“ Bismillâhirrahmânirrahim..”
111 - *FURKAN-I A'ZAM'IN İSM-İ
A'ZAMI* *(A.S.M)*
Anlamı: Kâinat denilen Kur’ân-ı
kebîrin âyet-i kübrâsı olan..Hakkı batıldan İyi ile kötüyü, doğru ile yanlışı fark edip ayıran en büyük ve muazzam
kitabın mahiyeti, şahsiyet-i mâneviyesinde toplan Hz. Muhammed Aleyhissalâtü
Vesselâm.
… küllî hakikat-ı Muhammediye
(a.s.m.) hem hayatın hayatı, hem kâinatın hayatı, hem İsm-i Âzamın tecellî-i
âzamının mazharı ve bütün zîruhların nuru ve kâinatın çekirdek-i aslîsi ve
gaye-i hilkati ve meyve-i ekmeli……. Emirdağ L.
… kitab-ı kebirin âyet-i kübrâsı ve
o Kur’ân-ı Kebirdeki ism-i âzamı ve o şecere-i kâinatın çekirdeği ve en
münevver meyvesi ve o saray-ı âlemin güneşi ve âlem-i İslâmiyetin bedr-i
münevveri ve rububiyet-i İlâhiyenin dellâl-ı saltanatı ve tılsım-ı kâinatın
keşşâf-ı zîhikmeti olan Seyyidimiz Muhammedü’l-Emin Aleyhissalâtü Vesselâm…. Sözler
*BU İSMİN/SIFATIN HAKİKATİNE DAİR;*
… tevhid-i hakikîyi bütün
meratibiyle en mükemmel bir surette ders veren, ispat eden, ilân eden Muhammed
Aleyhissalâtü Vesselâmın risaleti, elbette o tevhidin kat’iyeti derecesinde
sabit olmak lâzım gelir.
Çünkü, madem daire-i vücudun en
büyük hakikati olan tevhidi bütün hakaikiyle o zât ders veriyor; elbette
tevhidi ispat eden bütün burhanlar, dolayısıyla, onun risaletini ve vazifesinin
hakkaniyetini ve dâvâsının doğruluğunu dahi kat’î ispat eder denilebilir.
Evet, böyle binler hakaik-i âliyeyi
cem eden ferdiyet ve vahdâniyeti hakkıyla keşfedip ders veren bir risalet,
gayet kat’î bir surette o tevhid, o ferdiyetin muktezasıdır ve lâzımıdır.
Onlar, onu herhalde isterler.
İşte o vazifeyi tam tamına yerine
getiren zât-ı Ahmediye Aleyhissalâtü Vesselâmın şahsiyet-i mâneviyesinin
derece-i ehemmiyetine ve ulviyetine ve bu kâinatın bir güneşi olduğuna şehadet
eden pek çok delillerden, sebeplerden üç tanesini nümune olarak beyan ediyoruz.
BİRİNCİSİ: Umum ümmet, umum
asırlarda işledikleri umum hasenâtın bir misli, es-sebebü ke’l-fâil sırrınca,
zât-ı Ahmediye Aleyhissalâtü Vesselâmın sahife-i hasenâtına geçtiği gibi; umum
ümmet, her günde ettikleri salâvat duasının kat’î makbuliyeti cihetiyle, o
hadsiz duaların iktiza ettikleri makam ve mertebeyi düşünmekle, şahsiyet-i
mâneviye-i Muhammediye Aleyhissalâtü Vesselâmın bu kâinat içinde nasıl bir
güneş olduğu anlaşılır.
İKİNCİSİ: Âlem-i İslâmın şecere-i
kübrâsının menşei, çekirdeği, hayatı, medarı olan mahiyet-i Muhammediye
Aleyhissalâtü Vesselâmın, fevkalâde istidat ve cihazatıyla, âlem-i İslâmiyetin
mâneviyâtını teşkil eden kudsî kelimâtı, tesbihâtı, ibâdâtı, en evvel, bütün
mânâlarıyla hissedip yapmaktan gelen terakkiyât-ı ruhiyesini düşün, Habîbiyet
derecesine çıkan ubudiyet-i Muhammediyenin (a.s.m.) velâyeti sair velâyetlerden
ne kadar yüksek olduğunu anla.
