“ Bismillâhirrahmânirrahim..”
157 - *HATİB-İ KUDSÎ* *(A.S.M)*
Anlamı: Muazzez bir hitap ile
hak ve hakikati anlatan Hz. Muhammed (A.S.M.)
… İşte, mezkûr sıfatlarla muttasıf
ve her cihetle sarsılmaz, kuvvetli istinad noktalarına dayanan Muhammed-i Arabî
Aleyhissalâtü Vesselâm, âlem-i şehadete müteveccih olarak, âlem-i gayb namına,
cin ve insin başları üzerine ilân ederek, istikbalde gelecek asırlar arkasında
duran akvâma ve milletlere hitap edip öyle bir nidâ eder ki, umum cin ve inse,
umum yerlere, umum asırlara işittiriyor. Evet, işitiyoruz.
… Hem öyle yüksek, kuvvetli hitap
ediyor ki, bütün asırlar onu dinler. Evet, aks-i sadâsını herbir asır işitiyor.
… Hem o zâtın gidişatında görünüyor
ki: Görüyor, öyle haber veriyor. Çünkü en tehlikeli vakitlerde, kemâl-i
metanetle, tereddütsüz, telâşsız söylüyor. Bazı olur, tek başıyla dünyaya
meydan okuyor.
… Hem bütün kuvvetiyle, öyle
kuvvetli davet edip çağırır ki, yarı yeri ve nev-i beşerin beşte birini, sesine
karşı “Lebbeyk” dedirtti, “İşittik ve
itaat ettik.” söylettirdi. Mektubat
*BU İSMİN/SIFATIN HAKİKATİNE DAİR;*
*Bismillâhirrahmânirrahîm*
… Şu kâinatın Sahip ve Mutasarrıfı,
elbette bilerek yapıyor ve hikmetle tasarruf ediyor ve her tarafı görerek
tedvir ediyor ve herşeyi bilerek, görerek terbiye ediyor ve herşeyde görünen
hikmetleri, gayeleri, faideleri irade ederek tedvir ediyor.
Madem yapan bilir, elbette bilen
konuşur.
Madem konuşacak; elbette zîşuur ve
zîfikir ve konuşmasını bilenlerle konuşacak.
Madem zîfikirle konuşacak; elbette
zîşuurun içinde en cemiyetli ve şuuru küllî olan insan nev’iyle konuşacaktır.
Madem insan nev’iyle konuşacak;
elbette insanlar içinde kàbil-i hitap ve mükemmel insan olanlarla konuşacak.
Madem en mükemmel ve istidadı en
yüksek ve ahlâkı ulvî ve nev-i beşere muktedâ olacak olanlarla konuşacaktır.
Elbette, dost ve düşmanın ittifakıyla, en yüksek istidatta ve en âli ahlâkta ve
nev-i beşerin humsu ona iktidâ etmiş ve nısf-ı arz onun hükm-ü mânevîsi altına
girmiş ve istikbal onun getirdiği nurun ziyasıyla bin üç yüz sene ışıklanmış ve
beşerin nuranî kısmı ve ehl-i imanı mütemadiyen günde beş defa onunla tecdid-i
biat edip ona dua-yı rahmet ve saadet edip ona medih ve muhabbet etmiş olan
Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm ile konuşacak ve konuşmuş; ve resul yapacak ve
yapmış; ve sair nev-i beşere rehber yapacak ve yapmıştır. Mektubat
………*Mekke bir mihrap, Medine bir
minber; o burhan-ı bâhir olan Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselâm bütün ehl-i
imana imam, bütün insanlara hatip*……………
*SÜNNET-İ SENİYE NOKTASINDA BU
İSİMDEN/SIFATTAN HİSSEMİZ;*
… Bir vakit “Ancak Sana
kulluk eder, ancak Senden yardım isteriz.” deki nun-u mütekellim-i maalgayri (Birinci
çoğul şahıs; biz. ) düşündüm ve mütekellim-i vahde ( Birinci tekil şahıs) "ben". sıygasından ( tekli
bildirimden) “Kulluk ederiz.” sıygasına (
çoklu bildirime ) intikalin (geçişin) sebebini kalbim aradı. Birden, namazdaki
cemaatin fazileti ve sırrı, o nun’dan inkişaf etti.
Gördüm ki, namaz kıldığım o Bayezid
Camiindeki cemaatle iştirakimi ve herbiri benim bir nevi şefaatçim hükmüne ve
kıraatimde izhar ettiğim hükümlere ve dâvâlara birer şahit ve birer müeyyid (
destekleyici ) gördüm. Nâkıs ubûdiyetimi,( eksik ,noksan kulluğumu) o cemaatin
büyük ve kesretli ibâdâtı ( çoklu ibadeti ) içinde dergâh-ı İlâhiyeye ( Allah’ın
yüce makamına) takdime ( sunmaya ) cesaret geldi.
