“ Bismillâhirrahmânirrahim..”
54 -*EN NURANÎ BİR SEMERE-İ ŞECERE-İ HİLKAT* *(A.S.M)*
54 -*EN NURANÎ BİR SEMERE-İ ŞECERE-İ HİLKAT* *(A.S.M)*
Anlamı: Yaratılış ağacının en nurlu,
ışıklı, nura yakışır, parlak, münevver meyvesi olan Hz. Muhammed A.S.M
“*Bu âlemin hem çekirdeği hem meyvesi O’dur*”… Mektubat
……..”Nasıl ki nur-u Muhammedî ve hakikat-i Ahmediye Aleyhissalâtü
Vesselâm, divan-ı Nübüvvetin hem fatihası, hem hâtimesidir. Bütün enbiya onun
asl-ı nurundan istifaza ve hakikat-i dininin neşrinde onun muînleri ve
vekilleri hükmünde oldukları ve nur-u Ahmedî (a.s.m.) cephe-i Âdem’den, tâ
zât-ı mübarekine müteselsilen tezahür edip neşr-i nur ederek, intikal ede ede
tâ zuhur-u etemle kendinde cilveger olmuştur.
Hem mahiyet-i kudsiye-i Ahmediye, Risale-i Mi’rac’da kat’î bir surette
isbat edildiği gibi, şu şecere-i kâinatın hem çekirdek-i aslîsi, hem âhir ve en
mükemmel meyvesi olmuş.” Barla Lahikası
*BU İSMİN/SIFATIN HAKİKATİNE DAİR;*
…şu kâinata nazar-ı hikmetle
bakıldığı vakit, azîm bir şecere manasında görünür. Ve şecerenin nasıl dalları,
yaprakları, çiçekleri, meyveleri vardır. Şu şecere-i hilkatin de bir şıkkı olan
âlem-i süflinin; anasır dalları, nebatat ve eşcar yaprakları, hayvanat
çiçekleri, insan meyveleri hükmünde görünür. Sâni’-i Zülcelal’in ağaçlar
hakkında câri olan bir kanunu, elbette şu şecere-i a’zamda da câri olmak,
mukteza-yı ism-i Hakîm’dir. Öyle ise mukteza-yı hikmet, şu şecere-i hilkatin de
bir çekirdekten yapılmasıdır. Hem öyle bir çekirdek ki; âlem-i cismanîden
başka, sair âlemlerin nümunesini ve esasatını câmi’ olsun. Çünki binler
muhtelif âlemleri tazammun eden kâinatın çekirdek-i aslîsi ve menşei, kuru bir
madde olamaz. Madem şu şecere-i kâinattan daha evvel, o nev’den başka şecere
yok. Öyle ise ona menşe’ ve çekirdek hükmünde olan mana ve nur, elbette yine şecere-i
kâinatta bir meyve libasının giydirilmesi, yine Hakîm isminin muktezasıdır.
Çünki çekirdek daima çıplak olamaz. Madem evvel-i fıtratta meyve libasını
giymemiş. Elbette, âhirde o libası giyecektir. Madem o meyve insandır. Ve madem
insan içinde sâbıkan isbat edildiği üzere, en meşhur meyve ve en muhteşem
semere ve umumun nazar-ı dikkatini celbeden ve arzın nısfını ve beşerin
humsunun nazarını kendine hasreden ve mehasin-i maneviyesi ile âlemi, ya
nazar-ı muhabbet veya hayretle kendine baktıran meyve ise: Zât-ı Muhammediye
Aleyhissalâtü Vesselâm’dır. Elbette kâinatın teşekkülüne çekirdek olan nur,
onun zâtında cismini giyerek en âhir bir meyve suretinde görünecektir.Sözler
….Ve keza, insan, hilkat semeresi
olduğundan anlaşılır ki: İnsanlardan bir çekirdek var ki, Cenâb-ı Hak şecere-i
hilkati o çekirdekten inbat etmiştir. O çekirdek de ancak ve ancak bütün ehl-i
kemâlin ve belki nev-i beşerin nısfının ittifakıyla efdalü’l-halk,
seyyidü’l-enâm Hazret-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâmdır…Mesnevi-i Nuriye
....................
Üçüncü cihet: Bu kadar tekrar ile
kat’î verilecek olan bir şeyin vermesini istemesinin sırr-ı hikmeti şudur:
İstenilen şey, meselâ, Makam-ı
Mahmud, bir uçtur. Pek büyük ve binler Makam-ı Mahmud gibi mühim hakikatleri
ihtiva eden bir hakikat-ı âzamın bir dalıdır. Ve hilkat-i kâinatın en büyük neticesinin
bir meyvesidir. Ve ucu ve dalı ve o meyveyi dua ile istemek ise, dolayısıyla o
hakikat-i umumiye-i uzmânın tahakkukunu ve vücut bulmasını ve o şecere-i
hilkatin en büyük dalı olan âlem-i bâkinin gelmesini ve tahakkukunu ve kâinatın
en büyük neticesi olan haşir ve kıyametin tahakkukunu ve dâr-ı saadetin
açılmasını istemektir.
