir adamın bir günde harap ettiği bir
sarayı, yirmi adam, yirmi günde yapamaz ve bir adamın tahribatına karşı yirmi
adam çalışmak lâzım gelirken; şimdi, binler tahribatçıya mukabil, Risale-i Nur
gibi bir tamircinin bu derece mukavemeti ve tesiratı pek harikadır. Eğer bu iki
mütekabil kuvvetler bir seviyede olsaydı, onun tamirinde mu’cizevâri
muvaffakiyet ve fütuhat görülecekti.
Ezcümle: Hayat-ı içtimaiyeyi idâre
eden en mühim esas olan hürmet ve merhamet gayet sarsılmış. Bazı yerlerde,
gayet elîm ve biçare ihtiyarlar, peder ve valideler hakkında dehşetli neticeler
veriyor.
Cenâb-ı Hakka şükür ki, Risale-i
Nur, bu müthiş tahribata karşı girdiği yerlerde mukavemet ediyor, tamir ediyor.
Sedd-i Zülkarneynin tahribiyle Ye’cüc ve Me’cüclerin dünyayı fesada vermesi
gibi, şeriat-ı muhammediye (a.s.m.) olan sedd-i Kur’ânî’nin tezelzülüyle ve
Ye’cüc ve Me’cücden daha müthiş olarak ahlâkta ve hayatta zulmetli bir
anarşilik ve zulümlü bir dinsizlik fesada ve ifsada başlıyor.
Risale-i Nur’un şakirtleri, böyle
bir hâdisede mânevî mücahedeleri, inşaallah zaman-ı Sahâbedeki gibi, az amelle,
pek büyük sevap ve a’mâl-i sâlihaya medar olur.
Aziz kardeşlerim, işte böyle bir
zamanda, bu dehşetli hâdisâta karşı, ihlâs kuvvetinden sonra bizim en büyük
kuvvetimiz, iştirâk-i a’mâl-i uhrevî düsturuyla birbirimize kalemlerle,
herbirinin a’mâl-i saliha defterine hasenat yazdırdıkları gibi; lisanlarıyla,
herbirinin takvâ kalesine ve siperine kuvvet ve imdat göndermektir. Ve bilhassa
fırtınalı tehacüme hedef olan bu fakir ve âciz kardeşinize, bu mübarek şuhur-u
selâsede ve eyyâm-ı meşhurede yardıma koşmak, sizin gibi kahraman ve vefadar ve
şefkatkârların şe’nidir. Bütün ruhumla bu imdad-ı manevîyi sizden rica
ediyorum. Ve ben dahi, iman ve sadakat şartıyla, Risale-i Nur talebelerini
bütün dualarıma ve manevî kazançlarıma, yirmi dört saatte, iştirak-i a’mâl-i uhreviye
düsturuyla, bazan yüz defadan ziyade “Risale-i Nur talebeleri” ünvanıyla
hissedar ediyorum.
Said Nursî R.A Kastamonu Lahikası
*SÜNNET-İ SENİYE NOKTASINDA BU
İSİMDEN/SIFATTAN HİSSEMİZ;*
İ’lem eyyühe’l-aziz! Ey nefis! Eğer
takvâ ve amel-i salih ile Hâlıkını razı ettiysen, halkın rızasını tahsile lüzum
yoktur; o kâfidir. Eğer halk da Allah’ın hesabına rıza ve muhabbet
gösterirlerse, iyidir. Şayet onlarınki dünya hesabına olursa, kıymeti yoktur.
Çünkü onlar da senin gibi âciz kullardır. Maahaza, ikinci şıkkı takip etmekte
şirk-i hafî olduğu gibi, tahsili de mümkün değildir. Evet, bir maslahat için
sultana müracaat eden adam sultanı irzâ etmiş ise, o iş görülür. Etmemişse,
halkın iltimasıyla çok zahmet olur. Maamâfih, yine sultanın izni lâzımdır. İzni
de rızasına mütevakkıftır. Mesnevi-i
Nuriye