“ Bismillâhirrahmânirrahim..”
59 -*MÜREBBİ-İ NÜFUS* *(A.S.M)*
Anlamı: Nefislerin kötü arzularından
ve fena şeylere yönelişlerinden, yüzleri hayra, iyiye, bekaya, güzele çevirip
terbiye eden, yetiştiren, ders veren Hz. Muhammed A.S.M
…Madem bu kainatın mevcudatıyla Malikimi ve Halıkımı arıyorum; elbette
herşeyden evvel bu mevcudatın en meşhuru ve adasının tasdikiyle dahi en
mükemmeli ve en büyük kumandanı ve en namdar hakimi ve sözce en yükseği ve
akılca en parlağı ve on dört asrı fazileti ile ve Kuranı ile ışıklandıran
Muhammed-i Arabi Aleyhissalatü Vesselamı ziyaret etmek ve aradığımı ondan
sormak için Asr-ı Saadete beraber gitmeliyiz" diyerek, aklıyla beraber o
asra girdi. Gördü ki, o asır, hakikaten o Zat (a.s.m.) ile bir saadet-i
beşeriye asrı olmuş. *Çünkü, en bedevi, en ümmi bir kavmi getirdiği nur
vasıtasıyla kısa bir zamanda dünyaya üstad ve hakim eylemiş*…Şualar
*BU İSMİN/SIFATIN HAKİKATİNE DAİR;*
…Evet, hergün, her zaman, herkes
için bir âlem gider, taze bir âlemin kapısı kendine açılmasından, o geçici
herbir âlemini nurlandırmak için ihtiyaç ve iştiyakla Lâ ilâhe illâllah
cümlesini binler defa tekrar ile o değişen perdelere ve âlemlere herbirisine Lâ
ilâhe illâllah’ı lâmba yaptığı gibi, öyle de, o kesretli, geçici perdeleri ve o
tazelenen seyyar kâinatları karanlıklandırmamak ve âyine-i hayatında in’ikâs
eden suretlerini çirkinleştirmemek ve lehinde şahit olabilen o misafir
vaziyetleri aleyhine çevirmemek için, o cinayetlerin cezalarını ve Padişah-ı
Ezelînin şiddetli ve inatları kıran tehditlerini, her vakit Kur’ân’ı okumakla
tahattur edip nefsin tuğyanından kurtulmaya çalışmak hikmetiyle, Kur’ân gayet
mânidar tekrar eder. Ve bu derece kuvvet ve şiddet ve tekrarla tehdidat-ı
Kur’âniyeyi hakikatsız tevehhüm etmekten, şeytan bile kaçar. Ve onları
dinlemeyen münkirlere Cehennem azabı ayn-ı adalettir, diye gösterir.
Hem meselâ, Asâ-yı Mûsâ gibi çok
hikmetleri ve faideleri bulunan kıssa-i Mûsâ’nın (a.s.) ve sair enbiyanın
kıssalarını çok tekrarında, risalet-i Ahmediyenin hakkaniyetine bütün enbiyanın
nübüvvetlerini hüccet gösterip, “Onların umumunu inkâr edemeyen, bu zâtın
risaletini hakikat noktasında inkâr edemez” hikmetiyle; ve herkes her vakit
bütün Kur’ân’ı okumaya muktedir ve muvaffak olamadığından, herbir uzun ve
mutavassıt sûreyi birer küçük Kur’ân hükmüne getirmek için, ehemmiyetli erkân-ı
imaniye gibi o kıssaları tekrar etmesi, değil israf, belki mukteza-yı
belâğattır ve *hâdise-i Muhammediye, bütün benî Âdemin en büyük hadisesi ve
kâinatın en azametli meselesi olduğunu ders vermektir*.
Evet, Kur’ân’da Zât-ı Ahmediyeye en
büyük makam vermek ve dört erkân-ı imaniyeyi içine almakla Lâ ilâhe illâllah
rüknüne denk tutulan Muhammedun Resulullah ve risalet-i Muhammediye kâinatın en
büyük hakikati ve Zât-ı Ahmediye bütün mahlûkatın en eşrefi ve hakikat-i
Muhammediye tabir edilen küllî şahsiyet-i mâneviyesi ve makam-ı kudsîsi, iki
cihanın en parlak bir güneşi olduğuna ve bu hârika makama liyakatine dair
pekçok hüccetleri ve emareleri, kat’î bir surette Risale-in Nur’da ispat edilmiş.
