17.4.18

ESMA VE SIFAT-I NEBİ NOTLARI - ( MÜRŞİD-İ İMÂNÎ A.S.M )

“ Bismillâhirrahmânirrahim..”

122 - *MÜRŞİD-İ İMÂNÎ* *(A.S.M)*

Anlamı: Allah’ın C.C varlık ve birliğini, emrettiği esasların hak ve hakikat oluşunu, kabul, tasdik ve iz’an..din-i Mübin-i İslamiyet’te bildirdiği marziyatındaki muhteviyat kabul ve amel etmek ,uhdesine aldığı vazifeyi yerine getirmek konularında insanları irşad ile doğru yola gösteren Hz. Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm.

Nur-u nazarla ( hadiselere nurlu bir bakışla) ilel-i müterettibe-i müteselsilenin ( zincirleme uzayıp giden sebeplerin) meyanında olan terettübü ( sıralamayı) keşfederek umum kemâlât-ı insaniyenin tohumu hükmünde olan mürekkebatı ( Bütünlüğü meydana getiren parçaları), besaite tahlil ( basit ve katışıksız olan şeyleri ayrıştırma) ve ircâ etmekle hâsıl olan kabiliyet-i ilim ve terkip dedikleri kavanîn i cariyeyi ( geçerli kanunları) istimal edip, san’atıyla tabiatı muhakât ( taklit eden) olan kabiliyet-i san’attan nazarının kusurunu ve evhamın müzahameti ( sıkışıp yoğunlaşması) ve sevk-i insaniyetin adem-i kifayeti ( yetersiz gelmesi) cihetiyle bir Mürşid-i nebîye ihtiyaç gösteriyor—tâ, âlemdeki nizam-ı ekmelin ( mükemmel nizamın) muvazenesi ( dengesi)  muhafaza olunsun…. 

Muhâkemat

*BU İSMİN/SIFATIN HAKİKATİNE DAİR;*

Arkadaş! Şu zât-ı nuranî (a.s.m.), mürşid-i imânî, Resûl-i Ekrem (Aleyhissalâtü Vesselâm) bak, nasıl neşrettiği hakikatin nuruyla, hakkın ziyasıyla, nev-i beşerin gecesini gündüze, kışını bahara çevirerek, âlemde yaptığı inkılâp ile âlemin şeklini değiştirerek nuranî bir şekle sokmuştur. Evet, o zâtın nuranî güzelliğiyle kâinata bakılmazsa, kâinat bir mâtem-i umumî içinde görünecekti. Bütün mevcudat birbirine karşı ecnebî ve düşman durumunda bulunacaktı. Cemâdat, birer cenaze suretini gösterecekti. Hayvan ve insanlar, eytam gibi zeval ve firakın korkusundan vâveylâlara düşeceklerdi. Ve kâinata, harekâtıyla, tenevvüüyle ve tagayyüratıyla, nukuşuyla tesadüfe bağlı bir oyuncak nazarıyla bakılacaktı. Bilhassa insanlar, hayvanlardan daha aşağı, zelil ve hakir olacaklardı.

İşte, o zâtın telkin ettiği iman nazarıyla kâinata bakılmadığı takdirde, kâinat böyle korkunç, zulümatlı bir şekilde görünecekti. Fakat o mürşid-i kâmilin gözüyle ve iman gözlüğüyle bakılırsa, her taraf nurlu, ziyadar, canlı, hayatlı, sevimli, sevgili bir vaziyette arz-ı dîdâr edecektir.

Evet, kâinat iman nuruyla mâtem-i umumî yeri olmaktan çıkıp mescid-i zikir ve şükür olmuştur. Birbirine düşman telâkki edilen mevcudat, birbirine ahbap ve kardeş olmuşlardır. Cenaze ve ölü şeklini gösteren cemâdat, ünsiyetli birer hayattar ve lisan-ı haliyle Hâlıkının âyâtını nâtık birer musahhar memuru şekline giriyorlar. Ağlayan, müteşekkî ve eytam kıyafetinde görünen insan, ibadetinde zâkir, Halıkına şâkir sıfatını takınıyor. Ve kâinatın harekât, tenevvüat, tagayyürat ve nukuşu abesiyetten kurtuluyor. Rabbânî mektuplar, âyat-ı tekviniyeye sahifeler, esmâ-i İlâhiyeye ayineler suretine inkılâp ederler.

Hülâsa: İman nuruyla âlem öyle terakki eder ki, “Hikmet-i Samedâniye Kitabı” namını alıyor. Ve insan, zelil ve fakir ve âciz hayvanların sırasından çıkar; zaafının kuvvetiyle, aczinin kudretiyle, ubudiyetinin şevketiyle, kalbinin şuaıyle, aklının haşmet-i imaniyesiyle hilâfet ve hâkimiyetin zirvesine yükselmiştir. Hattâ acz, fakr, ihtiyaç ve akıl onun sukutuna esbab iken, suud ve yükselmesine sebep olurlar. Zulmetli, karanlıklı bir mezar-ı ekber suretinde görünen zaman-ı mazi, enbiya ve evliyanın ziyasıyla ziyadar ve nuranî görünmeye başlar. Karanlıklı gece şeklinde olan istikbal, Kur’ân’ın ziyasıyla tenevvür eder, Cennetin bostanları şekline girer. Buna binaen, o zât-ı nurânî olmasaydı, kâinat da, insan da, herşey de adem hükmünde kalır, ne kıymeti olur ve ne ehemmiyeti kalırdı.

Binaenaleyh, bu kadar garip, acip, güzel kâinat için böyle tarifat ve teşrifatçı bir mürşid-i harika lâzımdır. “Eğer bu zât (a.s.m.) olmasaydı kâinat da olmazdı” meâlinde “levlake levlak lema halaktul eflak” olan hadis-i kudsî şu hakikatı tenvir ediyor…  Reşhalar

*SÜNNET-İ SENİYE NOKTASINDA BU İSİMDEN/SIFATTAN HİSSEMİZ;*

….  çok emârelerle anlamışız ki, bu ulûm-u imaniyedeki fetvâ ( Bir hâdise, bir muâmele hakkındaki Kur’ana,şeriata dair hükmü, kanunu, bilgiyi verme) vazifesiyle tavzif edilmişiz. Eğer biri, dairemiz içinde nefsin enâniyet-i ilmiyeden aldığı bir hisle, şerh ve izah haricinde birşey yazsa, soğuk bir muaraza veya nâkıs bir taklitçilik hükmüne geçer. Çünkü, çok delillerle ve emârelerle tahakkuk etmiş ki, Risale-i Nur eczaları Kur’ân’ın tereşşuhâtıdır; bizler, taksimü’l-a’mâl kaidesiyle, herbirimiz bir vazife deruhte edip o âb-ı hayat tereşşuhâtını muhtaç olanlara yetiştiriyoruz. Mektubat

*Birtek adam seninle hidâyete gelse, sahrâ dolusu kırmızı koyun, keçilerden daha hayırlıdır*.Hz.Muhammed A.S.M