“ Bismillâhirrahmânirrahim..”
52 -*MİSAL-İ MUHABBET* *(A.S.M)*
Anlamı: Ulvi ve Rabbani Sevginin, mana-yı
harfi ile sevmeye, sevilmeye layık şeylerin kendisinde toplanan örneği olan Hz.
Muhammed A.S.M
“Muhabbetten Muhammed oldu hâsıl,
“Muhammed’siz muhabbetten ne hâsıl?..
“Zuhurundan, Bezm-i âlem oldu vasıl…”… Sultan II. Mahmud’un ikinci eşi
Bezm-i âlem Valide Sultan
İ’lem eyyühe’l-aziz! Kâinat bir şeceredir. Anâsır onun dallarıdır.
Nebatat yapraklarıdır. Hayvanat onun çiçekleridir. İnsanlar onun semereleridir.
Bu semerelerden en ziyadar, nurlu, ahsen, ekrem, eşref, eltaf Seyyidü’l-Enbiyâ
ve’l-Mürselîn, İmâmü’l-Müttakîn, Habîbi Rabbü’l-Âlemîn Hazret-i Muhammed’dir… *Yer
ve gökler devam ettikçe salâvatın en üstünü onun üzerine olsun.*Mesnevi-i
Nuriye
*BU İSMİN/SIFATIN HAKİKATİNE DAİR;*
………. Ey nefisperest nefsim, ve ey dünyaperest arkadaşım! Muhabbet şu kâinatın
bir sebeb-i vücududur. Hem şu kâinatın rabıtasıdır, hem şu kâinatın nurudur,
hem hayatıdır. İnsan kâinatın en câmi’ bir meyvesi olduğu için, kâinatı istilâ
edecek bir muhabbet, o meyvenin çekirdeği olan kalbine derc edilmiştir. İşte,
şöyle nihayetsiz bir muhabbete lâyık olacak, nihayetsiz bir kemâl sahibi
olabilir…Sözler
………Madem bütün kâinatın şehadetiyle
Mahbub-u Hakikî ve Cemîl-i Mutlak, bütün güzel Esmâ-i Hüsnâsıyla kendini insana
sevdiriyor ve insanların kendini sevmelerini istiyor; elbette ve herhalde,
kendisinin hem mahbubu, hem habibi olan insana fıtrî bir adâveti verip derinden
derine kendinden küstürmeyecek.
Ve fıtraten en ziyade sevimli ve
muhabbetli ve perestiş için yarattığı en müstesnâ mahlûku olan insanın
fıtratına bütün bütün zıt olarak bir gizli adâveti, insanın ruhuna vermeyecek.
Çünkü insan, sevdiği ve kıymetini takdir ettiği bir cemâl-i mutlaktan ebedî
ayrılmaktan gelen derin yarasını, ancak ona adâvetle, ondan küsmekle ve onu
inkâr etmekle tedavi edebilir. İşte, kâfirlerin Allah’ın düşmanı olması bu
noktadan ileri geliyor. Öyleyse, herhalde o cemâl-i ezelî, kendisinin âyine-i
müştâkı olan insan ile ebedü’l-âbâd yolunda seyahatinde beraber bulunmak için,
alâ külli hal, bir dâr-ı bekàda bir hayat-ı bâkiyeye insanı mazhar edecek.
Evet, madem insan fıtraten bir
cemâl-i bâkîye müştak ve muhib bir surette halk edilmiştir. Ve madem bâkî bir
cemal, zâil bir müştâka razı olamaz. Ve madem insan bilmediği veya yetişemediği
veya tutamadığı bir maksuddan gelen hüzün ve elemden teselli bulmak için, o
maksudun kusurunu bulmakla, belki gizli adâvet etmekle kendini teskin eder. Ve
madem bu kâinat insan için halk edilmiş ve insan ise marifet ve muhabbet-i
İlâhiye için yaratılmış. Ve madem bu kâinatın Hâlıkı, esmâsıyla sermedîdir. Ve
madem esmâlarının cilveleri daim ve bâkî ve ebedî olacaktır. Elbette ve
herhalde insan bir dâr-ı bekàya gidecek ve bir hayat-ı bâkiyeye mazhar
olacaktır. Ve insanın kıymetini ve vazifelerini ve kemâlâtını bildiren,
rehber-i âzam ve insan-ı ekmel olan Muhammed-i Arabî Aleyhissalâtü Vesselâm,
insana dair beyan ettiğimiz bütün kemâlâtı ve vazifeleri en ekmel bir surette
kendinde ve dininde göstermesiyle gösteriyor ki: Nasıl kâinat insan için
yaratılmış ve kâinattan maksud ve müntehap insandır. Öyle de, insandan dahi en
büyük maksud ve en kıymettar müntehap ve en parlak âyine-i Ehad ve Samed,
elbette Ahmed-i Muhammeddir.