Onda dahi, rû-yi zemin mescidinde,
Kâbe-i Mükerreme etrafında dairevî saflar içinde kendimi gördüm."Ezelden
ebede her türlü hamd ve övgü, şükür ve minnet, âlemlerin rabbi olan Allah'a
mahsustur." Fâtihâ Sûresi,
1:2. dedim, benim bu kadar şefaatçilerim
var, benim namazda söylediğim herbir sözü aynen söylüyorlar, tasdik ediyorlar.
Madem hayalen bu perde açıldı,
Kâbe-i Mükerreme mihrap hükmüne geçti. Ben bu fırsattan istifade ederek, o
safları işhad edip, ( şahit gösterip) tahiyyatta getirdiğim Şehadet ederim ki,
Allah'tan başka hiçbir ilâh yoktur. Yine şehâdet ederim ki, Hz. Muhammed
(a.s.m.) Allah'ın Resûlüdür. olan imanın tercümanını mübarek Hacerü'l-Esvede
tevdi edip emanet bırakıyorum derken, birden bir vaziyet daha açıldı. Gördüm
ki, dahil olduğum cemaat üç daireye ayrıldı.
Birinci daire: Rû-yi zeminde
mü'minler ve muvahhidîndeki cemaat-i uzmâ. ( Cenab-ı Hakkın varlık ve birliğine
iman eetmiş,inanan büyük cemaat)
İkinci daire: Baktım, umum mevcudat,
bir salât-ı kübrâda,( en büyük namaz ve duada) bir tesbihât-ı uzmâda, ( tüm
varlıkların Allah’ı C.C tüm noksanlıklardan tenzih ederek ,azim bir tesbihatla yüceliğini
zikretmeleri) her taife kendine mahsus salâvat ve tesbihatıyla meşgul bir cemaat
içindeyim. "Vezâif-i eşya" tabir edilen hidemât-ı meşhude, ( görülen
hizmetler ) onların ubûdiyetlerinin ünvanlarıdır. O halde Allahu ekber deyip
hayretten başımı eğdim, nefsime baktım:
Üçüncü bir daire içinde,
hayret-engiz, ( hayret verici ) zâhiren ve keyfiyeten ( nitelik ve özellik
bakımından ) küçük, hakikaten ve
vazifeten ( görevli olarak) ve kemiyeten
( sayıca ve nicelik olarak ) büyük, bir küçük âlemi gördüm ki, zerrât-ı
vücudiyemden tâ havâss-ı zâhiriyeme ( beş duyuya) kadar, taife taife vazife-i
ubûdiyetle ve şükrâniye ile meşgul bir cemaat gördüm.
Bu dairede, kalbimdeki lâtife-i
Rabbâniyem, ( ilahi hakikatleri hisseden ve manevi zevkleri alan duygum) "Ancak
Sana kulluk eder, ancak Senden yardım isteriz." o cemaat namına diyor. Nasıl, evvelki iki cemaatte de
lisanım o iki cemaat-i uzmâyı niyet ederek demişti.
Elhasıl, na’bu’nun nun’u ( kulluk
ederiz) şu üç cemaate işaret ediyor.
İşte bu halette iken, birden Kur'ân-ı Hakîmin tercümanı ve mübelliği olan
Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın—Medine-i Münevvere denilen mânevî
minberinde—şahsiyet-i mâneviyesi haşmetiyle temessül ederek,
"Ey insanlar, Rabbinize kulluk
edin." Bakara Sûresi, 2:21. hitabını, mânen herkes gibi ben de işitip, o üç cemaatte herkes benim gibi
“Ancak Sana kulluk ederiz” ile kabele ediyor tahayyül ettim. “ Birşey sabit
olduğunda, bütün levazımatıyla (ona lâzım olan şeylerle) birlikte sabit olur.”
kaidesince, şöyle bir hakikat fikre
göründü ki:
Madem bütün âlemlerin Rabbi,
insanları muhatap ittihaz edip umum mevcudatla konuşur; ve şu Resul-i Ekrem
aleyhissalâtü vesselâm, o hitab-ı izzeti, nev-i beşere, belki umum zîruha ve
zîşuura tebliğ ediyor. Elbette, bütün mâzi ve müstakbel, zaman-ı hazır hükmüne
geçti; bütün nev-i beşer bir mecliste, safları muhtelif bir cemaat şeklinde
olarak, o hitap, o suretle onlara ediliyor………………….
Mektubat