“ Bismillâhirrahmânirrahim..”
68 - *MUHAMMED-İ KUREYŞÎ* *(A.S.M)*
Anlamı: Kökü Hz. İbrahim'e (A.S.) dayanan kureyş kabilesine mensup Hz. Muhammed (A.S.M.)
(Kureyş, Kur'an'da adı geçen, İslam’ın gelişinden önce Mekke yönetimini
elinde tutan büyük ve en güçlü Arap kabilesidir. Bununla birlikte o zamanda
Müslümanların en çok savaştığı kabiledir. Bu karşı koyuş Mekke’nin fethine
kadar sürmüştür. Mekke'nin fethedilmesiyle birlikte İslâmiyet'in karşısındaki
Kureyş düşmanlığı da tamamen ortadan kalkmıştır. Bundan sonra İslâm'ın dünyaya
yayılması için Kureyşlilerin ön saflarda mücadele verdikleri görülmektedir.
Peygamber efendimiz Hz Muhammed A.S.M, Kureyş kabilesinin Haşimoğulları
sülalesine mensuptur.)
*Ben peygamberim, bunda asla yalan yok. Ben Abdül-muttalib'in oğluyum,
ben Arapların en fasih konuşanıyım ve Kureyş evlatlarındanım*.Hz.Muhammed A.S.M
*Ben tam bir Arabım. Ben Kureyş kabilesindenim. Benim lisanım (Arapçayı
en fasih konuşan) Benî Sa'd lisanıdır* Hz.Muhammed A.S.M
*Ben devirden devire, (nesilden nesile, âileden âileye) seçilerek
intikal eden Âdemoğulları soylarının en temizinden naklolundum, sonunda içinde
bulunduğum 'Hâşimoğulları' âilesinden neş'et ettim*.Hz.Muhammed A.S.M
*Allah, Hz İbrâhim'in oğullarından Hz. İsmâil'i, İsmâiloğullarından
Kinâneoğullarını, Kinâneoğullarından Kureyşi, Kureyşden Hâşimoğullarını,
Hâşimoğullarından da beni seçmiştir* Hz.Muhammed A.S.M
*BU İSME/SIFATA DAİR;*
………………müşrik-i Kureyş’in reislerinin
herbiri nerede katledileceğini göstermiş ve demiş: “Ben kendi elimle Übeyy ibni
Halef’i öldüreceğim.” Haber verdiği gibi çıkmış……………Mektubat
……………..hususan o zamanda
Ceziretü’l-Arabdaki adamlar, hususan Kureyşîler gibi zeki adamlar…Mektubat
…………….Bak, Kureyş’in iki muannid
büyükleri, birtek ihbar-ı gaybî ile imana geldiler….Mektubat
“Kavm-i Arab bedevî, ümmî,
kendilerine münasib bir muhit-i acibde uzanmışken; beşerdeki inkılâbat-ı azîme
onları uyandırmış. Divanları şiir, ilimleri belâgat, medar-ı müfaharetleri
fesahat olmuş. Akvamın en zekisi, cevelân-ı zihne en muhtacı olduğu bir
mevsim-i bahar zamanında Kur’ân, haşmet-i belâgatıyla Kureyş meşrıkınden tulû
etti. Cidâr-ı Kâbe’de altun ile yazılmış olan temasil-i belâgatlarından
Muallâkat-ı Seb’ayı sildi, söndürdü. İ’câzı iddia ve muarazaya davet ederek; o
umera-yı belâgat ve hükkâm-ı fesahat ashabı, şedîdü’ş-şekîme kavmin şiddetle
âsâbına dokundurdu. Damar-ı asabiyetini tahrik ve izzet-i nefislerini levm ve
tesfih ve terzil ile kırdı. En hassas hiss-i mezhebîlerini tadlille galeyana
getirdiği halde; uzun bir zamanda tahaddî ile meydan okuyordu. O mağrur,
mütekebbir, izzet-i nefisleri yaralanmış büleğa muaraza edemediler. Eğer
iktidarları dahilinde olsa idi, bizzarure sükût etmez idiler. Demek istediler;
aczi hissettiler, sustular. Öyle ise onların aczi i’câz-ı Kur’ân’ın delilidir”…
Şuâât/Bediüzzaman
“Tevatür-ü kat’î ile sabittir ki;
Nebiy-yi Kureyşî getirdiği dine, tebliğ ettiği şeriata herkesten ziyade
mu’tekid, evamirine sırren ve cehren herkesten ziyade mümtesil, nevahisinden
