“ Bismillâhirrahmânirrahim..”
26- RAHMET-İ İLAHİYENİN TİMSALİ (A.S.M)
Anlamı: Allah'ın herşeyi kuşatan sonsuz rahmetinin mazharı ve ayinesi,
göstericisi, sembolü olan Hz. Muhammed A.S.M
(Ey Muhammed!) biz seni ancak
âlemlere rahmet olarak gönderdik…Enbiya/107
“Âyetlerimize inananlar sana
geldikleri zaman onlara şöyle söyle: Selam olsun size! Rabbiniz rahmeti kendi
üzerine yazdı. Sizden her kim bilmeyerek bir kötülük işleyip de sonra
arkasından tevbe eder, kendini düzeltirse, muhakkak ki O, bağışlayan,
esirgeyendir…”En'am Suresi 54
And olsun! Size, içinizden
sıkıntıya düşmeniz onun gücüne giden, size pek düşkün, müminlere de şefkatli ve
esirgeyici olan bir peygamber gelmiştir. (Tevbe 9/ 128)
……………Peygamberimiz A.S.M bir gece
sabaha kadar, Hazreti İbrahim'in duası olan, “Ya Rabbî! Doğrusu onlar (putlar)
insanların çoğunu saptırdılar. Artık bundan sonra kim bana tâbi olursa, o
bendendir. Kim de bana karşı gelirse, o da Senin merhametine kalmıştır,
şüphesiz Sen Gafûrsun, Rahîmsin.” (İbrahim, 14/36) mealindeki ayet ile;
Hazreti İsa'nın duası olan, “Ya Rabbî! Eğer onları cezalandırırsan, şüphe yok
ki onlar Sen'in kullarındır. Onları affedersen, Aziz ü Hakîm (üstün kudret, tam
hüküm ve hikmet sahibi) ancak Sen'sin!” (Mâide, 5/118) mealindeki ayeti tekrar
tekrar okumuş, ellerini kaldırıp "Allahım! Ümmetimi (mağfiret et),
ümmetimi (mağfiret et!)" diye yalvarmış ve ağlamıştı.
Bunun üzerine Allah Teala
Hazretleri: "Ey Cebrail! Muhammed'e git ve O'na de ki: "Biz seni
ümmetin hususunda razı edeceğiz ve asla kederlendirmeyeceğiz." (Müslim)..buyurmuştu.
……… “Elbette Rabbin sana ileride çok ihsanda bulunacak, tâ ki sen de O'ndan ve
verdiğinden razı olacaksın.” (Duha, 93/3)
BU İSMİN/SIFATIN HAKİKATİNE DAİR;
…Bütün zîhayatlar hayatlarının
lisân-ı hâlleriyle Hâlıklarına takdim ettikleri mânevî hediyelerini ve lisân-ı
hâlle hamd ve şükürlerini, o Zât-ı Vacibü’l-Vücuda biz de takdim ediyoruz ki,
demiş:……………Yani, “rahmet-i İlâhiyeden ümidinizi kesmeyiniz.” Hem hadsiz salât
ve selâm ol Peygamberimiz Muhammed Mustafa Aleyhissalâtü Vesselâm üzerine olsun
ki, demiş: ………………….. Yani, “Benim insanlara Cenâb-ı Hak tarafından bi’setim ve
gelmemin ehemmiyetli bir hikmeti, ahlâk-ı haseneyi ve güzel hasletleri tekmil
etmek ve beşeri ahlâksızlıktan kurtarmaktır…..Hutbe-i Şâmiye
… Arkadaş! O hutbe-i ezeliyeyi
okuyan zat, kâinatın kemalâtını keşfeden canlı bir güneştir; saadet-i ebediyeyi
ihbar ve tebşir ediyor. Nihayetsiz rahmeti keşfetmiş, ilân ediyor. Saltanat-ı
Rububiyetin mehâsininin dellâlı ve esmâ-i İlâhiyenin gizli definelerinin
keşşâfıdır.
