“ Bismillâhirrahmânirrahim..”
96 - *SIDK VE HAYIR VE HAKKIN
DELLÂLI VE NÜMUNESİ* *(A.S.M)*
Anlamı: Doğru sözün, Hakikate
muvâfıkiyetin,her yönü ile mükemmeliyetin,ahdine bağlılığın, güzellik ve
iyiliğin,gerçeğin,adaletin,tüm meşru selahiyetin,din-i Mübin-i İslâmiyetin bildireni
ilancısı ve davet edicisi,düsturlarını,misal ve örneklerini kendi zatında
toplayıp ve göstericisi olan Hz. Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm.
*Bu zâtta (a.s.m.), hattâ
düşmanlarının tasdikiyle dahi, bütün güzel huyların ve hasletlerin bulunması*…Şualar
…Öyle de, Sultan-ı Ezel ve Ebedin en
büyük yaveri olan Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, âleme teşrif edip ve
küre-i arzın ahalisi olan nev-i beşere meb’us olarak geldiği ve umum kâinatın
Hâlıkı tarafından umum kâinatın hakaikine karşı alâkadar olan envâr-ı hakikat
ve hedâyâ-yı mâneviyeyi getirdiği zaman, taştan, sudan, ağaçtan, hayvandan,
insandan tut, tâ aydan, güneşten yıldızlara kadar her taife kendi lisan-ı
mahsusuyla ve ellerinde birer mu’cizesini taşımasıyla, onun nübüvvetini
alkışlamış ve hoşâmedî demiş…Mektubat
*BU İSMİN/SIFATIN HAKİKATİNE DAİR;*
…Elbette ve herhalde, o gaybî Zâtın
yanında en sevgili mahlûku ve en doğru abdi ve onun mezkûr maksatlarına tam
hizmet ederek, hilkat-i kâinatın tılsımını ve muammâsını hall ve keşfeden ve
daima o Hâlıkının namına hareket eden ve Ondan istimdat eden ve muvaffakiyet
isteyen ve Onun tarafından imdada ve tevfike mazhar olan ve Muhammed-i Kureyşî
denilen bu zât (a.s.m.) olacak.
Hem aklına dedi: Madem bu mezkûr
dokuz hakikatler bu zâtın Sıdkına şehadet ederler. Elbette bu âdem, benî Âdemin
medar-ı şerefi ve bu âlemin medar-ı iftiharıdır. Ve ona “Fahr-i Âlem” ve
“Şeref-i Benî Âdem” denilmesi pek lâyıktır. Ve onun elinde bulunan ferman-ı
Rahmânî olan Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyanın haşmet-i saltanat-ı mâneviyesinin
nısf-ı arzı istilâsı ve şahsî kemâlâtı ve yüksek hasletleri gösteriyor ki, bu
âlemde en mühim zât budur; Hâlıkımız hakkında en mühim söz onundur…Şualar
…İslâmiyetin esası sıdktır. İmanın
hassası sıdktır. Bütün kemâlâta îsal edici sıdktır. Ahlâk-ı âliyenin hayatı
sıdktır. Terakkiyatın mihveri sıdktır. Âlem-i İslâmın nizamı sıdktır. Nev-i
beşeri kâbe-yi kemâlâta îsal eden sıdktır. Ashab-ı Kiramı bütün insanlara
tefevvuk ettiren sıdktır. Muhammed-i Hâşimî Aleyhissalâtü Vesselâm'ı meratib-i
beşeriyenin en yükseğine çıkaran sıdktır…İşarat’ül İ’caz
…Ezelden ebede her türlü hamd,
Allah’a mahsustur. Onun varlığının vâcib olduğuna öyle bir zat delâlet eder,
insanlara Onun celâl ve cemal ve kemalinin sıfatlarını öyle bir zat ilân eder
ve Onun birliği bütün kâinatı kaplamış Vâhid ve kâinatı bir şehir gibi bir
birlik içinde yaratan Ferd ve Kendisi hiçbir şeye muhtaç olmadığı halde
herşeyin Kendisine ihtiyacını arzettiği Samed olduğuna öyle bir zat şahitlik
eder ki, o
• bütün
kâinatın ve bütün peygamber ve evliyanın tasdikiyle doğrulanmış en doğru şâhit
ve bütün tahkik ehlinin tahkikleriyle teyit edilmiş konuşan delil,
• bütün
peygamber ve resullerin icmâ ve tasdik ve mucizelerinin sırrına mazhar olan
efendisi,
• bütün
evliya ve sıddıkların ittifak ve tahkik ve kerametlerini ihtiva eden imamı,
• daha
peygamber olmadan peygamber olacağını gösteren harika irhasat ve bâhir
mucizeler ve kesin ve açık deliller sahibi,
• zâtında
güzel hasletlerin en son mertebelerini, vazifesinde yüksek ahlâkı, şeriatında
en yüksek seciyeleri câmi,
• Kur’ân’ı
indiren celâl sahibi Zâtın başarılı kılması ve Kur’ân’ın i’câzı ve kendisine
Kur’ân inen zâtın ona kuvvetli imanı ve Kur’ân’ın muhatabı olan ümmetinin keşif
ve tahkiklerinin icmâıyla, Rabbânî vahyin mazharı,
• gayb
âlemini ve melekût âlemini seyir ve temâşâ eden,
• ruhları
müşahede ve meleklere refakat eden ve cin ve insanların mürşidi olan,
• yaratılış
ağacının en münevver meyvesi...
