“ Bismillâhirrahmânirrahim..”
173 - *EŞREF-İ MAHLÛKAT* *(A.S.M)*
Anlamı: Mahlukatın en eşrefi,
yaradılmışların en şereflisi olan Hz. Muhammed (A.S.M.)
.. Bu Kâinat Sahibinin tezahür-ü rububiyetine ve sermedî ulûhiyetine ve
nihayetsiz ihsanatına küllî bir ubûdiyet ve tanıttırmakla mukabele eden
Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm, bu kâinatta güneşin lüzumu gibi elzemdir ki,
nev-i beşerin üstad-ı ekberi ve büyük peygamberi (a.s.m.) ve Fahr-i Âlem ve “Eğer
sen olmasaydın kâinatı yaratmazdım.” Hadîs-i Kudsî.. hitabına mazhar ve hakikat-i Muhammediyesi
hem sebeb-i hilkat-i âlem, hem neticesi ve en mükemmel meyvesi olduğu gibi, bu
kâinatın hakikî kemâlâtı ve sermedî bir Cemîl-i Zülcelâlin bâki âyineleri ve
sıfatlarının cilveleri ve hikmetli ef’âlinin vazifedar eserleri ve çok mânidar
mektupları olması ve bâki bir âlemi taşıması ve bütün zîşuurların müştak
oldukları bir dâr-ı saadet ve âhireti netice vermesi gibi hakikatleri,
hakikat-ı Muhammediye (a.s.m.) ve risalet-i Ahmediye ile tahakkuk ettiğinden,
nasıl bu kâinat onun risaletine gayet kuvvetli ve kat’î şehadet eder; öyle de,
başta âlem-i İslâm, bütün beşer ve bütün zîşuur, Cehennemden acı ve korkunç
olan ademden, hiçlikten, idam-ı ebedîden, fena-yı mutlaktan kurtulmak için,
daimî aşk ve şevkle her zamanda ve câmi’ mâhiyetinin bütün kuvvetleriyle, bütün
istidadat lisanlarıyla bütün dualar ve ibadetler ve ricalarının dilleriyle
istedikleri hayat-ı bâkiyeyi kuvvetli, kat’î beşaret veren risalet-i Ahmediye
(a.s.m.) ve hakikat-i Muhammediyeye (a.s.m.) şehadet edip nev-i beşerin medâr-ı
iftiharı, Eşref-i mahlûkat olduğuna imza bastığı gibi, her zamanda üç yüz elli
milyon ehl-i imanın “Bir şeye sebep olan onu yapan gibidir”.. sırrınca, hergün işledikleri bütün hasenatlar
ve hayırların bir misli Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâmın defter-i hasenatına
girmesi ve o tek şahsiyet-i Muhammediye (a.s.m.), yüzer milyon, belki milyar
âbid-i muhsin kadar küllî bir ubudiyete ve füyuzâtına mazhar bir makam
kazanması, o zâtın risaletine pek kuvvetli şehadet edip imza basar.
*BU İSMİN/SIFATIN HAKİKATİNE DAİR;*
*Bismillâhirrahmânirrahîm*
Hem meselâ, Asâ-yı Mûsâ gibi çok
hikmetleri ve faideleri bulunan kıssa-i Mûsâ’nın (a.s.) ve sair enbiyanın
kıssalarını çok tekrarında, risalet-i Ahmediyenin hakkaniyetine bütün enbiyanın
nübüvvetlerini hüccet gösterip, “Onların umumunu inkâr edemeyen, bu zâtın
risaletini hakikat noktasında inkâr edemez” hikmetiyle; ve herkes her vakit
bütün Kur’ân’ı okumaya muktedir ve muvaffak olamadığından, herbir uzun ve
mutavassıt sûreyi birer küçük Kur’ân hükmüne getirmek için, ehemmiyetli erkân-ı
imaniye gibi o kıssaları tekrar etmesi, değil israf, belki mukteza-yı
belâğattır ve hâdise-i Muhammediye, bütün benî Âdemin en büyük hadisesi ve
kâinatın en azametli meselesi olduğunu ders vermektir.
Evet, Kur’ân’da Zât-ı Ahmediyeye en
büyük makam vermek ve dört erkân-ı imaniyeyi içine almakla Lâ ilâhe illâllah
rüknüne denk tutulan Muhammedun Resulullah ve risalet-i Muhammediye kâinatın en
büyük hakikati ve Zât-ı Ahmediye bütün mahlûkatın en eşrefi ve hakikat-i
Muhammediye tabir edilen küllî şahsiyet-i mâneviyesi ve makam-ı kudsîsi, iki
cihanın en parlak bir güneşi olduğuna ve bu hârika makama liyakatine dair
pekçok hüccetleri ve emareleri, kat’î bir surette Risale-in Nur’da ispat edilmiş.
