“
Bismillâhirrahmânirrahim..”
83 - İKİ CİHANIN SULTANI (A.S.M)
Anlamı: Dünya ve ahiret iki dünyanın sultanı Hz. Muhammed
Aleyhissalâtü Vesselâm.
..Hem o burhan-ı hak ve sirâc-ı hakikat, öyle bir din ve
şeriat göstermiştir ki, iki cihanın saadetini temin edecek desâtiri
câmidir…Mektubat
BU İSMİN/SIFATIN HAKİKATİNE DAİR;
Kur’ân’da esas maksatları ve anâsır-ı asliyesi dört
hakikattır:
Tevhid, nübüvvet, haşir ve adalet’tir. Çünkü, vakta kâinat
sahrasında benî-Âdem bir acip ve büyük bir kafile ve sair taifeler beraber
birbiri arkasında asırlar üstünde geçmiş zamanın derelerinden, şehir ve
meşherlerinden sefer edip vücut ve hayat sahrasında yürüyüşüyle istikbalin
yüksek dağlarına azimetle oradaki bağlarına gözleri müteveccih olmak cihetiyle
hilâfet-i zemine mazhariyet noktasında ve sâir zîhayata tasarrufatı cihetinde
rû-yi zeminde ekser eşyanın nev-i beşerle münasebatı iktizasıyla heyecana
gelmesinden kâinat dahi onlara yüzlerini çevirip nev-i beşerle ciddi alâkadar
oluyor.
Benî-Âdem bir tek tâife iken yüz binler tâifelere
karışmasında kâinat zemin gibi onlara netice-i hilkat-i âlem noktasında
bakıyor. Güya hilkat-i kâinat hukümeti, o hukümetin zâbıta memuru hükmünde
fenn-i hikmeti, bir müstantık ve sorgucu olarak o misafir kafileye gönderip
ondan sual edip soruyor ki:
“Ey benî-Âdem! Nereden geliyorsunuz ve nereye gideceksiniz?
Ve ne yapacaksınız? Ve herşeye karışıyor ve bazan karıştırıyorsunuz. sultanınız
ve hatibiniz ve reisiniz ve ileri geleniniz kimdir? Tâ bana cevap versin.”
O muhavereler içinde birden kafile-i benî-Âdemden
muhammedü’l-Hâşimî (Sallâllahü Aleyhi Vesellem), emsalleri olan ulülazm
peygamberler gibi fenn-i hikmete karşı kalktı. Ve Kur’ân’ın lisanıyla dedi ki:
“Ey müstantık hikmet! Biz mevcudat kafilesi, adem
karanlıklarından sultan-ı Ezelinin kudretiyle çıktık, ziya-yı vücuda girdik.
Varlık nurunu bulduk. Herbir tâifemiz bir vazifeye girdik. Ve biz benî-Âdem
tâifesi ise, bir emanet-i kübra rütbesi ve hilâfet-i zemin vazifesiyle sâir
mevcudat kardeşlerimizin içinde imtiyazlı ve memuriyet sıfatı ile bu meşher-i
kâinata gönderilmişiz. Her vakitte yola çıkmaya müheyya bir vaziyetteyiz ve
haşir yolu ile saâdet-i ebediyenin kazanmasının tedariki ile meşgulüz. Ve bizim
re’sü’l-mâlimiz olan istidatlarımızın çekirdeklerini sümbüllendirmeye, iman ve
Kur’ân’la inkişaf ettirmekle iştigal ediyoruz. İşte o kafilenin reisi ve hatîbi
benim. İşte elimdeki bu fermanı; mânevî ve maddî hava, bir tek lisan gibi bütün
kâinata o fermanın her kelimesini bir anda milyarlar yapıp işittiriyor. İşte o
menşur ferman, Ezel ve Ebed sultanının kelâmıdır. Ve emirleri ve konuşmaları
olduğuna delil-i kat’î, üstünde parlayan sikke-i şahanesi ve turra-i
sermediyesine bak, gör, git, söyle.”….Emirdağ Lahikası / Tercümesinin bir
hulâsası
….acaba âlemde muhammed-i Arabî Aleyhissalâtü Vesselâmdan
beyan olunan evsâf ve vezaife daha ehil ve daha cami’ kim zuhur etmiş? Ve
rütbe-i risalete ve vazife-i tebliğe ondan daha elyak, daha evfak hiç zaman
göstermiş midir?
Hayır, asla ve kat’a! Belki o, bütün resullerin seyyididir,
bütün enbiyanın imamıdır, bütün asfiyanın serveridir, bütün mukarrebînin
akrebidir, bütün mahlûkatın ekmelidir, bütün mürşidlerin sultanıdır….Sözler
SÜNNET-İ SENİYE NOKTASINDA BU İSİMDEN/SIFATTAN HİSSEMİZ;
…Hazret-i muhammed Aleyhissalâtü Vesselâma Makam-ı Mahmud
verilmesi, umum ümmete şefaat-i kübrasına işarettir. Hem o, bütün ümmetinin
saadetiyle alâkadardır. Onun için hadsiz salâvat ve rahmet dualarını bütün ümmetten
istemesi ayn-ı hikmettir..Şualar
…ey hayat-ı dünyeviyenin zevkine müptelâ ve endişe-i
istikbal ile istikbalini ve hayatını temin için çabalayan biçareler! Dünyanın
lezzetini, zevkini, saadetini, rahatını isterseniz, meşru dairedeki keyfe
iktifa ediniz. O keyfinize kâfidir. Haricinde ve gayr-ı meşru dairedeki bir
lezzetin içinde bin elem olduğunu, sabık beyanatta elbette anladınız. Eğer
mazi, yani geçmiş zamanın hadisatını sinema ile halihazırda gösterdikleri gibi,
istikbaldeki ahval dahi, meselâ elli sene sonraki halleri bir sinema ile gösterilseydi,
ehl-i sefahet şimdiki güldüklerine yüz binlerce nefrin ve nefret edip
ağlayacaktılar.
Dünya ve âhirette ebedî ve daimî süruru isteyen, iman
dairesindeki terbiye-i Muhammediyeyi (a.s.m.) kendine rehber etmek
gerektir…Sözler