15.4.18

ESMA VE SIFAT-I NEBİ NOTLARI - ( FURKAN-I A'ZAM'IN İSM-İ A'ZAMI A.S.M )


 “ Bismillâhirrahmânirrahim..”

111 - *FURKAN-I A'ZAM'IN İSM-İ A'ZAMI* *(A.S.M)*

Anlamı: Kâinat denilen Kur’ân-ı kebîrin âyet-i kübrâsı olan..Hakkı batıldan İyi ile kötüyü, doğru ile yanlışı fark edip ayıran en büyük ve muazzam kitabın mahiyeti, şahsiyet-i mâneviyesinde toplan Hz. Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm.

… küllî hakikat-ı Muhammediye (a.s.m.) hem hayatın hayatı, hem kâinatın hayatı, hem İsm-i Âzamın tecellî-i âzamının mazharı ve bütün zîruhların nuru ve kâinatın çekirdek-i aslîsi ve gaye-i hilkati ve meyve-i ekmeli……. Emirdağ L.

… kitab-ı kebirin âyet-i kübrâsı ve o Kur’ân-ı Kebirdeki ism-i âzamı ve o şecere-i kâinatın çekirdeği ve en münevver meyvesi ve o saray-ı âlemin güneşi ve âlem-i İslâmiyetin bedr-i münevveri ve rububiyet-i İlâhiyenin dellâl-ı saltanatı ve tılsım-ı kâinatın keşşâf-ı zîhikmeti olan Seyyidimiz Muhammedü’l-Emin Aleyhissalâtü Vesselâm….  Sözler

*BU İSMİN/SIFATIN HAKİKATİNE DAİR;*

… tevhid-i hakikîyi bütün meratibiyle en mükemmel bir surette ders veren, ispat eden, ilân eden Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâmın risaleti, elbette o tevhidin kat’iyeti derecesinde sabit olmak lâzım gelir.

Çünkü, madem daire-i vücudun en büyük hakikati olan tevhidi bütün hakaikiyle o zât ders veriyor; elbette tevhidi ispat eden bütün burhanlar, dolayısıyla, onun risaletini ve vazifesinin hakkaniyetini ve dâvâsının doğruluğunu dahi kat’î ispat eder denilebilir.

Evet, böyle binler hakaik-i âliyeyi cem eden ferdiyet ve vahdâniyeti hakkıyla keşfedip ders veren bir risalet, gayet kat’î bir surette o tevhid, o ferdiyetin muktezasıdır ve lâzımıdır. Onlar, onu herhalde isterler.

İşte o vazifeyi tam tamına yerine getiren zât-ı Ahmediye Aleyhissalâtü Vesselâmın şahsiyet-i mâneviyesinin derece-i ehemmiyetine ve ulviyetine ve bu kâinatın bir güneşi olduğuna şehadet eden pek çok delillerden, sebeplerden üç tanesini nümune olarak beyan ediyoruz.

BİRİNCİSİ: Umum ümmet, umum asırlarda işledikleri umum hasenâtın bir misli, es-sebebü ke’l-fâil sırrınca, zât-ı Ahmediye Aleyhissalâtü Vesselâmın sahife-i hasenâtına geçtiği gibi; umum ümmet, her günde ettikleri salâvat duasının kat’î makbuliyeti cihetiyle, o hadsiz duaların iktiza ettikleri makam ve mertebeyi düşünmekle, şahsiyet-i mâneviye-i Muhammediye Aleyhissalâtü Vesselâmın bu kâinat içinde nasıl bir güneş olduğu anlaşılır.

İKİNCİSİ: Âlem-i İslâmın şecere-i kübrâsının menşei, çekirdeği, hayatı, medarı olan mahiyet-i Muhammediye Aleyhissalâtü Vesselâmın, fevkalâde istidat ve cihazatıyla, âlem-i İslâmiyetin mâneviyâtını teşkil eden kudsî kelimâtı, tesbihâtı, ibâdâtı, en evvel, bütün mânâlarıyla hissedip yapmaktan gelen terakkiyât-ı ruhiyesini düşün, Habîbiyet derecesine çıkan ubudiyet-i Muhammediyenin (a.s.m.) velâyeti sair velâyetlerden ne kadar yüksek olduğunu anla.

