“ Bismillâhirrahmânirrahim..”
126- *EKMELÜ'L-HALK * *(A.S.M)*
Anlamı: Yaratılmışların en mükemmeli olan Hz. Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm.
…
1. Hazret-i muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm, resuldür.
2. ekmelü’r-Rusüldür.
3. Hâtemü’l-Enbiyadır.
4. Risaleti, âmmedir.
5. Şeriati, sâir şeriatlerin mehâsinini cem ile onların nâsihidir…. İşaratü'l-İ'caz
… o,
bütün resullerin seyyididir, bütün enbiyanın imamıdır, bütün asfiyanın
serveridir, bütün mukarrebînin akrebidir, bütün mahlûkatın ekmelidir,
bütün mürşidlerin sultanıdır. Sözler
*BU İSMİN/SIFATIN HAKİKATİNE DAİR;*
BEŞİNCİ MESELE
…
Âlemce malûmdur ki, az bir kavmin âdetlerinden, hakîr, ehemmiyetsiz bir
âdeti kaldırmak veya zelil, miskin bir taifenin cüz’î zayıf huylarını
ref etmek, büyük bir hükümdara, uzun bir zamanda bile çok zahmetlere
bağlıdır. Acaba, hâkim olmamakla beraber, az bir zamanda, nihayet
derecede âdetlerine mutaassıp, inatçı ve kesretli bir kavimde rüsuh ve
kuvvet peyda etmiş olan âdetleri ref ve kalblerde istikrar peyda eden ve
zamanlarca devam ve istimrar eden ahlâklarını terk ettiren, hem
yerlerine gayet yüksek âdetleri, güzel ahlâkları tesis eden bir zât
harikulâde olmaz mı?
…
Acaba, Muhammed-i Arabî Aleyhissalâtü Vesselâmın bütün esasat-ı âliyeyi
hâvi olan ve maddî-mânevî bütün terakkiyat ve medeniyet-i İslâmiyenin
kapısını açan, kısa bir zamanda def’aten teşkil ettiği bir devletle
dünyanın bütün devletlerine galebe edip maddî-mânevî hâkimiyetini
muhafaza ve ibka ettiren, harikulâdeliği değil midir?
…
irşadıyla kalblerin derinliklerine kadar nüfuz etmek, hissiyatın en
incelerini heyecana getirmek, istidatların inkişafına yol açmak, ahlâk-ı
âliyeyi tesis ve alçak huyları imha ve izale etmek, cevher-i
insaniyetten perdeyi kaldırıp hakikati teşhir etmek, hürriyet-i kelâma
serbestî vermek, ancak şua-ı hakikatten muktebes harikulâde bir
mu’cizedir.
Evet,
Asr-ı Saadetten evvelki zamanlarda kalb katılığı ve merhametsizlik öyle
bir hadde baliğ olmuştu ki, kocaya vermekten âr ederek kızlarını diri
diri toprağa gömerlerdi! Asr-ı Saadette İslâmiyetin doğurduğu merhamet,
şefkat, insaniyet sayesinde, evvelce kızlarını gömerlerken müteessir
olmayanlar, İslâmiyet dairesine girdikten sonra karıncaya bile ayak
basmaz oldular. Acaba böyle ruhî, kalbî, vicdanî bir inkılâp hiçbir
kanuna tatbik edilebilir mi?
…
Acaba evvelki zamanların cehalet, şekavet, zulüm zulmetleri altında
gizli kalan binlerce hissiyat-ı âliyeyi, Ceziretü’l-Arab memleketinde,
bedevî ve dağınık bir kavim içinde inkişaf ettirmek hârikulâde değil
midir?