Ümmetinin hasenatı adedince ona ve
âline salât ve selâm olsun. Ya Allah, yâ Rahmân, yâ Rahîm, yâ Ferd, yâ Hayy, yâ
Kayyûm, yâ Hakem, yâ Adl, yâ Kuddûs! Furkan-ı Hakîminin hakkı için ve Habib-i
Ekreminin hürmetine, Esmâ-i Hüsnânın hakkı için ve İsm-i Âzamın hürmetine
Senden niyaz edip istiyoruz: Bizi nefsin ve şeytanın ve cin ve insanın
şerrinden muhafaza buyur. Âmin…..Lem’alar
*SÜNNET-İ SENİYE NOKTASINDA BU
İSİMDEN/SIFATTAN HİSSEMİZ;*
Muhabbetullah, ittibâ-ı Sünnet-i
muhammediye Aleyhissalâtü Vesselâmı istilzam eder. Çünkü Allah’ı sevmek, Onun
marziyâtını yapmaktır. Marziyâtı ise, en mükemmel bir surette zât-ı
muhammediyede (a.s.m.) tezahür ediyor….Lem’alar
……Elbette bunun için denilebilir ki,
Cemîl-i Zülcelâl, kendi cemâlini sevmesiyle, o cemâlin en mükemmel âyine-i
zîşuuru olan Muhammed-i Arabî Aleyhissalâtü Vesselâmı sever.
Hem kendi esmâsını sevmesiyle, o
esmânın en parlak âyinesi olan Muhammed-i Arabî Aleyhissalâtü Vesselâmı sever
ve Muhammed-i Arabî Aleyhissalâtü Vesselâma benzeyenleri dahi derecelerine göre
sever.
Hem san’atını sevdiği için, elbette
Onun san’atını en yüksek bir sadâ ile bütün kâinata neşreden ve semâvâtın
kulağını çınlatan, ber ve bahri cezbeye getiren bir velvele-i zikir ve tesbihle
ilân eden Muhammed-i Arabî Aleyhissalâtü Vesselâmı sever ve ona ittibâ edenleri
de sever.
Hem masnuatını sevdiği için, o
masnuatın en mükemmeli olan zîhayatı ve zîhayatın en mükemmeli olan zîşuuru ve
zîşuurun en efdali olan insanları ve insanların bil’ittifak en mükemmeli olan Muhammed-i
Arabî Aleyhissalâtü Vesselâmı elbette daha ziyade sever.
Hem kendi mahlûkatının mehâsin-i
ahlâkiyelerini sevdiği için, mehâsin-i ahlâkiyede bil’ittifak en yüksek
mertebede bulunan Muhammed-i Arabî Aleyhissalâtü Vesselâmı sever ve derecâta
göre ona benzeyenleri dahi sever.
Demek, Cenâb-ı Hakkın rahmeti gibi,
muhabbeti dahi kâinatı ihata etmiş. İşte, o hadsiz mahbuplar içindeki mezkûr
beş vechinin herbir vechinde en yüksek makam, Muhammed-i Arabî Aleyhissalâtü
Vesselâma mahsustur ki, “Habîbullah” lâkabı ona verilmiş….Mektubat
*Mu’cizât-ı Ahmediye (a.s.m.)
risalesi çok harika düşmüş*. *Kim ona bakıyor; bir zevk-i hakikî hisseder*. ………………….
*O yazdığın risale vasıtasıyla pek çok insanlar imanlarını kuvvetleştiriyorlar*;
*Muhabbet-i Ahmediye (a.s.m.) kalblerinde ziyadeleşiyor*…………..Barla Lahikası Hüsrev’e
hitâben yazılan bir mektup’tan… Mirzazâde
Said Nursî