Ve o istemekle, dâr-ı saadetin ve
Cennetin en mühim bir sebeb-i vücudu olan ubudiyet-i beşeriyeye ve daavât-ı
insaniyeye kendisi dahi iştirak etmektir. Ve bu kadar hadsiz derecede azîm bir
maksat için, bu hadsiz dualar dahi azdır.
Hem Hazret-i Muhammed Aleyhissalâtü
Vesselâma Makam-ı Mahmud verilmesi, umum ümmete şefaat-i kübrasına işarettir.
Hem o, bütün ümmetinin saadetiyle alâkadardır. Onun için hadsiz salâvat ve
rahmet dualarını bütün ümmetten istemesi ayn-ı hikmettir….Şualar
*SÜNNET-İ SENİYE NOKTASINDA BU
İSİMDEN/SIFATTAN HİSSEMİZ;*
….Evet, Kur’ân-ı Hakîm, *nasıl ki
şükrü netice-i hilkat gösteriyor*. Öyle de, Kur’ân-ı kebîr olan şu kâinat dahi
gösteriyor ki, *netice-i hilkat-i âlemin en mühimi şükürdür*. Çünkü, kâinata
dikkat edilse görünüyor ki, kâinatın teşkilâtı şükrü intac edecek bir surette,
herbir şey bir derece şükre bakıyor ve ona müteveccih oluyor. *Güya şu şecere-i
hilkatin en mühim meyvesi şükürdür*. *Ve şu kâinat fabrikasının çıkardığı
mahsulâtın en âlâsı şükürdür.*
Ezcümle: Kâinatta görünen hüsn-ü
san’at dahi risalet-i Ahmediyeye (a.s.m.) delâlet ve şehadet eden kat’î bir
delildir. Zira, şu ziynetli masnuatın cemâli, hüsn-i san’at ve ziyneti izhar
eder. San’at ve suretin güzelliği, Sânide güzelleştirmek ve ziynetlendirmek
isteği mevcut olduğuna delâlet eder. Güzelleştirmek ve zînetlendirmek
sıfatları, Sâniin san’atına olan muhabbetine delâlet eder. Bu muhabbet ise,
masnuatın en ekmeli insan olduğuna delildir. Çünkü o muhabbetin mazhar ve
medarı insandır. İnsan dahi masnuatın en câmi ve en garibi olduğundan, şecere-i
hilkate bir semere-i şuuriyedir. İnsan bir semere gibi olduğu cihetle kâinatın
eczası arasında en câmi ve baîd bir cüzdür. İnsan zîşuur ve câmi olduğu
cihetle, nazarı âmm, şuuru küllî olur. Nazarı âmm olduğundan şecere i hilkati
tamamıyla görür, şuuru da küllî olduğundan, Sâniin makasıdını bilir. Öyleyse,
insan Sâniin muhatab-ı hâssıdır.
Evet, âmm ve şumullü olan nazar ve
şuurunu Sâniin ibadetine ve muhabbetine sarf ve san’atını istihsan, takdir ve
teşhirine tevcih ve nimetlerinin şükrüne istimal eden bir fert, verdiği
nimetlere karşı şükür isteyen ve yarattığı mahlûkatı ibadete, şükre davet eden
Sâniin has muhatap ve habibidir….Mesnevi-i Nuriye
İ’lem eyyühe’l-aziz! Sen şecere-i
hilkatin ya bir semeresi veya bir çekirdeğisin. Cismin itibarıyla küçük, âciz,
zayıf bir cüzsün. Lâkin Sâni-i Hakîm lütfu ile, lâtif san’atı ile seni
cüz’lükten küllîliğe çıkartmıştır. Evet cismine verilen hayat sayesinde, geniş
duyguların ile âlem-i şehadet üzerinde cevelân etmekle filcümle cüz’iyet
kaydından kurtulmuşsun. Ve keza, insaniyet itâsıyla bilkuvve “küll”
hükmündesin. Ve keza, iman ve İslâmiyet ihsanıyla bilkuvve “küllî” olmuşsun. Ve
keza, mârifet ve muhabbetin in’âmıyla muhit bir nur olmuşsun. Binaenaleyh,
dünyaya ve cismanî lezâize meyledersen, âciz, zelil bir “cüz’î” olursun. Eğer
cihazatını insaniyet-i kübrâ denilen İslâmiyet hesabına sarf edersen, bir
“küllî” ve bir “küll” olursun…Mesnevi-i Nuriye