Hakkın siracı, hakikatin burhanı,
muhabbetin lisanı, rahmetin timsali, kâinat tılsımının keşfedicisi, yaratılış
muammasının halledicisi, Rububiyet saltanatının dellâlı,
• Kâinatın
Yaratıcısının, bu varlıkları yaratmasındaki gayesinin meydana çıkış sebebi,
• kâinatın
kemâlâtının meydana çıkış vasıtası,
• mânevî
şahsiyetinin yüksek işaretiyle, Kâinat Yaratıcısının bu kâinatı onu nazara
alarak yarattığı anlaşılan (öyle ki, Âlemin San’atkârı ona bakmış, onun ve
emsâlinin hürmetine bu âlemi yaratmış),
• düsturlarıyla,
iki dünya saadetinin düsturlarına bir fihriste olan din ve şeriat ve
İslâmiyetin sahibidir. Öyle ki, o din, âdetâ kâinat kitabından süzülmüş bir
fihriste, Kur’ân ise bu kâinat âyetlerini okumak için ona inmiş gibidir. Onun
getirdiği hak din şu vaziyetiyle, Kâinat Nâzımının nizamı olduğuna işaret eder.
Çünkü şu noksansız tam düzen içindeki kâinatın düzenleyicisi kim ise, bu en iyi
ve en güzel düzen olan dinin nâzımı da Odur.
Yer ve gökler var oldukça salâvâtın
en üstünü ve selâmetin en mükemmeli, biz Âdemoğulları topluluğunun efendisi ve
biz mü’minler topluluğunun imana yönlendiricisi olan Abdulmuttalib’in torunu ve
Abdullah’ın oğlu Muhammed’in (asm) üzerine olsun…..Yirmi Dokuzuncu Lem'a /
Dördüncü Bab
*SÜNNET-İ SENİYE NOKTASINDA BU
İSİMDEN/SIFATTAN HİSSEMİZ;*
Câ-yı hayrettir ki, Resul-i Ekrem
Aleyhissalâtü Vesselâmın, mübalâğasız binler vecihte binler çeşit insan,
herbiri birtek mu’cizesiyle veya bir delil-i nübüvvetle veya bir kelâmıyla veya
yüzünü görmesiyle, ve hâkezâ, birer alâmetiyle iman getirdikleri halde, bütün
bu binler ayrı ayrı insanları ve müdakkik ve mütefekkirleri imana getiren bütün
o binler delâil-i nübüvveti, nakl-i sahihle ve âsâr-ı kat’iye ile şimdiki
bedbaht bir kısım insanlara kâfi gelmiyor gibi, dalâlete sapıyorlar…Mektubat
…Allah’ım! Senin vücûb-u vücuduna ve
Vahdâniyetine delâlet, Senin Celâline, Cemâline ve Kemâline şehâdet eden;
gördüğünü önce kendisi tasdik eden şâhid-i sâdık ve tahkik edici bürhan-ı
nâtık, Peygamber ve resûllerin efendisi ve onların icmâ ve tasdik ve
mucizelerinin sırrını taşıyan, evliyâ ve sıddîkların önderi ve onların da
ittifak ve tahkik ve kerâmetlerinin sırrını kendinde bulunduran, apaçık
mu’cizelerin, zâhir hârikaların, muhakkak, kesin ve kendisini doğrulayan
delillerin sahibi; zâtında kıymetli hasletlerin, vazifesinde yüce huyların,
şeriatında yüksek seciyelerin mâliki-ki, bütün bunlar, mükemmel ve kendisini
hilâf-ı hakikat konuşmaktan tenzih ederler.
Kur’ân’ı indiren Allah’ın, indirilen
Kur’ân’ın ve kendisine Kur’ân inen Zâtın icmâıyla, Rabbânî vahyin iniş yeri,
âlem-i gayb ve melekûtu gezip dolaşan, ruhları müşâhede edip meleklerle
arkadaşlık eden, şahıs, nev ve cinsiyle kâinattaki kemâlâtın fihristesi,
yaratılış ağacının en nurlu meyvesi, hakkın kandili, hakikatin bürhanı,
rahmetin timsâli, muhabbetin misâli, kâinat tılsımının keşşâfı, Rubûbiyet saltanatının
dellâlı, şahsiyet-i mâneviyesinin ulviyetiyle kâinatın yaratılışından âlemin
Yaratıcısının maksadı olduğunu gösteren, kanunlarının genişliği ve kuvvetiyle
kâinatı düzene koyan Zâtın nizâmı ve kâinatın Yaratıcısının kanunu olduğunu
gösteren Şeriatın sahibi, (Evet, kâinatı bu eksiksiz nizam ile tanzim eden
Zâttır ki, bu Dini, bu en güzel ve mükemmel nizâmıyla ortaya koymuştur.) biz
insanların efendisi ve biz mü’minlere İmân yolunu gösteren, Abdullah bin
Abdulmuttalib’in oğlu Muhammed’e salât eyle. Ona yer ve gökler durdukça en
üstün salâvâtlar ve en mükemmel selâmlar olsun. İşte, bu gördüğünü önce kendisi
tasdik eden şâhid-i sâdık şahitlerin huzurunda, asırların ve ülkelerin
arkasından, bütün kuvvetiyle gáyet ciddiyetle, nihayetsiz güveni kuvvet-i itminânıyla
ve kemâl-i imânıyla, yüksek bir ses ile şöyle nidâ edip bildiriyor: “Allah’tan
başka hiçbir ilâh bulunmadığına şehâdet ederim. O tektir; hiçbir ortağı
yoktur.”
Sözler / Yirmi İkinci Söz / 276