…
Muhammed-i Haşimî Aleyhissalâtü Vesselâma bak. O Zât, ümmîliğiyle
beraber, bir kuvvete mâlik değildi. Ne onun ve ne de ecdadının bir
hâkimiyetleri sebkat etmemişti; bir hâkimiyete, bir saltanata meyilleri
yoktu. Böyle bir vaziyette iken, mühim bir makamda, tehlikeli bir
mevkide, kemal-i vüsuk ve itmi’nan ile büyük bir işe teşebbüs etti,
bütün efkâr-ı âmmeye galebe çaldı, bütün ruhlara kendisini sevdirdi,
bütün tabiatların üstüne çıktı, kalblerden bütün vahşet âdetlerini,
çirkin ahlâkları kaldırarak pek yüksek âdât ve güzel ahlâkı tesis etti,
vahşetin çöllerinde sönmüş olan kalblerdeki kasaveti ince hissiyatla
tebdil ettirdi ve cevher-i insaniyeti izhar etti. Onları, o vahşet
köşelerinden çıkararak, evc-i medeniyete yükseltti ve onları, o zamana, o
âleme muallim yaptı. Ve onlara öyle bir devlet teşkil etti ki,
sâhirlerin sihirlerini yutan asâ-yı Mûsâ gibi, başka zalim devletleri
yuttu ve nev-i beşeri istilâ eden zulüm, fesat, ihtilâl, şekavet
rabıtalarını yaktı, yıktı ve az bir zamanda, devlet-i İslâmiyeyi şarktan
garba kadar tevsi ettirdi. Acaba o zâtın şu macerası, onun mesleği hak
ve hakikat olduğuna delâlet etmez mi? … İşaratü'l-İ'caz
*SÜNNET-İ SENİYE NOKTASINDA BU İSİMDEN/SIFATTAN HİSSEMİZ;*
İ’lem
eyyühe’l-aziz! Hilkat şeceresinin semeresi insandır. Malûmdur ki,
semere bütün eczânın en ekmeli ve kökten en uzağı olduğu için, bütün
eczânın hâsiyetlerini, meziyetlerini hâvidir. Ve keza, hilkat-i âlemin
ille-i gaiye hükmünde olan çekirdeği yine insandır.
Sonra,
o şecerenin semeresi olan insandan bir tanesini şecere-i İslâmiyete
çekirdek ittihaz etmiştir. Demek o çekirdek, âlem-i İslâmiyetin hem
bânisidir, hem esasıdır hem güneşidir. Fakat o çekirdeğin çekirdeği
kalbdir. Kalbin ihtiyacat saikasıyla âlemin envâıyla, eczâsıyla pek çok
alâkaları vardır. Esmâ-i Hüsnânın bütün nurlarına ihtiyaçları vardır.
Dünyayı dolduracak kadar o kalbin hem emelleri, hem de düşmanları
vardır. Ancak, Ganiyy-i Mutlak ve Hâfız-ı Hakikı ile itminan edebilir.
Ve
keza, o kalbin öyle bir kabiliyeti vardır ki, bir harita veya bir
fihriste gibi bütün âlemi temsil eder. Ve Vahid-i Ehadden başka
merkezinde birşeyi kabul etmiyor. Ebedî, sermedî bir bekadan maada
birşeye razı olmuyor.
İnsanın
çekirdeği olan kalb, ubudiyet ve ihlâs altında İslâmiyet ile iska
edilmekle imanla intibaha gelirse, nurânî, misâlî âlem-i emirden gelen
emirle öyle bir şecere-i nurânî olarak yeşillenir ki, onun cismânî
âlemine ruh olur. Eğer o kalb çekirdeği böyle bir terbiye görmezse, kuru
bir çekirdek kalarak nura inkılâp edinceye kadar ateş ile yanması
lâzımdır.
Ve
keza, o habbe-i kalb için, pek çok hizmetçi vardır ki, o hâdimler
kalbin hayatiyle hayat bulup inbisat ederlerse, kocaman kâinat onlara
tenezzüh ve seyrangâh olur. Hattâ kalbin hâdimlerinden bulunan hayal,
meselâ en zayıf, en kıymetsiz iken, hapiste ve zindanda kayıtlı olan
sahibini bütün dünyada gezdirir, ferahlandırır. Ve şarkta namaz kılanın
başını Hacerü’l-Esvedin altına koydurur. Ve şehadetlerini
Hacerü’l-Esvede muhafaza için tevdi ettirir.
Mâdem
benî Âdem kâinatın semeresidir. Nasıl ki, bir harmanda başaklar
döğülür; tasfiye neticesinde semereler istibka ve iddihar edilir.
Binaenaleyh, haşir meydanı da bir harmandır; kâinatın başak ve semeresi
olan benî Âdemi intizar etmektedir. Mesnevi-i Nuriye