“ Bismillâhirrahmânirrahim..”
108 - *BÜTÜN MAKSADLARIN MEDAR-I
ZUHURU* *(A.S.M)*
Anlamı: Tüm var edilmekle kasd
edilen gayelerin ortaya çıkmasına sebep olan Hz. Muhammed Aleyhissalâtü
Vesselâm.
…Ey müstemi! Şu acip kâinat-ı azîme
bir insanın cüz’î mahiyetinden halk olunmasını istib’âd etme. Bir nevi âlem
gibi olan muazzam çam ağacını, buğday tanesi kadar bir çekirdekten halk eden
Kadîr-i Zülcelâl, şu kâinatı nur-u Muhammedîden (Aleyhissalâtü Vesselâm) nasıl
halk etmesin veya edemesin? İşte, şecere-i kâinat, şecere-i tûbâ gibi, gövdesi
ve kökü yukarıda, dalları aşağıda olduğu için, aşağıdaki meyve makamından, tâ
çekirdek-i aslî makamına kadar nuranî bir hayt-ı münasebet var.
İşte, Mirac, o hayt-ı münasebetin
gılâfı ve suretidir ki, zât-ı Ahmediye Aleyhissalâtü Vesselâm o yolu açmış,
velâyetiyle gitmiş, risaletiyle dönmüş ve kapıyı da açık bırakmış. Arkasındaki
evliya-yı ümmeti, ruh ve kalble, o cadde-i nuranîde, Mirac-ı Nebevînin
gölgesinde seyr ü sülûk edip istidatlarına göre makamat-ı âliyeye çıkıyorlar.
Hem sabıkan ispat edildiği üzere, şu
kâinatın Sânii, birinci işkâlin cevabında gösterilen makàsıd için, şu kâinatı
bir saray suretinde yapmış ve tezyin etmiştir. O makàsıdın medarı zât-ı
Ahmediye (a.s.m.) olduğu için, kâinattan evvel Sâni-i Kâinatın nazar-ı
inâyetinde olması ve en evvel tecellîsine mazhar olmak lâzım geliyor.
Çünkü birşeyin neticesi, semeresi
evvel düşünülür. Demek, vücuden en âhir, mânen de en evveldir. Halbuki, zât-ı
Ahmediye (a.s.m.) hem en mükemmel meyve, hem bütün meyvelerin medar-ı kıymeti
ve bütün maksatların medar-ı zuhuru olduğundan, en evvel tecellî-i icada
mazhar, onun nuru olmak lâzım gelir… Sözler
*BU İSMİN/SIFATIN HAKİKATİNE DAİR;*
…Sebeb-i hilkat-i âlemin birisi de
duadır. Yani, kâinatın hilkatinden sonra, başta nev-i beşer ve onun başında
âlem-i İslâm ve onun başında Muhammed-i Arabî Aleyhissalâtü Vesselâmın muazzam
olan duası, bir sebeb-i hilkat-i âlemdir. Yani, Hâlık-ı Âlem, istikbalde o
zâtı, nev-i beşer namına, belki mevcudat hesabına bir saadet-i ebediye, bir
mazhariyet-i esmâ-i İlâhiye isteyecek bilmiş, o gelecek duayı kabul etmiş,
kâinatı halk etmiş… Mektubat
…Hem o melek, cin ve beşerin seyyidi
olan zât, şu kâinat ağacının en münevver ve mükemmel meyvesi ve rahmet-i
İlâhiyenin timsali ve muhabbet-i Rabbâniyenin misali ve Hakkın en münevver
burhanı ve hakikatin en parlak sirâcı ve tılsım-ı kâinatın miftahı ve muammâ-yı
hilkatin keşşafı ve hikmet-i âlemin şârihi ve saltanat-ı İlâhiyenin dellâlı ve
mehâsin-i san’at-ı Rabbâniyenin vassâfı; ve câmiiyet-i istidat cihetiyle, o zât
mevcudattaki kemâlâtın en mükemmel enmuzecidir. Öyle ise, o zâtın şu evsâfı ve
şahsiyet-i mâneviyesi işaret eder, belki gösterir ki, o zât kâinatın illet-i
gaiyesidir. Yani, “O zâta şu kâinatın Hâlıkı bakmış, kâinatı halk etmiştir.
