12.4.18

ESMA VE SIFAT-I NEBİ NOTLARI - ( FAHR-İ KÂİNAT A.S.M )

 “ Bismillâhirrahmânirrahim..”

63 -*FAHR-İ KÂİNAT* *(A.S.M)*

Anlamı: Bütün âlemin kendisi ile şeref bulduğu, iftihar ettiği Hz. Muhammed (A.S.M.)

…Elbette bu âdem, benî Âdemin medar-ı şerefi ve bu âlemin medar-ı iftiharıdır. Ve ona “Fahr-i Âlem” ve “Şeref-i Benî Âdem” denilmesi pek lâyıktır…Şualar

Allahım, her iki dünyanın efendisi, iki âlemin medar-ı fahri, dünya ve âhiretin hayatı, iki cihan saadetinin vesilesi, zülcenâheyn ve cin ve insin resulü olan şu Habîbine, onun bütün âl ve ashabına ve onun enbiyâ ve mürselîn kardeşlerine salât ve selâm et. Âmin….Bediüzzaman Said Nursî R.A

*BU İSMİN/SIFATIN HAKİKATİNE DAİR;*

Bu Kâinat Sahibinin tezahür-ü rububiyetine ve sermedî ulûhiyetine ve nihayetsiz ihsanatına küllî bir ubûdiyet ve tanıttırmakla mukabele eden Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm, bu Kâinatta güneşin lüzumu gibi elzemdir ki, nev-i beşerin üstad-ı ekberi ve büyük peygamberi (a.s.m.) ve Fahr-i Âlem ve “Eğer sen olmasaydın kâinatı yaratmazdım.” hitabına mazhar ve hakikat-i Muhammediyesi hem sebeb-i hilkat-i âlem, hem neticesi ve en mükemmel meyvesi olduğu gibi, bu Kâinatın hakikî kemâlâtı ve sermedî bir Cemîl-i Zülcelâlin bâki âyineleri ve sıfatlarının cilveleri ve hikmetli ef’âlinin vazifedar eserleri ve çok mânidar mektupları olması ve bâki bir âlemi taşıması ve bütün zîşuurların müştak oldukları bir dâr-ı saadet ve âhireti netice vermesi gibi hakikatleri, hakikat-ı Muhammediye (a.s.m.) ve risalet-i Ahmediye ile tahakkuk ettiğinden, nasıl bu Kâinat onun risaletine gayet kuvvetli ve kat’î şehadet eder; öyle de, başta âlem-i İslâm, bütün beşer ve bütün zîşuur, Cehennemden acı ve korkunç olan ademden, hiçlikten, idam-ı ebedîden, fena-yı mutlaktan kurtulmak için, daimî aşk ve şevkle her zamanda ve câmi’ mâhiyetinin bütün kuvvetleriyle, bütün istidadat lisanlarıyla bütün dualar ve ibadetler ve ricalarının dilleriyle istedikleri hayat-ı bâkiyeyi kuvvetli, kat’î beşaret veren risalet-i Ahmediye (a.s.m.) ve hakikat-i Muhammediyeye (a.s.m.) şehadet edip nev-i beşerin medâr-ı iftiharı, eşref-i mahlûkat olduğuna imza bastığı gibi, her zamanda üç yüz elli milyon ehl-i imanın “Bir şeye sebep olan onu yapan gibidir”. sırrınca, hergün işledikleri bütün hasenatlar ve hayırların bir misli Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâmın defter-i hasenatına girmesi ve o tek şahsiyet-i Muhammediye (a.s.m.), yüzer milyon, belki milyar âbid-i muhsin kadar küllî bir ubudiyete ve füyuzâtına mazhar bir makam kazanması, o zâtın risaletine pek kuvvetli şehadet edip imza basar…………….Şualar

Salavat-ı bînihaye, ol Server-i Kâinat ve Fahr-i Âleme hediye olsun ki, âlem, envâ ve ecnâsıyla onun risaletine şehadet ve mu’cizelerine delâlet ve hazine-i gaybdan getirdiği metâ-ı âlîye dellâllık ediyor.