Binden birisi şudur ki: Es-sebebu
ke’l-fâil düsturuyla, bütün ümmetinin bütün zamanlarda işlediği hasenatın bir
misli onun defter-i hasenatına girmesi ve bütün kâinatın hakikatlerini,
getirdiği nurla nurlandırması, değil yalnız cin, ins, melek ve zîhayatı, belki
kâinatı, semâvât ve arzı minnettar eylemesi ve istidat lisanıyla nebatatın
duaları ve ihtiyac-ı fıtrî diliyle hayvanâtın duaları, gözümüz önünde bilfiil
kabul olmasının şehadetiyle, milyonlar, belki ruhanilerle beraber milyarlar
fıtrî ve reddedilmez duaları makbul olan sulehâ-yı ümmeti hergün o zâta salât
ve selâm ünvanıyla rahmet duaları ve mânevî kazançlarını en evvel o zâta
bağışlamaları ve bütün ümmetçe okunan Kur’ân’ın üç yüzbin hurufunun
herbirisinde on sevaptan tâ yüz, tâ bin hasene ve meyve vermesinden, yalnız
kıraat-i Kur’ân cihetiyle defter-i a’mâline hadsiz nurlar girmesi haysiyetiyle,
o zâtın şahsiyet-i mâneviyesi olan hakikat-i Muhammediye istikbâlde bir
şecere-i tûbâ-i Cennet hükmünde olacağını Allâmü’l-Guyûb bilmiş ve görmüş, o
makama göre Kur’ân’ında o azîm ehemmiyeti vermiş ve fermanında ona tebaiyeti ve
sünnet-i seniyyesine ittibâ ile şefaatine mazhariyeti en ehemmiyetli bir
mesele-i insaniye göstermiş ve o haşmetli şecere-i tûbânın bir çekirdeği olan
şahsiyet-i beşeriyetini ve bidayetteki vaziyet-i insaniyesini ara sıra nazara
almasıdır.
İşte Kur’ân’ın tekrar edilen
hakikatleri bu kıymette olduğundan, tekraratında kuvvetli ve geniş bir
mu’cize-i mâneviye bulunmasına fıtrat-ı selime şehadet eder-meğer maddiyyunluk
tâunuyla maraz-ı kalbe ve vicdan hastalığına müptelâ ola!
*Bazen insan, göz hastalığından
dolayı güneş ışığını inkâr eder. Ağız da hastalıktan dolayı bazen suyun tadını
alamaz*….. kaidesine dahil
olur..Şualar
*SÜNNET-İ SENİYE NOKTASINDA BU
İSİMDEN/SIFATTAN HİSSEMİZ;*
…bir Müslüman, hem enbiyayı,
hem Rabbini, hem bütün kemâlâtı Muhammed-i Arabî Aleyhissalâtü Vesselâm
vasıtasıyla biliyor. Onun terbiyesini bırakan ve zincirinden çıkan, daha hiçbir
peygamberi tanımaz ve Allah’ı da tanımaz ve ruhunda kemâlâtı muhafaza edecek
hiçbir esasatı bilemez. Çünkü, peygamberlerin en âhiri ve en büyükleri ve dini
ve daveti umum nev-i beşere baktığı için ve mucizatça ve dince umuma faik ve
bütün nev-i beşere bütün hakaikte üstadlık edip on dört asırda parlak bir
surette ispat eden ve nev-i beşerin medar-ı iftiharı bir zatın terbiye-i
esasiyelerini ve usul-ü dinini terk eden, elbette hiçbir cihette bir nur, bir
kemâl bulamaz. Sukut-u mutlaka mahkûmdur.
İşte, ey hayat-ı dünyeviyenin
zevkine müptelâ ve endişe-i istikbal ile istikbalini ve hayatını temin için
çabalayan biçareler! Dünyanın lezzetini, zevkini, saadetini, rahatını isterseniz,
meşru dairedeki keyfe iktifa ediniz. O keyfinize kâfidir. Haricinde ve gayr-ı
meşru dairedeki bir lezzetin içinde bin elem olduğunu, sabık beyanatta elbette
anladınız. Eğer mazi, yani geçmiş zamanın hadisatını sinema ile halihazırda
gösterdikleri gibi, istikbaldeki ahval dahi, meselâ elli sene sonraki halleri
bir sinema ile gösterilseydi, ehl-i sefahet şimdiki güldüklerine yüz binlerce
nefrin ve nefret edip ağlayacaktılar.
*Dünya ve âhirette ebedî ve daimî
süruru isteyen, iman dairesindeki terbiye-i Muhammediyeyi (a.s.m.) kendine
rehber etmek gerektir*….Sözler