Eğer onu icad etmeseydi, kâinatı dahi icad etmezdi” denilebilir. Evet, cin ve
inse getirdiği hakaik-i Kur’âniye ve envâr-ı imaniye ve zâtında görünen ahlâk-ı
âliye ve kemâlât-ı sâmiye, şu hakikate şahid-i katı’dır… Mektubat
… Evet, dünyaya mânen reis olacak ve
dünyanın mânevî şeklini değiştirecek ve dünyayı âhirete mezraa yapacak ve
dünyanın mahlûkatının kıymetlerini ilân edecek ve cin ve inse saadet-i
ebediyeye yol gösterecek ve fâni cin ve insi idam-ı ebedîden kurtaracak ve
dünyanın hikmet-i hilkatini ve tılsım-ı muğlâkını ve muammâsını açacak ve
Hâlık-ı Kâinatın makàsıdını bilecek ve bildirecek ve o Hâlıkı tanıyıp umuma
tanıttıracak bir zât… Mektubat
…Hem şu kâinatın Sânii, şu kâinatı
envâ-ı acaip ve ziynetlerle süslendirmek suretinde yapması ve zîşuur
mahlûkatını seyir ve tenezzüh ve ibret ve tefekkür için ona idhal etmesi ve
mukteza-yı hikmet olarak onlara o âsar ve sanayiin mânâlarını, kıymetlerini
ehl-i temâşâ ve tefekküre bildirmek istemesine mukàbil, en âzamî bir surette
cin ve inse, belki ruhanîlere ve melâikelere de Kur’ân-ı Hakîm vasıtasıyla
rehberlik eden, yine bilbedâhe o zâttır… Mektubat
…Şu insanlar içinde, şu kâinat Sâni'inin makasıdını en mükemmel bir surette bildiren ve şu kâinat tılsımını keşfeden ve hilkatin muammasını açan ve rububiyetin mehasin-i saltanatına en mükemmel tarzda dellâllık eden Muhammed aleyhissalâtü vesselâmdır... Sözler
…Şu insanlar içinde, şu kâinat Sâni'inin makasıdını en mükemmel bir surette bildiren ve şu kâinat tılsımını keşfeden ve hilkatin muammasını açan ve rububiyetin mehasin-i saltanatına en mükemmel tarzda dellâllık eden Muhammed aleyhissalâtü vesselâmdır... Sözler
*SÜNNET-İ SENİYE NOKTASINDA BU
İSİMDEN/SIFATTAN HİSSEMİZ;*
Evet, her insan, kendi vücudunun
mahvolmasıyla müteellim olduğu gibi, hanesinin harap olmasıyla da elem çekiyor.
Ve vatanının bozulmasıyla gayet müteessir oluyor. Ahbabının firak ve vefatıyla
derinden derine kalbi acıyor. Dünya kadar büyük, has ve hususî dünyasının zeval
ve firak ve âhirde tamamen mahvolmasını düşünmesi, mânevî bir cehennem gibi
ruhunu ve vicdanını yandırıyor.
İşte, aklı başında herbir adam
ruhsuz, kalbsiz, akılsız olmamak şartıyla bilecek ki, Muhammed-i Arabî
Aleyhissalâtü Vesselâmın Mirac gecesinde gözüyle gördüğü saadet-i ebediyenin
müjdesini ve ehl-i imanın Cennetteki hayat-ı bakiyesinin beşaretini ve insanın
alâkadar olduğu sevdiklerinin mahvolmadıklarını ve onların zevallerinden sonra
yine görüşmelerinin muhakkak olacağının gayet sürurlu, mânevî hediyesine karşı
umum âlem-i İslâm hergün çok defa *Ey Peygamber, Allah’ın selâmı üzerine olsun*
dediği gibi, onun da getirdiği
hediye-i mâneviyesiyle, hem kâinat sahifeleri ve tabakaları mektubat-ı
Samedaniye olmasına, hem mahlûkatın hakikî kıymetleri ve kemalâtları onun
risaletiyle tezahür etmesine mukabil, bütün mahlûkat mânen *Ey Peygamber,
Allah’ın selâmı üzerine olsun*bu mezkûr hakikatin lisanıyla derler.
Ve ümmet mabeyninde şeâir-i
İslâmiyeden olan birbirine *Es-Selâmü aleyküm* demeleri sünnet olması, bu büyük hakikatin şuaı olmasındandır……
Emirdağ Lâhikası / El Baki Hüvel
Baki Said Nursî (RA)