Güya âleme teşrif ettiğinden, herbir nevi, kendi lisan-ı mahsusuyla alkışladığı gibi, Sultan-ı Ezel, zemin ve âsumanın evtârını intak edip herbir tel başka lisanla mu’cizatının nağamatını inşad etmekle, o sadâ-yı şirin bu kubbe-i minâda ilelebed tanîn-endaz etmiştir.

Güya âsuman, kendi mirac ve melek ve kamerin elsine-i semaviyesiyle risaletini tebrik; ve zemin, kendi hacer ve şecer ve hayvanın dilleriyle mu’cizelerine senâhân; ve cevv-i feza, kendi cin ve bulutların işârâtıyla nübüvvetine beşaret ve sâyebân; ve zaman-ı mazi, enbiya ve kütüp ve kâhinlerin rumuz ve telvihatıyla o şems-i hakikatin fecr-i sadıkını göstererek müjdeci; ve zaman-ı hal, yani asr-ı saâdet, lisan-ı haliyle tabiat-ı Araptaki inkılâb-ı azîmin ve bedeviyet-i sırftan medeniyet-i mahzânın def’aten tevellüdünü şahit göstererek nübüvvetini ispat; ve zaman-ı müstakbel, kendi vukuat ve fünununun etvar-ı müdakkikanesiyle onun mevkib-i ikbalini istikbal ve lisan-ı hakîmâne ile irşadatına teşekkür; nev-i beşer kendi muhakkikleri ile, bahusus hatîb-i beliği ki, şems gibi kendi kendine burhan olan Muhammed’in (a.s.m.) lisan-ı fasihânesiyle haktan geldiğini ilân; ve Zât-ı Zülcelâl kendi Kur’ân’ının lisan-ı beliğanesiyle ol Nebiyy-i Ümmînin ferman-ı risaletini kıraat ediyorlar ve okuyorlar…..Muhakemat

*SÜNNET-İ SENİYE NOKTASINDA BU İSİMDEN/SIFATTAN HİSSEMİZ;*

Bir saati bir sene ibadet hükmüne geçecek tefekkür:

Evet, Nurlarla istifade, böyle saatler, zannederim, hepimizin meşhudu olmuştur. Sözler’deki hakaiki tefekkür, aynen Kur’ân’ın künûzunu mânen taharrîdir ki, Fettâh ismi imdada yetişerek, öyle muhayyirü’l-ukul kapılar açıyor ki, zevkine nihayet bulunmuyor. Perdesiz, vasıtasız Kur’ân’a bakınca, zülâl gibi hakaikin tecellî ettiği, bulutsuz havada güneş ve böyle bir havada yıldızlarla süslenmiş semâda bedirlenmiş kamer gibi müşahede olunuyor.

Benim gibi bir isyankârın vaziyeti, hali, kabiliyeti, istidadı asla müstaid değilken, Allahü Zülcelâlin nihayetsiz kerem ve rahmeti, fazl ve inayetiyle, iki kere iki dört kat’iyetinde kat’î kanaatim gelmiştir ki, Hazret-i Gavs’ın ve onun Üstadı, iki cihan fahri Nebiyy-i Efhamımız (a.s.m.) Efendimiz Hazretlerinin dua ve himmetleri, Hazret-i Kur’ân’ın şakirtleri üzerindedir.

Sû-i ihtiyarımızla bozmazsak, bu himayet ve sahâbet elbette devam edecektir, kat’î kanaat ve imanındayım. Şu satırları bana yazdırtan âsâr-ı Nurun şeref-i vürudları ve feyizleri, inşaallah içinde gizlenmiş olan aşr-i âhir-i Ramazan’daki leyle-i kadrin ihya edilmiş sevabını verir ve rızâ-yı Samedanîye mazhariyetle, saâdet-i ebediyeyi kazanmaya bir vesile olur…………..Barla Lâhikası

Hulûsi R.H