“ Bismillâhirrahmânirrahim..”
86 - *DAMEN-İ MUALLÂ* *(A.S.M)*
Anlamı: Yüksek şeref, namus sahibi olan
Hz. Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm.
…Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü
Vesselâm hilkaten en mutedil bir vaziyette ve en mükemmel bir surette halk
edildiğinden, harekât ve sekenâtı itidal ve istikamet üzerine gitmiştir.
Siyer-i Seniyyesi kat'î bir surette gösterir ki, her hareketinde istikamet ve
itidal üzere gitmiş, ifrat ve tefritten içtinap etmiştir.
Evet, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü
Vesselâm "Emrolunduğun gibi dos doğru ol." Hûd Sûresi, 11:112. emrini tamamıyla imtisal ettiği için, bütün
ef'al ve akval ve ahvâlinde istikamet, kat'î bir surette görünüyor. Meselâ
kuvve-i akliyenin fesat ve zulmeti hükmündeki ifrat ve tefriti olan gabâvet ve
cerbezeden müberrâ olarak, hadd-i vasat ve medar-ı istikamet olan hikmet
noktasında kuvve-i akliyesi daima hareket ettiği gibi; kuvve-i gadabiyenin
fesadı ve ifrat ve tefriti olan korkaklık ve tehevvürden münezzeh olarak,
kuvve-i gadabiyenin medar-ı istikameti ve hadd-i vasatı olan şecaat-i kudsiye
ile kuvve-i gadabiyesi hareket etmekle beraber; kuvve-i şeheviyenin fesadı ve
ifrat ve tefriti olan humud ve fücurdan musaffâ olarak, o kuvvenin medar-ı
istikameti olan iffette, kuvve-i şeheviyesi daima iffeti, âzamî mâsumiyet
derecesinde rehber ittihaz etmiştir. Ve hâkezâ, bütün Sünen-i Seniyyesinde,
ahvâl-i fıtriyesinde ve ahkâm-ı şer'iyesinde hadd-i istikameti ihtiyar edip,
zulüm ve zulümat olan ifrat ve tefritten, israf ve tebzirden içtinap etmiştir.
Hattâ tekellümünde ve ekl ve şürbünde iktisadı rehber ve israftan kat'iyen
içtinap etmiştir. Bu hakikatin tafsilâtına dair binler cilt kitap telif
edilmiştir. El-ârifü tekfîhi'l-işâre sırrınca, bu denizden bu katre ile iktifâ
edip, kıssayı kısa keseriz.
Allah'ım! "Şüphesiz sen pek
büyük bir ahlâk üzeresin" sırrına mazhar olarak en üstün meziyetleri
kendisinde toplayan ve "Ümmetimin fesadı zamanında benim sünnetime
yapışana yüz şehid ecri vardır" buyuran zâta salât et…Lem’alar
*BU İSMİN/SIFATIN HAKİKATİNE DAİR;*
...Hem İslâmiyetin kâinata ve beşere
ait hakikatlerinin şehadetiyle mükerrem beşer içinde en eşref ve en âlâsı,
ehl-i hak ve hakikat olan ehl-i İslâmiyet, hem istikrâ-i tâmme ile, tarihlerin
şehadetiyle, en mükerrem beşer içindeki en müşerref olan ehl-i hakkın içinde
dahi bin mu'cizatı ve çok yüksek ahlâkının ve İslâmiyet ve Kur'ân
hakikatlerinin şehadetiyle en efdal, en yüksek olan Muhammed aleyhissalâtü
vesselâmdır..Hutbe-i Şâmiye
…O zâtın (a.s.m.) sıdk-ı nübüvvetini
yazıp tasdik eden birkaç sahife vardır. Şimdi o sahifeleri okuyacağız.
Birinci sahife: O Hazretin zâtıdır.
Fakat bu sahifeyi mütalâadan evvel, dört nükteye dikkat lâzımdır.
Birinci nükte: لَيْسَ الْكُحْلُ كَالتَّكَحُّلِ Yani, fıtrî
karagözlülük, sun'î (yapma) karagözlülük gibi değildir. Yani, yapma ve sun'î
olan birşey ne kadar güzel ve ne kadar kâmil olursa olsun, fıtrî ve tabiî olan
şeylerin mertebesine yetişemez ve onun yerine kaim olamaz. Herhalde sun'îliğin
yanlışlıkları, onun ahvalinden, etvârından belli olacaktır.
İkinci nükte: *Ahlâk-ı âliyeyi ve
yüksek huyları hakikate yapıştıran ve o ahlâkı daima yaşattıran, ciddiyet ile
sıdktır. Eğer sıdk kalkıp araya kizb girerse, rüzgârlara oyuncak olan yapraklar
gibi, o adam da insanlara oyuncak olur*.
Üçüncü nükte: Mütenâsip olan eşya
arasında meyil ve cezbe vardır. Yani, birbirine temayül ederler ve yekdiğerini
celb ederler, aralarında ittihad olur. Fakat birbirine zıt olan eşyanın
aralarında nefret vardır, çekememezlik olur.
