“ Bismillâhirrahmânirrahim..”
46 -*BÜTÜN ENBİYA VE EVLİYADAN
MÜREKKEB BİR HALKA-İ ZİKRİN SERZAKİRİ* *(A.S.M)*
Anlamı: Bütün peygamberler ve Allah’ın
C.C ve Habibinin S.A.V rızasını, muhabbetini ve dostluğunu kazanmış
evliyalardan bir araya gelmiş bir manevi zikir halkasının en başta gelen zakiri
olan Hz. Muhammed A.S.M
Demek, herbir nevi mevcudatın, hattâ yıldızların da bir serzâkiri ve
nurefşan bir bülbülü var. Fakat bütün bülbüllerin en efdali ve en eşrefi ve en
münevveri ve en bâhiri ve en azîmi ve en kerîmi ve sesçe en yüksek ve vasıfça
en parlak ve zikirce en etemm ve şükürce en eamm ve mahiyetçe en ekmel ve
suretçe en ecmel, kâinat bostanında, arz ve semâvâtın bütün mevcudatını lâtif
seceâtıyla, leziz nağamâtıyla, ulvî tesbihatiyle vecde ve cezbeye getiren,
nev-i beşerin andelib-i zîşânı ve benî Âdemin bülbül-ü zü’l-Kur’ân’ı,
Muhammed-i Arabîdir.
*Salâvâtın en üstünü ve selâmetin en güzeli onun, âlinin ve ona
benzeyenlerin üzerine olsun.*….Sözler
*BU İSMİN/SIFATIN HAKİKATİNE DAİR;*
…Sonra o mütefekkir yolcu, marifet-i
İlâhiyenin hadsiz mertebelerinde ve nihayetsiz ezvâkında ve envârında daha
ileri gitmek için, insanlar âlemine ve beşer dünyasına girmek isterken, başta
enbiyalar olarak onu içeriye davet ettiler; o da girdi.
En evvel geçmiş zamanın menziline
baktı, gördü ki: Nev-i beşerin en nuranî ve en mükemmeli olan umum peygamberler
(aleyhimüsselâm) bil’icma’ beraber Lâ ilâhe illâ Hû deyip zikrediyorlar ve
parlak ve musaddak olan hadsiz mu’cizatlarının kuvvetiyle, tevhidi iddia
ediyorlar ve beşeri hayvaniyet mertebesinden melekiyet derecesine çıkarmak
için, onları iman-ı billâha davet ile ders veriyorlar gördü. O da, o nuranî
medresede diz çöküp derse oturdu………
……………Sonra imanın kuvvetinden ulvî
bir zevk-i hakikat alan o seyyah-ı talip, enbiya aleyhimüsselâmın meclisinden
gelirken, ulemanın ilmelyakîn suretinde kat’î ve kuvvetli delillerle,
enbiyaların (aleyhimüsselâm) dâvâlarını ispat eden ve asfiya ve sıddîkîn
denilen mütebahhir, müçtehid muhakkikler, onu dershanelerine çağırdılar. O da
girdi, gördü ki: Binlerle dâhi ve yüz binlerce müdakkik ve yüksek ehl-i tahkik,
kıl kadar bir şüphe bırakmayan tetkikat-ı amîkalarıyla, başta vücub-u vücud ve
vahdet olarak müsbet mesâil-i imaniyeyi ispat ediyorlar………
………….Sonra, imanın daha ziyade
kuvvetlenmesinde ve inkişafında ve ilmelyakîn derecesinden aynelyakîn
mertebesine terakkisindeki envârı ve ezvakı görmeye çok müştak olan o
mütefekkir yolcu, medreseden gelirken, hadsiz küçük tekyelerin ve zaviyelerin
telâhukuyla tevessü eden gayet feyizli ve nurlu ve sahra genişliğinde bir
tekye, bir hangâh, bir zikirhane, bir irşadgâhta ve *cadde-i kübrâ-yı
Muhammedînin (a.s.m.) ve mirac-ı Ahmedînin (a.s.m.) gölgesinde hakikate çalışan
ve hakka erişen ve aynelyakîne yetişen binlerle ve milyonlarla kudsî mürşidler*
onu dergâha çağırdılar. O da girdi, gördü ki:
O ehl-i keşif ve keramet mürşidler;
keşfiyatlarına ve müşahedelerine ve kerametlerine istinaden, bil’icmâ,
müttefikan *Lâ ilâhe illâ Hû* diyerek, vücub-u vücud ve vahdet-i Rabbâniyeyi
kâinata ilân ediyorlar……………….