Evet, o zat (a.s.m.) vazifesi
itibarıyla, hakkın bürhanı, hakikatın ziyası, hidayetin güneşi, saadetin
vesilesidir. Şahsiyet ve hüviyet cihetiyle, muhabbet-i Rahmâniyenin misali,
rahmet-i Rabbâniyenin timsali, hakikat-i insaniyenin şerefi, şecere-i hilkatin
en kıymettar ve kıymetli bahâdar bir semeresidir….Mesnevi-i Nuriye Reşhalar
…. Evet, Rahmân ve Rahîm olan Sâni-i
Hakîmin rahmeti, rahmetlerin en büyüğü olan saadet-i ebediyenin geleceğini
tebşir ediyor. Zira rahmet, ancak saadet-i ebediye ile rahmet olur. Ve nimet,
ancak o saadetle nimet olur.
Evet, bütün nimetleri nıkmetlere
çeviren ebedî ayrılmaktan doğan ve umumî mâtemlerden yükselen o belâlardan
kâinatı, bilhassa şuurlu olan mahlûkatı kurtaran şey, saadet-i ebediyenin
gelmesidir.
Çünkü bütün nimetlerin, rahatların,
lezzetlerin ruhu olan saadet-i ebediye gelmezse, umum kâinatın şehadetiyle
sabit olan ve güneş gibi parlayan rahmet ve şefkat-i İlâhiyenin bedahetine
karşı mükâbere ile inkâr lâzım gelir.
Ey Habib-i Şefik ve ey Şefik-i
Habib! Ey Said-i Mecid ve ey Mecid-i Said! Rahmet-i İlâhiyenin en lâtifi, en
zarifi, en lezizi olan muhabbet ve şefkatine bakınız. O muhabbet ve şefkati,
firak-ı ebedî ve hicran-ı lâyezalî ile karşıladığınız takdirde, vicdan, hayal
ve ruh ne hale gireceklerdir? O muhabbet ve o şefkat en büyük, en tatlı bir
nimet iken, en azîm bir musibete, bir belâya inkılâb eder.
Acaba göz önünde bilbedahe görünen
rahmet-i İlâhiye, firak-ı ebedînin muhabbet ve şefkat aleyhine hücum etmesine
müsaade eder mi? “Lâ Vallahi” Vallahi hayır!
Ancak o rahmetin şe’nindendir ki, firak-ı ebedîyi hicran-ı lâyezalîye, hicran-ı
lâyezalîyi firak-ı ebedîye ve adem-i mutlakı da her ikisine musallat eder ki, o
firakların, o hicranların kökleri ortadan kalksın… İşaratü'l-İ'caz
SÜNNET-İ SENİYE NOKTASINDA BU
İSİMDEN HİSSEMİZ;
…………Evet, bin üç yüz elli senede,
her sene üç yüz elli milyon insanların sultanı ve onların ruhlarının mürebbîsi
ve akıllarının muallimi ve kalblerinin mahbubu ve her günde, es-sebebü
ke’l-fâil sırrınca, bütün o ümmetinin işlediği hasenâtın bir misli, sahife-i
hasenâtına ilâve edilen ve şu kâinattaki makasıd-ı âliye-i İlâhiyenin medarı ve
mevcudatın kıymetlerinin teâlîsinin sebebi olan o zât-ı Ahmediye Aleyhissalâtü
Vesselâm, dünyaya geldiği dakikada “Ümmetî, ümmetî” rivayet-i sahiha ile ve
keşf-i sadıkla dediği gibi, mahşerde herkes “Nefsî, nefsî” dediği zaman, yine
“Ümmetî, ümmetî” diyerek en kudsî ve en yüksek bir fedakârlıkla, yine
şefaatiyle ümmetinin imdadına koşan bir zâtın gittiği âleme gidiyoruz. Ve o
güneşin etrafında hadsiz asfiya ve evliya yıldızlarıyla ışıklanan öyle bir
âleme gidiyoruz.
İşte o zâtın şefaati altına girip
ve nurundan istifade etmenin ve zulümat-ı berzahiyeden kurtulmanın çaresi,
sünnet-i seniyyeye ittibâdır….Lem’alar
…………………….
Ey Rahmân ve Rahîm olan Allahım!