Bir zaman, birtek tesbihin, birtek
namazda, Sahabelerin tarz-ı telâkkisine yakın bir surette bana inkişafı, bir ay
kadar ibadet derecesinde ehemmiyetli göründü; Sahabelerin yüksek kıymetini
onunla anladım.
Demek, bidâyet-i İslâmiyede
kelimât-ı kudsiyenin verdiği feyiz ve nurun başka bir meziyeti var. Tazeliği
haysiyetiyle başka bir letâfeti, bir tarâveti, bir lezzeti var ki, gaflet
perdesi altında mürur-u zamanla gizlenir, azalır, perdelenir.
Zât-ı Muhammediye (a.s.m.) ise,
onları menba-ı hakikîsinden (Zât-ı Akdesten) turfanda, taze olarak, fevkalâde
istidadıyla almış, emmiş, massetmiş. Bu sırra binaen, o zât, birtek tesbihten,
başkasının bir sene ibadeti kadar feyiz alabilir.
İşte bu nokta-i nazardan, zât-ı
Muhammediye Aleyhissalâtü Vesselâmın, haddi ve nihayeti olmayan merâtib-i
kemâlâtta ne derece terakki ettiğini kıyas et.
ÜÇÜNCÜSÜ: Bu kâinatın Hâlıkı, bu
kâinattaki bütün makasıdının en ehemmiyetli medarı nev-i insan olduğundan ve bütün
hitâbât-ı Sübhâniyenin en anlayışlı bir muhatabı nev-i beşer olduğundan; o
nev-i beşer içinde en meşhur, en namdar ve âsârıyla ve icraatıyla en mükemmel,
en muhteşem fert olan zât-ı Muhammediyeyi (a.s.m.) o nevi namına, belki umum
kâinat hesabına kendine muhatap ittihaz eden Zât-ı Ferd-i Zülcelâl, elbette onu
hadsiz kemâlâtta hadsiz feyzine mazhar etmiştir.
İşte, bu üç nokta gibi çok noktalar
var, kat’î bir surette ispat ederler ki, şahsiyet-i mâneviye-i Muhammediye
(a.s.m.), kâinatın mânevî bir güneşi olduğu gibi; bu kâinat denilen Kur’ân-ı
kebîrin âyet-i kübrâsı ve o furkan-ı âzamın ism-i âzamı ve ism-i Ferdin cilve-i
âzamının bir âyinesidir.
Kâinatın umum zerrâtının, umum
zamanlarındaki umum dakikalarının bütün âşirelerine darb edilip, hâsıl-ı darb
adedince o zât-ı Ahmediyeye salât-ü selâm, nihayetsiz hazine-i rahmetinden
inmesini, Zât-ı Ferd-i Ehad-i Samedden niyaz ediyoruz….Lem’alar
*SÜNNET-İ SENİYE NOKTASINDA BU
İSİMDEN/SIFATTAN HİSSEMİZ;*
İlâhî! İki dünyanın hayatı elimden
kaçsa ve bütün kâinat düşman kesilip beni terk etse, benim yine gam çekmemem
gerekir; çünkü Sen benim Rabbim ve Hâlıkım (Yaratıcım) ve İlâhımsın. Ve benim,
nihayetsiz isyanımla ve sair şeref vesilelerine gayet derecede uzaklığımla
beraber, Senin mahlûkun ve masnuun (san’at eserin) olmam sebebiyle, bir taallûk
(ilgi) ve intisap (bağ) cihetim var. İşte, ben de, Senin mahlûkunun lisanıyla
Sana tazarru ve niyazda bulunuyorum; ey Hâlıkım; ey Rabbim; ey Râzıkım (Rızık
Vericim) ve ey Musavvirim!
