12.4.18

ESMA VE SIFAT-I NEBİ NOTLARI - ( MUHAMMED-İ KUREYŞÎ A.S.M )

“ Bismillâhirrahmânirrahim..”

68 - *MUHAMMED-İ KUREYŞÎ* *(A.S.M)*

Anlamı: Kökü Hz. İbrahim'e (A.S.) dayanan kureyş kabilesine mensup Hz. Muhammed (A.S.M.)

(Kureyş, Kur'an'da adı geçen, İslam’ın gelişinden önce Mekke yönetimini elinde tutan büyük ve en güçlü Arap kabilesidir. Bununla birlikte o zamanda Müslümanların en çok savaştığı kabiledir. Bu karşı koyuş Mekke’nin fethine kadar sürmüştür. Mekke'nin fethedilmesiyle birlikte İslâmiyet'in karşısındaki Kureyş düşmanlığı da tamamen ortadan kalkmıştır. Bundan sonra İslâm'ın dünyaya yayılması için Kureyşlilerin ön saflarda mücadele verdikleri görülmektedir. Peygamber efendimiz Hz Muhammed A.S.M, Kureyş kabilesinin Haşimoğulları sülalesine mensuptur.)

*Ben peygamberim, bunda asla yalan yok. Ben Abdül-muttalib'in oğluyum, ben Arapların en fasih konuşanıyım ve Kureyş evlatlarındanım*.Hz.Muhammed A.S.M

*Ben tam bir Arabım. Ben Kureyş kabilesindenim. Benim lisanım (Arapçayı en fasih konuşan) Benî Sa'd lisanıdır* Hz.Muhammed A.S.M

*Ben devirden devire, (nesilden nesile, âileden âileye) seçilerek intikal eden Âdemoğulları soylarının en temizinden naklolundum, sonunda içinde bulunduğum 'Hâşimoğulları' âilesinden neş'et ettim*.Hz.Muhammed A.S.M

*Allah, Hz İbrâhim'in oğullarından Hz. İsmâil'i, İsmâiloğullarından Kinâneoğullarını, Kinâneoğullarından Kureyşi, Kureyşden Hâşimoğullarını, Hâşimoğullarından da beni seçmiştir* Hz.Muhammed A.S.M

*BU İSME/SIFATA DAİR;*

………………müşrik-i Kureyş’in reislerinin herbiri nerede katledileceğini göstermiş ve demiş: “Ben kendi elimle Übeyy ibni Halef’i öldüreceğim.” Haber verdiği gibi çıkmış……………Mektubat

……………..hususan o zamanda Ceziretü’l-Arabdaki adamlar, hususan Kureyşîler gibi zeki adamlar…Mektubat

…………….Bak, Kureyş’in iki muannid büyükleri, birtek ihbar-ı gaybî ile imana geldiler….Mektubat

“Kavm-i Arab bedevî, ümmî, kendilerine münasib bir muhit-i acibde uzanmışken; beşerdeki inkılâbat-ı azîme onları uyandırmış. Divanları şiir, ilimleri belâgat, medar-ı müfaharetleri fesahat olmuş. Akvamın en zekisi, cevelân-ı zihne en muhtacı olduğu bir mevsim-i bahar zamanında Kur’ân, haşmet-i belâgatıyla Kureyş meşrıkınden tulû etti. Cidâr-ı Kâbe’de altun ile yazılmış olan temasil-i belâgatlarından Muallâkat-ı Seb’ayı sildi, söndürdü. İ’câzı iddia ve muarazaya davet ederek; o umera-yı belâgat ve hükkâm-ı fesahat ashabı, şedîdü’ş-şekîme kavmin şiddetle âsâbına dokundurdu. Damar-ı asabiyetini tahrik ve izzet-i nefislerini levm ve tesfih ve terzil ile kırdı. En hassas hiss-i mezhebîlerini tadlille galeyana getirdiği halde; uzun bir zamanda tahaddî ile meydan okuyordu. O mağrur, mütekebbir, izzet-i nefisleri yaralanmış büleğa muaraza edemediler. Eğer iktidarları dahilinde olsa idi, bizzarure sükût etmez idiler. Demek istediler; aczi hissettiler, sustular. Öyle ise onların aczi i’câz-ı Kur’ân’ın delilidir”… Şuâât/Bediüzzaman