…………. *Allah’tan başka ilâh yoktur. O Vâcibü’l-Vücud ki,
bütün evliyanın, muhakkak ve musaddak ve zahir keşif ve kerametlerinin icmâı,
Onun vahdet içindeki vücub-u vücuduna delâlet eder*….. Yedinci Şuâ
……….Kur’ân-ı Kerimin, tilmizlerine
verdiği ulviyet ve kıymet bununla anlaşılır ki: Bu küçük insan, küçük bir
mikroba mağlûp ve ednâ bir kerb ile yere düştüğü ve o kadar zayıf olduğu halde;
Kur’ân-ı Kerimin feyiz ve irşadıyla o derece yükseklenir ve o derece letâifi
inbisat eder ki, dünya mevcudatını ve zerrat-ı kâinatı tesbih tanesi edip,
Mâbudunu o adetle zikreder. Hatta bir kısımları bunları da az görüp, Mâbud-u
Zülcelâlin liyakatini göstermek için gayr-ı mütenâhi adetle, gayr-ı mütenâhi
tesbihle Mâbud-u Zülcemâli zikrediyorlar. Dünya zerratının virdlerine kâfi bir
tesbih olmadığını ve nakıs olduğunu gören ve Cenneti zikirlerine gaye tanımayan
ulüvv-ü himmet sahibi o tilmizler, kendi nefislerini en ednâ bir mahlûk-u
İlâhîden efdal görmediklerini gösteren bir hâlle, nihayet derecede tevazu ve
mahviyet gösteriyorlar. O şecere-i tuba-i Kur’âniyenin had ve hesaba gelmez
münevver meyvelerinden Kutb-u Geylânî, Rüfaî, Şâzelî gibi zâkirleri dinle.
Nasıl, tesbih tanelerine bedel zerrat-ı kâinatın silsilelerini ellerinde
tutmuşlar, öylece Mabudun zikrini çekiyorlar! …Nur'un İlk Kapısı
*SÜNNET-İ SENİYE NOKTASINDA BU
İSİMDEN/SIFATTAN HİSSEMİZ;*
Kardeşlerimizden birisinin namaz
tesbihatında tekâsül göstermesine binaen dedim: Namazdan sonraki tesbihatlar
tarikat-ı Muhammediyedir (a.s.m.) ve Velâyet-i Ahmediyenin (a.s.m.) evradıdır.
O noktadan ehemmiyeti büyüktür. Sonra, bu kelimenin hakikati böyle inkişaf
etti:
Nasıl ki, risalete inkılâp eden
velâyet-i Ahmediye (a.s.m.) bütün velâyetlerin fevkindedir. Öyle de, o
velâyetin tarikatı ve o velâyet-i kübranın evrad-ı mahsusası olan namazın
akabindeki tesbihat, o derece sair tarikatların ve evradların fevkindedir. Bu
sır dahi şöyle inkişaf etti ki: Nasıl zikir dairesinde bir mecliste veyahut
hatme-i Nakşiyede bir mescidde birbiriyle alâkadar heyet-i mecmuada nuranî bir
vaziyet hissediliyor.
Kalbi hüşyar bir zât namazdan sonra “
*Sübhanallah*, *Sübhanallah* (Allah bütün kusurlardan, noksan sıfatlardan,
aczden ve şerikten münezzehtir) deyip tesbihi çekerken, o daire-i zikrin reisi
olan zât-ı Ahmediye Aleyhissalâtü Vesselâmın müvacehesinde yüz milyon tesbih
edenler, tesbih elinde tesbih çektiklerini mânen hisseder.
O azamet ve ulviyetle *Sübhanallah*,
*Sübhanallah* der. Sonra o serzâkirin emr-i mânevîsiyle, ona ittibaen *Elhamdulillah*,*Elhamdulillah*
dediği vakit, o halka-i zikrin ve o çok geniş dâiresi bulunan hatme-i
Ahmediyenin (aleyhissalâtü vesselâm) dairesinde yüz milyon müridlerin *Elhamdulillah*,*Elhamdulillah*
’larından tezahür eden azametli bir hamdi düşünüp içinde *Elhamdülillah* ile
iştirak eder, ve hâkezâ *Allahu Ekber* *Allahu Ekber* ve duadan sonra *Lâ ilâhe
illâllâh* * Lâ ilâhe
illâllâh* otuz üç defa o tarikat-ı Ahmediyenin Aleyhissalâtü Vesselâm halka-i
zikrinde ve hatme-i kübrasında o sabık mânâyla o ihvan-ı tarikatı nazara alıp o
halkanın serzâkiri olan zât-ı Ahmediye Aleyhissalâtü Vesselâma müteveccih olup
*Elfü elfi salâtin ve elfü elfi selâmin aleyke yâ Resulallah* (Milyon kere
salât ile milyon kere selâm Senin üzerine olsun ey Allah’ın Resûlü. )..der,
diye anladım ve hissettim ve hayalen gördüm. Demek tesbihat-ı salâtiyenin çok
ehemmiyeti var…. | Kastamonu
Lâhikası