Bir zaman, birtek tesbihin, birtek namazda, Sahabelerin tarz-ı telâkkisine yakın bir surette bana inkişafı, bir ay kadar ibadet derecesinde ehemmiyetli göründü; Sahabelerin yüksek kıymetini onunla anladım.

Demek, bidâyet-i İslâmiyede kelimât-ı kudsiyenin verdiği feyiz ve nurun başka bir meziyeti var. Tazeliği haysiyetiyle başka bir letâfeti, bir tarâveti, bir lezzeti var ki, gaflet perdesi altında mürur-u zamanla gizlenir, azalır, perdelenir.

Zât-ı Muhammediye (a.s.m.) ise, onları menba-ı hakikîsinden (Zât-ı Akdesten) turfanda, taze olarak, fevkalâde istidadıyla almış, emmiş, massetmiş. Bu sırra binaen, o zât, birtek tesbihten, başkasının bir sene ibadeti kadar feyiz alabilir.

İşte bu nokta-i nazardan, zât-ı Muhammediye Aleyhissalâtü Vesselâmın, haddi ve nihayeti olmayan merâtib-i kemâlâtta ne derece terakki ettiğini kıyas et.

ÜÇÜNCÜSÜ: Bu kâinatın Hâlıkı, bu kâinattaki bütün makasıdının en ehemmiyetli medarı nev-i insan olduğundan ve bütün hitâbât-ı Sübhâniyenin en anlayışlı bir muhatabı nev-i beşer olduğundan; o nev-i beşer içinde en meşhur, en namdar ve âsârıyla ve icraatıyla en mükemmel, en muhteşem fert olan zât-ı Muhammediyeyi (a.s.m.) o nevi namına, belki umum kâinat hesabına kendine muhatap ittihaz eden Zât-ı Ferd-i Zülcelâl, elbette onu hadsiz kemâlâtta hadsiz feyzine mazhar etmiştir.

İşte, bu üç nokta gibi çok noktalar var, kat’î bir surette ispat ederler ki, şahsiyet-i mâneviye-i Muhammediye (a.s.m.), kâinatın mânevî bir güneşi olduğu gibi; bu kâinat denilen Kur’ân-ı kebîrin âyet-i kübrâsı ve o furkan-ı âzamın ism-i âzamı ve ism-i Ferdin cilve-i âzamının bir âyinesidir.

Kâinatın umum zerrâtının, umum zamanlarındaki umum dakikalarının bütün âşirelerine darb edilip, hâsıl-ı darb adedince o zât-ı Ahmediyeye salât-ü selâm, nihayetsiz hazine-i rahmetinden inmesini, Zât-ı Ferd-i Ehad-i Samedden niyaz ediyoruz….Lem’alar

*SÜNNET-İ SENİYE NOKTASINDA BU İSİMDEN/SIFATTAN HİSSEMİZ;*

İlâhî! İki dünyanın hayatı elimden kaçsa ve bütün kâinat düşman kesilip beni terk etse, benim yine gam çekmemem gerekir; çünkü Sen benim Rabbim ve Hâlıkım (Yaratıcım) ve İlâhımsın. Ve benim, nihayetsiz isyanımla ve sair şeref vesilelerine gayet derecede uzaklığımla beraber, Senin mahlûkun ve masnuun (san’at eserin) olmam sebebiyle, bir taallûk (ilgi) ve intisap (bağ) cihetim var. İşte, ben de, Senin mahlûkunun lisanıyla Sana tazarru ve niyazda bulunuyorum; ey Hâlıkım; ey Rabbim; ey Râzıkım (Rızık Vericim) ve ey Musavvirim!

