“ Bismillâhirrahmânirrahim..”
72 -*VESİLE-İ SAADET-İ DÂREYN* *(A.S.M)*
Anlamı: İki dünya
mutluluğunun vesilesi olan Hz.
Muhammed (A.S.M)
….Böyle yüz derece bir dehâ-yı âzam
sahibinin saadet-i dâreyne dair sözlerini dinlememek, elbette yüz derece
divaneliğin alâmetidir…Mektubat
İmam-ı Rabbânî Müceddid-i Elf-i Sâni
diyor ki:
“Ben seyr-i sülûk-i ruhanîde
görüyordum ki, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmdan mervî olan kelimat
nurludur, Sünnet-i Seniyye şuâı ile parlıyor. Ondan mervî olmayan parlak ve
kuvvetli virdleri ve halleri gördüğüm vakit, üstünde o nur yoktu. Bu kısmın en
parlağı, evvelkinin en azına mukabil gelmiyordu. Bundan anladım ki, Sünnet-i
Seniyyenin şuâı bir iksirdir. Hem o Sünnet, nur isteyenlere kâfidir; hariçte
nur aramaya ihtiyaç yoktur.”
İşte, böyle hakikat ve şeriatın bir
kahramanı olan bir zâtın bu hükmü gösteriyor ki, Sünnet-i Seniyye, saadet-i
dâreynin temel taşıdır ve kemâlâtın madeni ve menbaıdır….Lem’alar
*BU İSMİN/SIFATIN HAKİKATİNE DAİR;*
Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü
Vesselâmın Sünnet-i Seniyyesinin menbaı üçtür: akvâli, ef’âli, ahvâlidir. Bu üç
kısım dahi üç kısımdır: ferâiz, nevâfil, âdât-ı hasenesidir.
Farz ve vâcip kısmında ittibâa
mecburiyet var; terkinde azap ve ikab vardır. Herkes ona ittibâa mükelleftir.
Nevâfil kısmında, emr-i istihbâbî
ile, yine ehl-i iman mükelleftir; fakat terkinde azap ve ikab yoktur. Fiilinde
ve ittibâında azîm sevaplar var. Ve tağyir ve tebdili bid’a ve dalâlettir ve
büyük hatadır.
Âdât-ı seniyyesi ve harekât-ı
müstahsenesi ise, hikmeten, maslahaten, hayat-ı şahsiye ve nev’iye ve içtimaiye
itibarıyla onu taklit ve ittibâ etmek gayet müstahsendir. Çünkü herbir
hareket-i âdiyesinde çok menfaat-i hayatiye bulunduğu gibi, mütâbaat etmekle, o
âdâb ve âdetler ibadet hükmüne geçer.
Evet, madem dost ve düşmanın
ittifakıyla, zât-ı Ahmediye (a.s.m.) mehâsin-i ahlâkın en yüksek mertebelerine
mazhardır. Ve madem bil’ittifak nev-i beşer içinde en meşhur ve mümtaz bir
şahsiyettir.
Ve madem, binler mucizâtın
delâletiyle ve teşkil ettiği âlem-i İslâmiyetin ve kemâlâtının şehadetiyle ve
mübelliğ ve tercüman olduğu Kur’ân-ı Hakîmin hakaikinin tasdikiyle, en mükemmel
bir insan-ı kâmil ve bir mürşid-i ekmeldir.
Ve madem semere-i ittibâıyla
milyonlar ehl-i kemal, merâtib-i kemâlâtta terakki edip saadet-i dâreyne vâsıl olmuşlardır.
Elbette o zâtın sünneti, harekâtı, iktidâ edilecek en güzel nümunelerdir ve
takip edilecek en sağlam rehberlerdir ve düstur ittihaz edilecek en muhkem
kanunlardır.
Bahtiyar odur ki, bu ittibâ-ı
Sünnette hissesi ziyade ola. Sünnete ittibâ etmeyen, tembellik ederse hasâret-i
azîme, ehemmiyetsiz görürse cinayet-i azîme, tekzibini işmam eden tenkit ise
dalâlet-i azîmedir…Lem’alar
….Gel, bu zamandan tecerrüt edip,
fikren Asr-ı saadete ve hayalen Ceziretü’l-Araba gidiyoruz. Ta ki, Resul-i
Ekremi (aleyhissalâtü vesselâm) vazife başında ve ubûdiyet içinde görüp ziyaret
ederiz.