Binden birisi şudur ki: Es-sebebu
ke’l-fâil düsturuyla, bütün ümmetinin bütün zamanlarda işlediği hasenatın bir
misli onun defter-i hasenatına girmesi ve bütün kâinatın hakikatlerini,
getirdiği nurla nurlandırması, değil yalnız cin, ins, melek ve zîhayatı, belki
kâinatı, semâvât ve arzı minnettar eylemesi ve istidat lisanıyla nebatatın
duaları ve ihtiyac-ı fıtrî diliyle hayvanâtın duaları, gözümüz önünde bilfiil
kabul olmasının şehadetiyle, milyonlar, belki ruhanilerle beraber milyarlar
fıtrî ve reddedilmez duaları makbul olan sulehâ-yı ümmeti hergün o zâta salât
ve selâm ünvanıyla rahmet duaları ve mânevî kazançlarını en evvel o zâta
bağışlamaları ve bütün ümmetçe okunan Kur’ân’ın üç yüzbin hurufunun
herbirisinde on sevaptan tâ yüz, tâ bin hasene ve meyve vermesinden, yalnız
kıraat-i Kur’ân cihetiyle defter-i a’mâline hadsiz nurlar girmesi haysiyetiyle,
o zâtın şahsiyet-i mâneviyesi olan hakikat-i Muhammediye istikbâlde bir
şecere-i tûbâ-i Cennet hükmünde olacağını Allâmü’l-Guyûb bilmiş ve görmüş, o
makama göre Kur’ân’ında o azîm ehemmiyeti vermiş ve fermanında ona tebaiyeti ve
sünnet-i seniyyesine ittibâ ile şefaatine mazhariyeti en ehemmiyetli bir mesele-i
insaniye göstermiş ve o haşmetli şecere-i tûbânın bir çekirdeği olan şahsiyet-i
beşeriyetini ve bidayetteki vaziyet-i insaniyesini ara sıra nazara almasıdır.
İşte Kur’ân’ın tekrar edilen
hakikatleri bu kıymette olduğundan, tekraratında kuvvetli ve geniş bir
mu’cize-i mâneviye bulunmasına fıtrat-ı selime şehadet eder-meğer maddiyyunluk
tâunuyla maraz-ı kalbe ve vicdan hastalığına müptelâ ola!
Bazen insan, göz hastalığından
dolayı güneş ışığını inkâr eder. Ağız da hastalıktan dolayı bazen suyun tadını
alamaz. Mesnevi-i Nuriye
*SÜNNET-İ SENİYE NOKTASINDA BU
İSİMDEN/SIFATTAN HİSSEMİZ;*
İ’lem eyyühe’l-aziz! Bu güzel âlemin
bir mâliki bulunmaması muhal olduğu gibi, kendisini insanlara bildirip târif
etmemesi de muhaldir. Çünkü, insan, Mâlikin kemâlatına delâlet eden âlemin
hüsnünü görüyor. Ve kendisine beşik olarak yaratılan küre-i arzda istediği gibi
tasarruf eden bir halifedir. Hattâ semâ-i dünyada dahi aklıyla çalışıyor ve
küçüklüğüyle, zâfiyetiyle beraber harika tasarrufat-ı acibesiyle Eşref-i
Mahlukat ünvanını almıştır. Ve elinde cüz-ü ihtiyarî bulunduğundan, bütün esbab
içerisinde en geniş bir salâhiyet sâhibidir. Binaenaleyh, Mâlik-i Hakikînin
rusül vasıtasıyla böyle yüksek, fakat gafil abdlerine kendisini bildirip târif
etmesi zarurîdir ki, o Mâlikin evâmirine ve marziyatına vakıf olsunlar.
Mesnevi-i Nuriye
… Ve keza, insan fiil ve sa’yi
cihetiyle zayıf bir hayvan olup dâire-i sa’yi pek dardır. İnfial, sual, dua
cihetiyle Rahmân-ı Rahîmin aziz bir misafiridir. Dairesi hayal kadar geniştir.
Ve keza, insanın hayat-ı hayvaniyeden aldığı lezzet bir serçe kuşunun lezzeti
kadar değildir. Çünkü, insanda hüzün, keder, korku var, onda yoktur. Fakat
cihazat, hissiyat, duygular, istidatlar itibarıyla hayvanların en âlâsından
fazla lezzet alır. İnsanın şu vaziyetine dikkat edilirse anlaşılır ki, bu kadar
cihazat, bu hayat için olmayıp, ancak bir hayat-ı bâkiye için kendisine
verilmiştir.
Ve keza, insan saltanat-ı
rububiyetin mehâsinine nâzır ve esmâ-i kudsiyenin cilvelerine dellâl ve kalem-i
kudretle yazılan mektubat-ı İlâhiyeyi mütalâa ile mütefekkir olduğu cihetle,
Eşref-i mahlûkat ve halife-i arz olmuştur. “Ey insanlar, hepiniz Allah’a muhtaçsınız. Allah ise hiçbir şeye muhtaç
değildir ve her türlü övgüye lâyıktır.” Fâtır Sûresi, 35:15. Mesnevi-i Nuriye