Ey İlâhım, Esmâ-i Hüsnân hürmetine, İsm-i Âzamın hürmetine, Furkan-ı Hakîmin hürmetine, Habib-i Ekremin hürmetine, Kelâm-ı Kadîmin hürmetine, Arş-ı Âzamın hürmetine, milyonlar “Kul hüvallahü ehad” ile, bana merhamet etmeni istiyorum; ey bütün kemal sıfatların sahibi ve bütün noksan sıfatlardan münezzeh olan Allah; ey iyi kötü, dost düşman ayırt etmeden yarattığı bütün varlıklara rızıklarını yetiştiren Rahmân; ey eserlerinde sonsuz rahmetin en lâtif cilvelerini gösteren sınırsız şefkat sahibi Hannân; ey bitmez tükenmez ikramlarıyla ve nimetleriyle, varlıkları terbiye edip besleyen Mennân; ey kullarının küçük büyük her türlü amellerinin karşılığını hiç zayi etmeden hakkıyla veren Deyyân.

Beni bağışla; ey fazl ve ihsânıyla, her türlü günahları çok çok bağışlayan Gaffâr; ey ayıp ve kusurları örten ve çirkinlikleri perdeler altında saklayan Settâr; ey işlediği günahlardan pişman olanların tevbelerini daima kabul eden Tevvâb; ey her varlığa tükenmez rahmet hediyelerinden lâyık olduğu ihsanı veren Vehhâb.

Beni affet ey yarattığı varlıkları çok seven ve onlara da Kendisini her vesileyle sevdiren Vedûd; ey her bir canlıya hususî şefkat ve ihsanı olan ve onlar üzerinde iltifatının incelikleri görünen Raûf; ey her türlü kusur ve günahları bolca affeden Afüvv; ey bütün günahları bağışlayan Gafûr.

Bana lütufta bulun; ey varlıkları nazik ve lâtif güzelliklerle yaratıp onlara lütufta bulunan ve ilmi her şeyin bütün inceliklerine nüfuz eden Lâtif; ey bütün varlıkların küçük büyük, gizli açık her hâlinden her an haberdâr olan Habîr; ey her şeyi, gizli açık bütün sesleri ve yapılan bütün duaları işiten ve varlıklara işitme kàbiliyeti veren Semî’, gizli ve açık her şeyi bütün incelikleriyle gören ve varlıklara da görme kàbiliyeti ve basîreti ihsan eden Basîr.

Günahlarımı sil; ey zâlim ve isyancıları hemen cezalandırmayıp yumuşaklıkla muâmele eden, tevbe etmeleri için onlara fırsat tanıyan Halîm; ey gizli açık, küçük büyük her şeyi hakkıyla bilen ve ilmi, ezelden ebede her şeyi kuşatan Alîm; ey bütün canlıları çeşitli duygularla donatıp sayısız rahmet meyvelerini ve nimetlerini önlerine seren ve iyiliği bol olan Kerîm; ey rahmeti her şeyi kuşatmakla birlikte imanlı kullarına hususî ihsan ve şefkatte bulunan Rahîm.

Bizi yolun doğrusuna ilet; ey kâinattaki her bir varlığın bütün ihtiyaçlarını giderip onları bizzat terbiye eden ve hiçbir vezir ve yardımcısı olmayan ve asla öyle bir şeye ihtiyacı da bulunmayan Rab; ey kâinattaki her şey Kendisine muhtaç olduğu halde, Kendisi hiçbir şeye asla muhtaç olmayan Samed; ey varlıkları yaratılış gayelerine sevk eden ve dilediğine doğru yolu gösteren Hâdî.

Fazlınla bana cevâdâne (cömertçe) ihsanlarda bulun; ey kâinatı hiçten ve benzersiz bir şekilde yaratıp bin bir isminin tecellileriyle süsleyen Bedî'; ey bütün isimleri, sıfatları ve zâtı ile ebediyen var olan ve yok olması asla mümkün olmayan Bâkî; ey kâinatı ince hesaplarla yaratan, her varlığın bütün ihtiyaçlarını adaletle veren ve haksızları cezalandırıp iyileri de mükâfatlandıran Adl; ey Hû.

