12.4.18

ESMA VE SIFAT-I NEBİ NOTLARI - ( BÜTÜN ENBİYA VE EVLİYADAN MÜREKKEB BİR HALKA-İ ZİKRİN SERZAKİRİ A.S.M )

 “ Bismillâhirrahmânirrahim..”

46 -*BÜTÜN ENBİYA VE EVLİYADAN MÜREKKEB BİR HALKA-İ ZİKRİN SERZAKİRİ* *(A.S.M)*

Anlamı: Bütün peygamberler ve Allah’ın C.C ve Habibinin S.A.V rızasını, muhabbetini ve dostluğunu kazanmış evliyalardan bir araya gelmiş bir manevi zikir halkasının en başta gelen zakiri olan Hz. Muhammed A.S.M

Demek, herbir nevi mevcudatın, hattâ yıldızların da bir serzâkiri ve nurefşan bir bülbülü var. Fakat bütün bülbüllerin en efdali ve en eşrefi ve en münevveri ve en bâhiri ve en azîmi ve en kerîmi ve sesçe en yüksek ve vasıfça en parlak ve zikirce en etemm ve şükürce en eamm ve mahiyetçe en ekmel ve suretçe en ecmel, kâinat bostanında, arz ve semâvâtın bütün mevcudatını lâtif seceâtıyla, leziz nağamâtıyla, ulvî tesbihatiyle vecde ve cezbeye getiren, nev-i beşerin andelib-i zîşânı ve benî Âdemin bülbül-ü zü’l-Kur’ân’ı, Muhammed-i Arabîdir.

*Salâvâtın en üstünü ve selâmetin en güzeli onun, âlinin ve ona benzeyenlerin üzerine olsun.*….Sözler

*BU İSMİN/SIFATIN HAKİKATİNE DAİR;*
  
…Sonra o mütefekkir yolcu, marifet-i İlâhiyenin hadsiz mertebelerinde ve nihayetsiz ezvâkında ve envârında daha ileri gitmek için, insanlar âlemine ve beşer dünyasına girmek isterken, başta enbiyalar olarak onu içeriye davet ettiler; o da girdi.

En evvel geçmiş zamanın menziline baktı, gördü ki: Nev-i beşerin en nuranî ve en mükemmeli olan umum peygamberler (aleyhimüsselâm) bil’icma’ beraber Lâ ilâhe illâ Hû deyip zikrediyorlar ve parlak ve musaddak olan hadsiz mu’cizatlarının kuvvetiyle, tevhidi iddia ediyorlar ve beşeri hayvaniyet mertebesinden melekiyet derecesine çıkarmak için, onları iman-ı billâha davet ile ders veriyorlar gördü. O da, o nuranî medresede diz çöküp derse oturdu………

……………Sonra imanın kuvvetinden ulvî bir zevk-i hakikat alan o seyyah-ı talip, enbiya aleyhimüsselâmın meclisinden gelirken, ulemanın ilmelyakîn suretinde kat’î ve kuvvetli delillerle, enbiyaların (aleyhimüsselâm) dâvâlarını ispat eden ve asfiya ve sıddîkîn denilen mütebahhir, müçtehid muhakkikler, onu dershanelerine çağırdılar. O da girdi, gördü ki: Binlerle dâhi ve yüz binlerce müdakkik ve yüksek ehl-i tahkik, kıl kadar bir şüphe bırakmayan tetkikat-ı amîkalarıyla, başta vücub-u vücud ve vahdet olarak müsbet mesâil-i imaniyeyi ispat ediyorlar………

………….Sonra, imanın daha ziyade kuvvetlenmesinde ve inkişafında ve ilmelyakîn derecesinden aynelyakîn mertebesine terakkisindeki envârı ve ezvakı görmeye çok müştak olan o mütefekkir yolcu, medreseden gelirken, hadsiz küçük tekyelerin ve zaviyelerin telâhukuyla tevessü eden gayet feyizli ve nurlu ve sahra genişliğinde bir tekye, bir hangâh, bir zikirhane, bir irşadgâhta ve *cadde-i kübrâ-yı Muhammedînin (a.s.m.) ve mirac-ı Ahmedînin (a.s.m.) gölgesinde hakikate çalışan ve hakka erişen ve aynelyakîne yetişen binlerle ve milyonlarla kudsî mürşidler* onu dergâha çağırdılar. O da girdi, gördü ki:

O ehl-i keşif ve keramet mürşidler; keşfiyatlarına ve müşahedelerine ve kerametlerine istinaden, bil’icmâ, müttefikan *Lâ ilâhe illâ Hû* diyerek, vücub-u vücud ve vahdet-i Rabbâniyeyi kâinata ilân ediyorlar……………….

