“
Bismillâhirrahmânirrahim..”
6 - ZÂT-I KUDSÎ (A.S.M)
Anlamı: Pak, nezih, her çeşit noksan, ayıp ve kusurlardan
uzak, muhterem, çok sevgili, kıymettâr, izzetlendirilmiş, kudsiyet mertebesinde
olan Hz. Muhammed A.S.M
BU İSMİN/SIFATIN HAKİKATİNE DAİR;
Peygamberimizin A.S.M bu sıfat ile muttasıf olmasına ait
bazı hasiyetlere Risale-i Nur’dan işaret edilecek.
“ Ben güzel ahlâkı tamamlamak üzere gönderildim.” Hz.
Muhammed A.S.M
“ Şüphesiz ki Sen, yüce bir ahlâk üzeresin.” (El-Kalem, 4)
“ Onun ahlâkı Kur’ân’dı.” Hazret-i Âişe Radiyallahu Anh..
…. Muhammed (A.S.M.)’ın "Zâtında gayet kemaldeki
ahlâk-ı hamîdesini ve vazifesinde nihayet hüsnündeki secaya-yı galiyesini ve
kemal-i emniyetini ve kuvvet-i imanını ve gayet itminanını ve nihayet vüsukunu
gösteren fevkalâde takvası, fevkalâde ubudiyeti, fevkalâde ciddiyeti, fevkalâde
metaneti; davasında nihayet derecede sadık olduğunu güneş gibi aşikâre
gösteriyor.”..Sözler
….Hüsn-ü sîret ve cemâl-i sûret ile mümtaz bir zâtı
görüyoruz ki, elinde mu'ciznümâ bir kitap, lisânında hakâikâşinâ bir hitâb,
bütün benîâdem'e, belki cin ve inse ve meleğe, belki bütün mevcudâta karşı bir
hutbe-i ezeliyeyi tebliğ ediyor....On Dokuzuncu Söz
.....
… Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, vahdâniyet-i İlâhiyeye ve saadet-i ebediyeye bir burhan-ı nâtık-ı sâdık ve musaddaktır….
… Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, vahdâniyet-i İlâhiyeye ve saadet-i ebediyeye bir burhan-ı nâtık-ı sâdık ve musaddaktır….
… Hem o delil-i sâdık ve musaddak, madem umum enbiyanın
fevkinde binler mu’cizat ve neshedilmeyen bir şeriat ve umum cin ve inse şamil
bir davet sahibi olduğundan, elbette umum enbiyanın reisidir. Öyle ise, umum
enbiyanın mu’cizatlarının sırrını ve ittifaklarını câmidir. Demek, bütün
enbiyanın kuvvet-i icmâı ve mu’cizatlarının şehadeti, onun sıdk ve
hakkaniyetine bir nokta-i istinad teşkil eder….
… Hem o mu’cizât-ı bâhire sahibi olan vahdâniyet dellâlı ve
saadet-i ebediye müjdecisi, kendi zât-ı mübarekinde öyle ahlâk-ı âliye ve
vazife-i risaletinde öyle secâyâ-yı sâmiye ve tebliğ ettiği şeriat ve dininde
öyle hasâil-i gàliye vardır ki, en şedit düşman dahi onu tasdik ediyor, inkâra
mecal bulamıyor. Madem zâtında ve vazifesinde ve dininde en yüksek ve güzel
ahlâkları ve en ulvî ve mükemmel seciyeleri ve en kıymettar ve makbul
hasletleri bulunuyor. Elbette o zât, mevcudattaki kemâlâtın ve ahlâk-ı âliyenin
misali ve mümessili ve timsali ve üstadıdır. Öyle ise, zâtında ve vazifesinde
ve dininde şu kemâlât ise, hakkaniyetine ve sıdkına o kadar kuvvetli bir
nokta-i istinaddır ki, hiçbir cihette sarsılmaz….
… Hem maden-i kemâlât ve muallim-i ahlâk-ı âliye olan o
dellâl-ı vahdâniyet ve saadet, kendi kendine söylemiyor, belki söylettiriliyor.
Evet, Hâlık-ı Kâinat tarafından söylettiriliyor. Üstâd-ı Ezelîsinden ders alır,
sonra ders verir. Çünkü, sabık işaretlerde kısmen beyan edilen binler delâil-i
nübüvvetle, Hâlık-ı Kâinat, bütün o mu’cizâtı onun elinde halk etmekle gösterdi
ki, o, Onun hesabına konuşuyor, Onun kelâmını tebliğ ediyor….
….Hem o tercüman-ı Kelâm-ı Ezelî, ervahları görüyor,
melâikelerle sohbet ediyor, cin ve insi de irşad ediyor. Değil ins ve cin
âlemi, belki âlem-i ervah ve âlem-i melâike fevkinde ders alıyor ve mâverâsında
münasebeti var ve ıttılaı vardır…… Hattâ, ekser evkatta onun arkadaşı olan
Hazret-i Cebrâil’i dahi bazı geri bırakıyor…..
…. o zâtın şu evsâfı ve şahsiyet-i mâneviyesi işaret eder,
belki gösterir ki, o zât kâinatın illet-i gaiyesidir. Yani, “O zâta şu kâinatın
Hâlıkı bakmış, kâinatı halk etmiştir. Eğer onu icad etmeseydi, kâinatı dahi
icad etmezdi” denilebilir…..
….. İşte, mezkûr sıfatlarla muttasıf ve her cihetle
sarsılmaz, kuvvetli istinad noktalarına dayanan Muhammed-i Arabî Aleyhissalâtü
Vesselâm, âlem-i şehadete müteveccih olarak, âlem-i gayb namına, cin ve insin
başları üzerine ilân ederek, istikbalde gelecek asırlar arkasında duran akvâma
ve milletlere hitap edip öyle bir nidâ eder ki, umum cin ve inse, umum yerlere,
umum asırlara işittiriyor. Evet, işitiyoruz….
…. Hem öyle bir itmi’nân ile, bir itimad ile davet eder,
tebliğ eder ki, kimseden minnet almaz, hiçbir müşkülâta karşı telâş etmez.
Tereddütsüz, kemâl-i samimiyetle ve safvetle ve herkesten evvel kendisi amel
edip kabul ederek, getirdiği ahkâmı ilân eder. Buna şahit ise, herkesçe, dost
ve düşmanca malûm olan meşhur zühdü ve istiğnâsı ve dünyanın fâni müzeyyenâtına
adem-i tenezzülüdür…
…. Hem getirdiği dine herkesten ziyade itaati ve Hâlıkına
karşı herkesten ziyade ubûdiyeti ve menhiyâta karşı herkesten ziyade takvâsı
kat’iyen gösterir ki, o, Sultan-ı Ezel ve Ebedin mübelliğidir, elçisidir. Ve o,
Mâbud-u Bilhakkın en hâlis abdidir ve Kelâm-ı Ezelînin tercümanıdır. Şu on beş
adet esasların neticesi şudur ki: Mezkûr evsafla muttasıf şu zât, bütün
kuvvetiyle, bütün hayatında mükerreren ve mütemadiyen “Bil ki Allah’tan başka
ilâh yoktur.” Muhammed Sûresi, 47:19. der, vahdâniyeti ilân eder….
SÜNNET-İ SENİYE NOKTASINDA BU İSİM/SIFATTAN HİSSEMİZ;
Allahım! Ona ve âline, ümmetinin hasenâtı adedince salât ve selâm et..
.
Allahım! Ona ve âline, ümmetinin hasenâtı adedince salât ve selâm et..
.