“Tevatür-ü kat’î ile sabittir ki; Nebiy-yi Kureyşî getirdiği dine, tebliğ ettiği şeriata herkesten ziyade mu’tekid, evamirine sırren ve cehren herkesten ziyade mümtesil, nevahisinden herkesten ziyade müctenip, mevaîdine herkesten ziyade mutmein, vaîdlerine herkesten ziyade mü’min ve müttakî ve ihbaratına herkesten ziyade musaddık ve Kur’ân’a herkesten ziyade muazzim ve ibadete herkesten ziyade âşık ve mehafetullaha herkesten ziyade münkad ve likaullah’a herkesten ziyade müştak olmuştur. Bütün ahvâl ve etvarı kemâl-i imanına ve nihayet derecede itminanına ve gayet rasîh itikadına delâlet ediyordu. Dünyada hiçbir sebep böyle bir zâtı ittiham edemez.” Şuâât/Bediüzzaman

“Evet, Peygamberin delil-i sıdkı, her bir hareket, her bir hâlidir. Nebiyy-i Kureyşî’nin her bir hâli ve hareketi mazbut-u ümmettir. Çünkü menabi-i şeriattır. Evet her bir hareketinde adem-i tereddüd; ve muterizlere adem-i iltifat; ve muarızlara adem-i mübâlât; ve muhalif olanlardan adem-i tahavvufu “sıdkını” ve ciddiyetini gösteriyor. Hem de evamirinde hakikatin ruhuna olan isabeti, hakkıyetini gösterir.” Şuâât/Bediüzzaman

“Sizler emniyet-i mutlaka içinde Kâbe’yi tavaf edeceksiniz.” Halbuki, Ceziretü’l-Arabdaki bedevî akvam, çoğu düşman olmakla beraber, Mekke etrafı ve Kureyş kabilesi kısm-ı âzamı düşman iken, “Yakın bir zamanda, hiç havf hissedilmezken Kâbeyi tavaf edeceksiniz” ihbarıyla, Ceziretü’l-Arabı itaat altına ve bütün Kureyşi İslâmiyet içine ve emniyet-i tâmme vaz’ edilmesine delâlet ve ihbar eder. Aynen haber verdiği gibi vukua gelmiştir….Lem’alar

Madem bu san’atlı ve hikmetli masnuatıyla kendi hünerlerini ve san’atkârlığının kemâlâtını teşhir etmek; ve bu süslü ve ziynetli nihayetsiz mahlûkatıyla kendini tanıttırmak ve sevdirmek; ve bu lezzetli ve kıymetli hesapsız nimetleriyle kendine teşekkür ve hamd ettirmek; ve bu şefkatli ve himayetli umumî terbiye ve iaşe ile, hattâ ağızların en ince zevklerini ve iştihaların her nev’ini tatmin edecek bir surette ihzar edilen Rabbânî it’amlar ve ziyafetlerle kendi rubûbiyetine karşı minnettarâne ve müteşekkirâne ve perestişkârâne ibadet ettirmek; ve mevsimlerin tebdili ve gece-gündüzün tahvili ve ihtilâfı gibi azametli ve haşmetli tasarrufat ve icraat ve dehşetli ve hikmetli faaliyet ve hallâkıyetle kendi ulûhiyetini izhar ederek, o ulûhiyetine karşı iman ve teslim ve inkıyad ve itaat ettirmek; ve her vakit iyiliği ve iyileri himaye, fenalığı ve fenaları izale ve semâvî tokatlarla zalimleri ve yalancıları imha etmek cihetiyle, hakkaniyet ve adaletini göstermek isteyen perde arkasında birisi var. Elbette ve herhalde, o gaybî Zâtın yanında en sevgili mahlûku ve en doğru abdi ve onun mezkûr maksatlarına tam hizmet ederek, hilkat-i kâinatın tılsımını ve muammâsını hall ve keşfeden ve daima o Hâlıkının namına hareket eden ve Ondan istimdat eden ve muvaffakiyet isteyen ve Onun tarafından imdada ve tevfike mazhar olan ve Muhammed-i Kureyşî denilen bu zât (a.s.m.) olacak….Şualar

*SÜNNET-İ SENİYE NOKTASINDA BU İSİMDEN/SIFATTAN HİSSEMİZ;*

*Allah’ım, Mekkî, Medenî, Hâşimî ve Kureyşî olan Habîbinin hürmetine bizim arzumuzu ve Üstadımız Said Nursî’nin maksûdunu tahakkuk ettir*.