Kalbimi ve kabrimi iman ve Kur’ân nuruyla nurlandır; ey sonsuz nuruyla bütün kâinatı nurlandıran ve isimlerinin tecellisiyle her şeyi aydınlatan Nûr; ey varlığında hiçbir şüphe bulunmayan ve varlıkların dayandıkları hakikat, Zâtının sıfât, isim ve fiillerinin tecellisi olan Hak; ey varlıklara hayat verip canlandıran, Kendi hayatı ise zâtî, ezelî ve ebedî olan Hayy; ey bütün varlıkları düzenli ve daimî bir şekilde ayakta tutan; fakat Kendi varlığı hiçbir varlığa bağlı olmayan Kayyûm; ey ezelden ebede kadar kâinattaki her şeyin yegâne sahibi ve mâliki olan Mâlike’l-Mülk; ey celâl ve ikram sahibi; ey her şeyin aslını ve başlangıcını ezelî ilmiyle tespit eden ve Kendisinden önce hiçbir şey var olmayan Evvel; ey her şeyin sonunu ezelî ilmiyle belirleyen ve sonu gelen varlıkların neslini tohum ve çekirdek gibi hülâsalarla tanzim eden ve her şeyden sonra yalnız Kendisi bâkî kalan Âhir; ey her şeyin dış yüzlerini çeşitli cihazlarla ve ince nakışlarla süsleyerek fevkalâde mükemmel ve güzel yaratan ve bütün varlıklarda ilim, irade, kudret, rahmet gibi sıfatlarının ve varlık ve birliğinin işaretleri açıkça görünen Zâhir; ey bütün varlıkların içyüzlerini ve bilhassa canlıların içlerini mükemmel bir fabrikanın harika makineleri gibi yaratıp işleten ve her şeyin içine esmâsıyla nüfuz eden Bâtın; ey her türlü âcizlik ve zayıflık alâmetlerinden münezzeh olan yegâne kuvvet ve kudret sahibi Kavî; ey kudreti her şeye yeten ve Kendisine hiçbir şey ağır gelmeyen Kàdir; ey herşeyin sahibi ve dostluğu pek güzel olan Mevlâ, ey her türlü kusur ve günâhı affeden Gâfir; ey merhamet edicilerin en merhametlisi olan Erhamü’r-Râhimîn.

Kur’ân’daki İsm-i Âzamın hürmetine ve kitab-ı âlemdeki sırr-ı âzamın olan Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm hürmetine, güzel isimlerinden, bu sayfayı sanki kabrimin tavanı yapıp, bu esmâyı da ruhuma şems-i hakikatten şualar saçan pencere haline getirecek şekilde, kalbime ve kalıbıma ve kabrimde ruhuma İsm-i Âzamın nurlarını saçan pencere yapmanı istiyorum.

İlâhî, dilerim ki, ebedî bir lisanım olsun da, kıyamete kadar bu isimlerle nidâ etsin. İşte, ardımda bâki kalan bu nakışları, benim fâni ve zâil lisanımın yerine bir nâip olarak kabul eyle.

Allahım, Efendimiz Muhammed’e öyle bir salât ve selâm et ki, o salât ile bizi bütün korku ve âfetlerden kurtar, bütün hâcetlerimizi gider, bizi bütün günahlardan temizle, bütün günah ve hatâlarımızı bağışla.

Ey bütün kemal sıfatların sahibi ve bütün noksan sıfatlardan münezzeh olan Allah; ey duâ ve ihtiyaçlara cevap veren Mücîbe’d-Daavât! Hayatım boyunca ve öldükten sonra, her an bu dileklerimi kat kat fazlasıyla ver!

Bir milyon salât ve selâm, bir o kadarla çarpımından çıkan netice ve bunun da kat katı, Efendimiz Muhammed’e, Onun Âl, Ashab, Ensar ve tabîlerine olsun! Bu salâvatların her birini, benim ömür günlerimdeki günahkâr nefeslerim sayısınca çoğalt! Bu salâvatların her birisi hürmetine beni affeyle, bana merhamet et. Bunu rahmetinle ihsan eyle; ey merhamet edicilerin en merhametlisi olan Erhamü’r-râhimîn! Âmin!

Mesnevi-i Nuriye / Habbe / Tazarru ve Niyaz Meali