Ey İlâhım, Esmâ-i Hüsnân hürmetine,
İsm-i Âzamın hürmetine, Furkan-ı Hakîmin hürmetine, Habib-i Ekremin hürmetine,
Kelâm-ı Kadîmin hürmetine, Arş-ı Âzamın hürmetine, milyonlar “Kul hüvallahü
ehad” ile, bana merhamet etmeni istiyorum; ey bütün kemal sıfatların sahibi ve
bütün noksan sıfatlardan münezzeh olan Allah; ey iyi kötü, dost düşman ayırt
etmeden yarattığı bütün varlıklara rızıklarını yetiştiren Rahmân; ey
eserlerinde sonsuz rahmetin en lâtif cilvelerini gösteren sınırsız şefkat
sahibi Hannân; ey bitmez tükenmez ikramlarıyla ve nimetleriyle, varlıkları
terbiye edip besleyen Mennân; ey kullarının küçük büyük her türlü amellerinin
karşılığını hiç zayi etmeden hakkıyla veren Deyyân.
Beni bağışla; ey fazl ve ihsânıyla,
her türlü günahları çok çok bağışlayan Gaffâr; ey ayıp ve kusurları örten ve
çirkinlikleri perdeler altında saklayan Settâr; ey işlediği günahlardan pişman
olanların tevbelerini daima kabul eden Tevvâb; ey her varlığa tükenmez rahmet
hediyelerinden lâyık olduğu ihsanı veren Vehhâb.
Beni affet ey yarattığı varlıkları
çok seven ve onlara da Kendisini her vesileyle sevdiren Vedûd; ey her bir
canlıya hususî şefkat ve ihsanı olan ve onlar üzerinde iltifatının incelikleri
görünen Raûf; ey her türlü kusur ve günahları bolca affeden Afüvv; ey bütün
günahları bağışlayan Gafûr.
Bana lütufta bulun; ey varlıkları
nazik ve lâtif güzelliklerle yaratıp onlara lütufta bulunan ve ilmi her şeyin
bütün inceliklerine nüfuz eden Lâtif; ey bütün varlıkların küçük büyük, gizli
açık her hâlinden her an haberdâr olan Habîr; ey her şeyi, gizli açık bütün
sesleri ve yapılan bütün duaları işiten ve varlıklara işitme kàbiliyeti veren
Semî’, gizli ve açık her şeyi bütün incelikleriyle gören ve varlıklara da görme
kàbiliyeti ve basîreti ihsan eden Basîr.
Günahlarımı sil; ey zâlim ve
isyancıları hemen cezalandırmayıp yumuşaklıkla muâmele eden, tevbe etmeleri
için onlara fırsat tanıyan Halîm; ey gizli açık, küçük büyük her şeyi hakkıyla
bilen ve ilmi, ezelden ebede her şeyi kuşatan Alîm; ey bütün canlıları çeşitli
duygularla donatıp sayısız rahmet meyvelerini ve nimetlerini önlerine seren ve
iyiliği bol olan Kerîm; ey rahmeti her şeyi kuşatmakla birlikte imanlı
kullarına hususî ihsan ve şefkatte bulunan Rahîm.
Bizi yolun doğrusuna ilet; ey
kâinattaki her bir varlığın bütün ihtiyaçlarını giderip onları bizzat terbiye
eden ve hiçbir vezir ve yardımcısı olmayan ve asla öyle bir şeye ihtiyacı da
bulunmayan Rab; ey kâinattaki her şey Kendisine muhtaç olduğu halde, Kendisi
hiçbir şeye asla muhtaç olmayan Samed; ey varlıkları yaratılış gayelerine sevk
eden ve dilediğine doğru yolu gösteren Hâdî.
Fazlınla bana cevâdâne (cömertçe)
ihsanlarda bulun; ey kâinatı hiçten ve benzersiz bir şekilde yaratıp bin bir
isminin tecellileriyle süsleyen Bedî'; ey bütün isimleri, sıfatları ve zâtı ile
ebediyen var olan ve yok olması asla mümkün olmayan Bâkî; ey kâinatı ince
hesaplarla yaratan, her varlığın bütün ihtiyaçlarını adaletle veren ve
haksızları cezalandırıp iyileri de mükâfatlandıran Adl; ey Hû.