“Bismillâhirrahmânirrahîm”in hakkı için, Rahîmiyetine yaraşır şekilde bize
merhamet et ve Rahmâniyetine yaraşır şekilde, bize “Bismillâhirrahmânirrahîm”in
sırlarını anlamayı temin et.
Ey hadsiz acz ve nihayetsiz fakr
içinde yuvarlanan biçare insan! Rahmet ne kadar kıymettar bir vesile ve ne
kadar makbul bir şefaatçi olduğunu bununla anla ki:
O rahmet, öyle bir Sultan-ı
Zülcelâle vesiledir ki, yıldızlarla zerrat beraber olarak, kemâl-i intizam ve
itaatle beraber ordusunda hizmet ediyorlar. Ve o Zât-ı Zülcelâlin ve o Sultan-ı
Ezel ve Ebedin istiğnâ-yı zâtîsi var. Ve istiğnâ-yı mutlak içindedir. Hiçbir
cihetle kâinata ve mevcudata ihtiyacı olmayan bir Ganiyy-i Ale’l-Itlaktır. Ve
bütün kâinat taht-ı emir ve idaresinde ve heybet ve azameti altında nihayet
itaatte, celâline karşı tezellüldedir.
İşte rahmet seni, ey insan, o
Müstağnî-yi Ale’l-Itlak’ın ve Sultan-ı Sermedînin huzuruna çıkarır ve O'na dost
yapar ve O'na muhatap eder ve sevgili bir abd vaziyetini verir.
Fakat nasıl sen güneşe
yetişemiyorsun, çok uzaksın, hiçbir cihetle yanaşamıyorsun; fakat güneşin
ziyası, güneşin aksini, cilvesini, senin âyinen vasıtasıyla senin eline verir.
Öyle de, o Zât-ı Akdese ve o Şems-i Ezel ve Ebede biz çendan nihayetsiz uzağız,
yanaşamayız. Fakat Onun ziya-yı rahmeti Onu bize yakın ediyor.
İşte, ey insan! Bu rahmeti bulan,
ebedî, tükenmez bir hazine-i nur buluyor. O hazineyi bulmasının çaresi,
rahmetin en parlak bir misali ve mümessili ve o rahmetin en beliğ bir lisanı ve
dellâlı olan ve Rahmeten li’l-Âlemîn ünvanıyla Kur’ân’da tesmiye edilen Resul-i
Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın sünnetidir ve tebaiyetidir. Ve bu Rahmeten
li’l-Âlemîn olan rahmet-i mücessemeye vesile ise, salâvattır.
Evet, salâvatın mânâsı rahmettir. Ve
o zîhayat mücessem rahmete rahmet duası olan salâvat ise, o Rahmeten
li’l-Âlemînin vüsulüne vesiledir.1 Öyle ise, sen salâvatı kendine, o Rahmeten
li’l-Âlemîne vesile yap ve o zâtı da rahmet-i Rahmân’a vesile ittihaz et. Umum
ümmetin, Rahmeten li’l-Âlemîn olan Aleyhissalâtü Vesselâm hakkında, hadsiz bir
kesretle, rahmet mânâsıyla salâvat getirmeleri, rahmet ne kadar kıymettar bir
hediye-i İlâhiye ve ne kadar geniş bir dairesi olduğunu parlak bir surette
ispat eder.
Elhasıl: Hazine-i rahmetin en
kıymettar pırlantası ve kapıcısı zât-ı Ahmediye Aleyhissalâtü Vesselâm olduğu
gibi, en birinci anahtarı dahi Bismillâhirrahmânirrahîm’dir. Ve en kolay bir
anahtarı da salâvattır.
Allahım!
“Bismillâhirrahmânirrahîm”in hakkı için, âlemlere rahmet olarak gönderdiğin
zâta ve bütün âl ve ashabına, Senin rahmetine ve onun hürmetine yaraşır bir
şekilde salât ve selâm et. Bize de, Senden gayrı, Senin mahlûkatından hiç
kimsenin merhametine muhtaç olmayacağımız bir rahmet ile merhamet et.... On Dördüncü Lem'a | İkinci Makam
.
.