herkesten ziyade müctenip, mevaîdine herkesten ziyade mutmein, vaîdlerine
herkesten ziyade mü’min ve müttakî ve ihbaratına herkesten ziyade musaddık ve
Kur’ân’a herkesten ziyade muazzim ve ibadete herkesten ziyade âşık ve
mehafetullaha herkesten ziyade münkad ve likaullah’a herkesten ziyade müştak
olmuştur. Bütün ahvâl ve etvarı kemâl-i imanına ve nihayet derecede itminanına
ve gayet rasîh itikadına delâlet ediyordu. Dünyada hiçbir sebep böyle bir zâtı
ittiham edemez.” Şuâât/Bediüzzaman
“Evet, Peygamberin delil-i sıdkı,
her bir hareket, her bir hâlidir. Nebiyy-i Kureyşî’nin her bir hâli ve hareketi
mazbut-u ümmettir. Çünkü menabi-i şeriattır. Evet her bir hareketinde adem-i
tereddüd; ve muterizlere adem-i iltifat; ve muarızlara adem-i mübâlât; ve
muhalif olanlardan adem-i tahavvufu “sıdkını” ve ciddiyetini gösteriyor. Hem de
evamirinde hakikatin ruhuna olan isabeti, hakkıyetini gösterir.” Şuâât/Bediüzzaman
“Sizler emniyet-i mutlaka içinde
Kâbe’yi tavaf edeceksiniz.” Halbuki, Ceziretü’l-Arabdaki bedevî akvam, çoğu
düşman olmakla beraber, Mekke etrafı ve Kureyş kabilesi kısm-ı âzamı düşman
iken, “Yakın bir zamanda, hiç havf hissedilmezken Kâbeyi tavaf edeceksiniz” ihbarıyla,
Ceziretü’l-Arabı itaat altına ve bütün Kureyşi İslâmiyet içine ve emniyet-i
tâmme vaz’ edilmesine delâlet ve ihbar eder. Aynen haber verdiği gibi vukua
gelmiştir….Lem’alar
Madem bu san’atlı ve hikmetli
masnuatıyla kendi hünerlerini ve san’atkârlığının kemâlâtını teşhir etmek; ve
bu süslü ve ziynetli nihayetsiz mahlûkatıyla kendini tanıttırmak ve sevdirmek;
ve bu lezzetli ve kıymetli hesapsız nimetleriyle kendine teşekkür ve hamd
ettirmek; ve bu şefkatli ve himayetli umumî terbiye ve iaşe ile, hattâ
ağızların en ince zevklerini ve iştihaların her nev’ini tatmin edecek bir
surette ihzar edilen Rabbânî it’amlar ve ziyafetlerle kendi rubûbiyetine karşı
minnettarâne ve müteşekkirâne ve perestişkârâne ibadet ettirmek; ve mevsimlerin
tebdili ve gece-gündüzün tahvili ve ihtilâfı gibi azametli ve haşmetli
tasarrufat ve icraat ve dehşetli ve hikmetli faaliyet ve hallâkıyetle kendi
ulûhiyetini izhar ederek, o ulûhiyetine karşı iman ve teslim ve inkıyad ve
itaat ettirmek; ve her vakit iyiliği ve iyileri himaye, fenalığı ve fenaları
izale ve semâvî tokatlarla zalimleri ve yalancıları imha etmek cihetiyle,
hakkaniyet ve adaletini göstermek isteyen perde arkasında birisi var. Elbette ve herhalde, o gaybî Zâtın yanında en sevgili
mahlûku ve en doğru abdi ve onun mezkûr maksatlarına tam hizmet ederek,
hilkat-i kâinatın tılsımını ve muammâsını hall ve keşfeden ve daima o Hâlıkının
namına hareket eden ve Ondan istimdat eden ve muvaffakiyet isteyen ve Onun
tarafından imdada ve tevfike mazhar olan ve Muhammed-i Kureyşî denilen bu zât
(a.s.m.) olacak….Şualar
*SÜNNET-İ SENİYE NOKTASINDA BU
İSİMDEN/SIFATTAN HİSSEMİZ;*
*Allah’ım, Mekkî, Medenî, Hâşimî ve
Kureyşî olan Habîbinin hürmetine bizim arzumuzu ve Üstadımız Said Nursî’nin
maksûdunu tahakkuk ettir*.