Kalbimi ve kabrimi iman ve Kur’ân
nuruyla nurlandır; ey sonsuz nuruyla bütün kâinatı nurlandıran ve isimlerinin
tecellisiyle her şeyi aydınlatan Nûr; ey varlığında hiçbir şüphe bulunmayan ve
varlıkların dayandıkları hakikat, Zâtının sıfât, isim ve fiillerinin tecellisi
olan Hak; ey varlıklara hayat verip canlandıran, Kendi hayatı ise zâtî, ezelî
ve ebedî olan Hayy; ey bütün varlıkları düzenli ve daimî bir şekilde ayakta
tutan; fakat Kendi varlığı hiçbir varlığa bağlı olmayan Kayyûm; ey ezelden
ebede kadar kâinattaki her şeyin yegâne sahibi ve mâliki olan Mâlike’l-Mülk; ey
celâl ve ikram sahibi; ey her şeyin aslını ve başlangıcını ezelî ilmiyle tespit
eden ve Kendisinden önce hiçbir şey var olmayan Evvel; ey her şeyin sonunu
ezelî ilmiyle belirleyen ve sonu gelen varlıkların neslini tohum ve çekirdek
gibi hülâsalarla tanzim eden ve her şeyden sonra yalnız Kendisi bâkî kalan
Âhir; ey her şeyin dış yüzlerini çeşitli cihazlarla ve ince nakışlarla
süsleyerek fevkalâde mükemmel ve güzel yaratan ve bütün varlıklarda ilim,
irade, kudret, rahmet gibi sıfatlarının ve varlık ve birliğinin işaretleri
açıkça görünen Zâhir; ey bütün varlıkların içyüzlerini ve bilhassa canlıların
içlerini mükemmel bir fabrikanın harika makineleri gibi yaratıp işleten ve her
şeyin içine esmâsıyla nüfuz eden Bâtın; ey her türlü âcizlik ve zayıflık
alâmetlerinden münezzeh olan yegâne kuvvet ve kudret sahibi Kavî; ey kudreti
her şeye yeten ve Kendisine hiçbir şey ağır gelmeyen Kàdir; ey herşeyin sahibi
ve dostluğu pek güzel olan Mevlâ, ey her türlü kusur ve günâhı affeden Gâfir;
ey merhamet edicilerin en merhametlisi olan Erhamü’r-Râhimîn.
Kur’ân’daki İsm-i Âzamın hürmetine
ve kitab-ı âlemdeki sırr-ı âzamın olan Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm
hürmetine, güzel isimlerinden, bu sayfayı sanki kabrimin tavanı yapıp, bu
esmâyı da ruhuma şems-i hakikatten şualar saçan pencere haline getirecek
şekilde, kalbime ve kalıbıma ve kabrimde ruhuma İsm-i Âzamın nurlarını saçan
pencere yapmanı istiyorum.
İlâhî, dilerim ki, ebedî bir lisanım
olsun da, kıyamete kadar bu isimlerle nidâ etsin. İşte, ardımda bâki kalan bu
nakışları, benim fâni ve zâil lisanımın yerine bir nâip olarak kabul eyle.
Allahım, Efendimiz Muhammed’e öyle
bir salât ve selâm et ki, o salât ile bizi bütün korku ve âfetlerden kurtar,
bütün hâcetlerimizi gider, bizi bütün günahlardan temizle, bütün günah ve
hatâlarımızı bağışla.
Ey bütün kemal sıfatların sahibi ve
bütün noksan sıfatlardan münezzeh olan Allah; ey duâ ve ihtiyaçlara cevap veren
Mücîbe’d-Daavât! Hayatım boyunca ve öldükten sonra, her an bu dileklerimi kat
kat fazlasıyla ver!
Bir milyon salât ve selâm, bir o
kadarla çarpımından çıkan netice ve bunun da kat katı, Efendimiz Muhammed’e,
Onun Âl, Ashab, Ensar ve tabîlerine olsun! Bu salâvatların her birini, benim ömür
günlerimdeki günahkâr nefeslerim sayısınca çoğalt! Bu salâvatların her birisi
hürmetine beni affeyle, bana merhamet et. Bunu rahmetinle ihsan eyle; ey
merhamet edicilerin en merhametlisi olan Erhamü’r-râhimîn! Âmin!
Mesnevi-i Nuriye / Habbe / Tazarru
ve Niyaz Meali