Bak: O zât nasıl ki risaletiyle,
hidayetiyle saadet-i ebediyenin sebeb-i husulü ve vesile-i vusulüdür. Onun
gibi, ubûdiyetiyle ve duasıyla o saadetin sebeb-i vücudu ve Cennetin vesile-i icadıdır.
İşte, bak: O zât öyle bir salât-ı
kübrâda, bir ibadet-i ulyâda saadet-i ebediye için dua ediyor ki; güya bu
cezire, belki bütün arz onun azametli namazıyla namaz kılar, niyaz eder. Çünkü,
ubûdiyeti ise, ona ittiba eden ümmetin ubûdiyetini tazammun ettiği gibi,
muvafakat sırrıyla bütün enbiyanın sırr-ı ubûdiyetini tazammun eder….Sözler
…İşte, o zât, bir saadet-i
ebediyenin muhbiri, müjdecisi, bir rahmet-i bînihâyenin kâşifi ve ilâncısı ve
saltanat-ı Rububiyetin mehâsininin dellâlı, seyircisi ve künûz-u esmâ-i
İlâhiyenin keşşâfı, göstericisi olduğundan, böyle baksan —yani ubûdiyeti
cihetiyle— onu bir misal-i muhabbet, bir timsal-i rahmet, bir şeref-i
insaniyet, en nuranî bir semere-i şecere-i hilkat göreceksin. Şöyle baksan
—yani risaleti cihetiyle— bir burhan-ı hak, bir sirac-ı hakikat, bir şems-i
hidayet, bir vesile-i saadet görürsün.
İşte, bak: Nasıl berk-i hâtıf gibi,
onun nuru şarktan garbı tuttu. Ve nısf-ı arz ve hums-u beşer, onun hediye-i
hidayetini kabul edip hırz-ı can etti. Bizim nefis ve şeytanımıza ne oluyor ki,
böyle bir zâtın bütün dâvâlarının esası olan لاَۤ اِلٰهَ اِلاَّ اللهُ’ ı, bütün
meratibiyle beraber kabul etmesin?..Mektubat
*SÜNNET-İ SENİYE NOKTASINDA BU
İSİMDEN/SIFATTAN HİSSEMİZ;*
İman hem nurdur, hem kuvvettir.
Evet, hakikî imanı elde eden adam, kâinata meydan okuyabilir ve imanın
kuvvetine göre, hâdisâtın tazyikatından kurtulabilir. “Tevekkeltü alâllah” der,
sefine-i hayatta kemâl-i emniyetle, hâdisâtın dağlarvâri dalgaları içinde
seyran eder. Bütün ağırlıklarını Kadîr-i Mutlakın yed-i kudretine emanet eder,
rahatla dünyadan geçer, berzahta istirahat eder. Sonra, saadet-i ebediyeye
girmek için Cennete uçabilir. Yoksa, tevekkül etmezse, dünyanın ağırlıkları,
uçmasına değil, belki esfel-i sâfilîne çeker.
*Demek, iman tevhidi, tevhid
teslimi, teslim tevekkülü, tevekkül saadet-i dâreyni iktiza eder*. Fakat yanlış
anlama. Tevekkül, esbabı bütün bütün reddetmek değildir. Belki, esbabı, dest-i
kudretin perdesi bilip riayet ederek; esbaba teşebbüs ise, bir nevi dua-yı
fiilî telâkki ederek, müsebbebatı yalnız Cenâb-ı Haktan istemek ve neticeleri
Ondan bilmek ve Ona minnettar olmaktan ibarettir…Sözler
*Hidayette saadet-i dâreyn vardır.
Hidayetin neticesi, nefs-i hidayettir. Hidayetin semeresi, ayn-ı hidayettir.
Zira, hidayet haddizatında büyük bir nimettir ve vicdanî bir lezzettir ve ruhun
cennetidir*. İşaratü'l-İ'caz
*Cenab-ı Hâlık ümmet-i Muhammed’in
(a.s.m.) kalblerine ilham versin, ruhlarını nurlandırsın, saâdet-i dâreyn ihsan
buyursun*….Barla Lâhikası