Dördüncü nükte: Cemaatte olan kuvvet
fertte yoktur. Meselâ, çok iplerin heyet-i mecmuasının teşkil ettiği urgandaki
kuvvet, ipler birbirinden ayrı olduğu zaman bulunmaz.
Bu nükteler göz önüne getirilmekle o
Hazretin sahifesi okunmalıdır. Evet, o Zâtın bütün âsârı, sîretleri, tarihçe-i
hayatı ve sair ahvâli, onun pek büyük, azîm ve ahlâk sahibi olduğuna şehadet
ediyorlar. Hattâ düşmanları bile onun ahlâkça pek yüksekliğinden dolayı
kendisini "Muhammedü'l-Emîn" ile lâkaplandırmışlardır.
*Malûmdur ki, bir zatta içtima eden
ahlâk-ı âliyenin imtizacından izzet-i nefis, haysiyet, şeref, vakar gibi,
hasis, alçak şeylere tenezzül etmeye müsaade etmeyen yüksek haller husule gelir*.
Evet, melâike, ulüvv-ü şanlarından, şeytanları reddeder, kabul etmezler.
Kezalik, bir zatta içtima eden
ahlâk-ı âliye kizb, hile gibi alçak halleri reddeder. Evet, yalnız şecaatle
iştihar eden bir zât, kolay kolay yalana tenezzül etmez. Bütün ahlâk-ı âliyeyi
cem eden bir zât, nasıl yalana ve hileye tenezzül eder; imkânı var mıdır?
Hülâsa: Hazret-i Muhammed
aleyhissalâtü vesselâm kendi kendine güneş gibi bir burhandır.
Ve keza, o Zâtın (a.s.m.) dört
yaşından kırk yaşına kadar geçirmiş olduğu gençlik devresinde bir hilesi, bir
hıyaneti görülmemiş ve bir yalanı işitilmemiştir. Eğer o Zâtın yaratılışında,
tabiatında bir fenalık, bir kötülük hissi ve meyli olmuş olsaydı, behemehal
gençlik saikasıyla dışarıya verecekti. Halbuki bütün yaşını, ömrünü kemal-i
istikametle, metanetle, iffetle, bir ıttırad ve intizam üzerine geçirmiş,
düşmanları bile hileye işaret eden bir halini görmemişlerdir.
Ve keza, yaş kırka baliğ olduğunda,
iyi olsun, kötü olsun ve nasıl bir ahlâk olursa olsun, rüsuh peyda eder, meleke
haline gelir, daha terki mümkün olmaz. Bu Zâtın tam kırk yaşının başında iken
yaptığı o inkılâb-ı azîmi âleme kabul ve tasdik ettiren ve âlemi celp ve cezb
ettiren, o Zâtın (a.s.m.) evvel ve âhir herkesçe malûm olan sıdk ve emaneti
idi. Demek o Zâtın (a.s.m.) sıdk ve emaneti, dâvâ-yı nübüvvetine en büyük bir
burhan olmuştur….İşârat’ül İ’caz
…Evet, nasıl ki hayat bu kâinattan
süzülmüş bir hülâsadır. Ve şuur ve his dahi hayattan süzülmüş, hayatın bir hülâsasıdır. Akıl dahi şuurdan ve histen
süzülmüş, şuurun bir hülâsasıdır. Ve ruh dahi, hayatın hâlis ve sâfi bir
cevheri ve sabit ve müstakil zâtıdır. Öyle de, maddî ve mânevî hayat-ı
Muhammediye (a.s.m.) dahi, hayat ve ruh-u kâinattan süzülmüş
hülâsatü'l-hülâsadır ve risalet-i Muhammediye dahi (a.s.m.) , kâinatın his ve
şuur ve aklından süzülmüş en sâfi hülâsasıdır. Belki maddî ve mânevî hayat-ı
Muhammediye (a.s.m.) , âsârının şehadetiyle, hayat-ı kâinatın hayatıdır. Ve
risalet-i Muhammediye (a.s.m.), şuur-u kâinatın şuurudur ve nurudur. Ve vahy-i
Kur'ân dahi, hayattar hakaikinin şehadetiyle, hayat-ı kâinatın ruhudur ve
şuur-u kâinatın aklıdır.
Evet, evet, evet! Eğer kâinattan
risalet-i Muhammediyenin (a.s.m.) nuru çıksa, gitse, kâinat vefat edecek. Eğer
Kur'ân gitse, kâinat divane olacak ve küre-i arz kafasını, aklını kaybedecek,
belki şuursuz kalmış olan başını bir seyyareye çarpacak, bir kıyameti koparacak….Lem’lar
*SÜNNET-İ SENİYE NOKTASINDA BU
İSİMDEN/SIFATTAN HİSSEMİZ;*
…*yüksek hissiyat ile güzel ahlâkın
neşvüneması, ancak mücahede ve içtihadla olur. Evet, sağ el, daima çalıştığı
için, sol elden daha kuvvetlidir*.. İşârat’ül İ’caz