…………. *Allah’tan başka ilâh yoktur. O Vâcibü’l-Vücud ki, bütün evliyanın, muhakkak ve musaddak ve zahir keşif ve kerametlerinin icmâı, Onun vahdet içindeki vücub-u vücuduna delâlet eder*….. Yedinci Şuâ

……….Kur’ân-ı Kerimin, tilmizlerine verdiği ulviyet ve kıymet bununla anlaşılır ki: Bu küçük insan, küçük bir mikroba mağlûp ve ednâ bir kerb ile yere düştüğü ve o kadar zayıf olduğu halde; Kur’ân-ı Kerimin feyiz ve irşadıyla o derece yükseklenir ve o derece letâifi inbisat eder ki, dünya mevcudatını ve zerrat-ı kâinatı tesbih tanesi edip, Mâbudunu o adetle zikreder. Hatta bir kısımları bunları da az görüp, Mâbud-u Zülcelâlin liyakatini göstermek için gayr-ı mütenâhi adetle, gayr-ı mütenâhi tesbihle Mâbud-u Zülcemâli zikrediyorlar. Dünya zerratının virdlerine kâfi bir tesbih olmadığını ve nakıs olduğunu gören ve Cenneti zikirlerine gaye tanımayan ulüvv-ü himmet sahibi o tilmizler, kendi nefislerini en ednâ bir mahlûk-u İlâhîden efdal görmediklerini gösteren bir hâlle, nihayet derecede tevazu ve mahviyet gösteriyorlar. O şecere-i tuba-i Kur’âniyenin had ve hesaba gelmez münevver meyvelerinden Kutb-u Geylânî, Rüfaî, Şâzelî gibi zâkirleri dinle. Nasıl, tesbih tanelerine bedel zerrat-ı kâinatın silsilelerini ellerinde tutmuşlar, öylece Mabudun zikrini çekiyorlar! …Nur'un İlk Kapısı

*SÜNNET-İ SENİYE NOKTASINDA BU İSİMDEN/SIFATTAN HİSSEMİZ;*

Kardeşlerimizden birisinin namaz tesbihatında tekâsül göstermesine binaen dedim: Namazdan sonraki tesbihatlar tarikat-ı Muhammediyedir (a.s.m.) ve Velâyet-i Ahmediyenin (a.s.m.) evradıdır. O noktadan ehemmiyeti büyüktür. Sonra, bu kelimenin hakikati böyle inkişaf etti:

Nasıl ki, risalete inkılâp eden velâyet-i Ahmediye (a.s.m.) bütün velâyetlerin fevkindedir. Öyle de, o velâyetin tarikatı ve o velâyet-i kübranın evrad-ı mahsusası olan namazın akabindeki tesbihat, o derece sair tarikatların ve evradların fevkindedir. Bu sır dahi şöyle inkişaf etti ki: Nasıl zikir dairesinde bir mecliste veyahut hatme-i Nakşiyede bir mescidde birbiriyle alâkadar heyet-i mecmuada nuranî bir vaziyet hissediliyor.

Kalbi hüşyar bir zât namazdan sonra “ *Sübhanallah*, *Sübhanallah* (Allah bütün kusurlardan, noksan sıfatlardan, aczden ve şerikten münezzehtir) deyip tesbihi çekerken, o daire-i zikrin reisi olan zât-ı Ahmediye Aleyhissalâtü Vesselâmın müvacehesinde yüz milyon tesbih edenler, tesbih elinde tesbih çektiklerini mânen hisseder.

O azamet ve ulviyetle *Sübhanallah*, *Sübhanallah* der. Sonra o serzâkirin emr-i mânevîsiyle, ona ittibaen *Elhamdulillah*,*Elhamdulillah* dediği vakit, o halka-i zikrin ve o çok geniş dâiresi bulunan hatme-i Ahmediyenin (aleyhissalâtü vesselâm) dairesinde yüz milyon müridlerin *Elhamdulillah*,*Elhamdulillah* ’larından tezahür eden azametli bir hamdi düşünüp içinde *Elhamdülillah* ile iştirak eder, ve hâkezâ *Allahu Ekber* *Allahu Ekber* ve duadan sonra *Lâ ilâhe illâllâh* * Lâ ilâhe illâllâh* otuz üç defa o tarikat-ı Ahmediyenin Aleyhissalâtü Vesselâm halka-i zikrinde ve hatme-i kübrasında o sabık mânâyla o ihvan-ı tarikatı nazara alıp o halkanın serzâkiri olan zât-ı Ahmediye Aleyhissalâtü Vesselâma müteveccih olup *Elfü elfi salâtin ve elfü elfi selâmin aleyke yâ Resulallah* (Milyon kere salât ile milyon kere selâm Senin üzerine olsun ey Allah’ın Resûlü. )..der, diye anladım ve hissettim ve hayalen gördüm. Demek tesbihat-ı salâtiyenin çok ehemmiyeti var…. | Kastamonu Lâhikası