“ Bismillâhirrahmânirrahim..”
31 -MUAMMA-YI HİLKATİN KEŞŞAFI (A.S.M)
Anlamı: Yaratılışa ait,
anlaşılması kolay olmayan, bilinmeyen şeylerin keşfedicisi olan Hz. Muhammed A.S.M
“Bütün dinlere üstün kılmak üzere Resulünü hidayet ve hak din ile
gönderen Odur. Buna şahit olarak Allah yeter.” Fetih Sûresi, 48:28.
“De ki: Ey insanlar! Ben sizin hepinize, göklerin ve yerin sahibi olan
Allah’ın gönderdiği peygamberim. Ondan başka ibadete lâyık hiçbir ilâh yoktur.
Dirilten de Odur, öldüren de.” A’râf Sûresi, 7:158.
…..şu kâinat Sâniinin makàsıdını en mükemmel bir surette bildiren ve şu
kâinat tılsımını keşfeden ve hilkatin muammâsını açan ve rububiyetin mehâsin-i
saltanatına en mükemmel tarzda dellâllık eden Muhammed Aleyhissalâtü
Vesselâmdır…….Sözler
BU İSMİN/SIFATIN HAKİKATİNE DAİR;
Arkadaş! Ulûhiyet, risalet, ahiret,
kâinat arasında hakikatte telâzum vardır. Yani, bunlardan birisinin vücut ve
sübutu, ötekisinin de vücut ve sübutunu istilzam eder. Birisine iman, ötekisine
de imanı icab ettirir.
Evet, meselâ, herbir kelimesi bir
kitabı ve herbir harfi bir satırı içerisinde tutan bir kitabın, kâtipsiz vücudu
mümkün değildir. Kâinat kitabı da Nakkaş-ı Ezelînin vücub-u vücuduna bağlıdır.
Sarhoş olmayanlar, ancak Nakkaş-ı Ezelîye iman etmekle kitab-ı kâinata şahit
olabilirler.
Ve keza, pek çok san’at harikalarına
ve nakış ve ziynetlerin garaibine müştemil olan bir binanın bâni ve sânisiz
vücudu mümkün olmadığı gibi, bu âlemin vücudu da Sâniin vücuduna tâbidir.
Dalâlet sarhoşluğuyla sarhoş olmayanlar, onu bunsuz tasdik edemezler.
Ve keza, deniz ve nehirlerin
yüzünde, şemsin aksini gösteren kabarcıklardaki güneşin parıltısı, şemsin
vücudunu inkâr etmekle mümkün olmadığı gibi, aklı bozuk olmayanlar için,
kemâl-i intizamla tahavvül ve teceddüd eden şu kâinatın şuhudu, Bâni ve Sâniin
vücub-u vücudunun tasdikiyle olabilir. Çünkü, şu muhteşem kâinatı meşiet ve
hikmetiyle tesis ve kaza ve kaderinin düsturlarıyla tafsil ve âdetinin
kanunlarıyla tanzim ve inayet ve rahmetinin namuslarıyla tezyin ve esmâ ve
sıfâtının cilveleriyle tenvir eden, ancak ve ancak Bâni ve Sânidir.
Evet, Hâlık-ı Vâhid kabul edilmediği
takdirde, kâinatın zerrat ve mürekkebatı adedince sonsuz ilâhların kabulüne
mecburiyet hasıl olur. Ve aynı zamanda, herbir ilâhın şu kâinatı halk etmeye
kàdir olması lâzımdır. Çünkü, zîhayatın herbir cüz’îsi, zevilhayatın küllüne,
yani umumuna bir fihristedir. Cüz’îyi halk eden, küllîyi de halk etmeye kàdir
olmalıdır.
Ve keza, ziyasız güneşin vücudu
mümkün olmadığı gibi, ulûhiyet de tezahürsüz olamaz. Tezahürü ise, irsal-i
rusül ile olur.
Ve keza, hadd-i kemâle bâliğ olan en
yüksek bir cemâlin bilinmesi, görünmesi, gösterilmesi için resullerin tarifi
lâzımdır.
Ve keza, kemâl-i cemâle bâliğ olan
kemâl-i hüsn-ü san’at, resullerin delâletiyle olur.
Ve keza, rububiyet-i âmme,
ubudiyet-i külliye ister. Bu da zülcenaheyn resullerin vahdet-i İlâhiyeyi halka
ilân etmeleriyle mümkün olur.
Ve keza, bir hüsün sahibinin isteği
olmasa ve bir ayine bulunmasa ve tarif edici bir şahıs tavassut etmezse, onun
hüsnünün görünmesi, gösterilmesi mümkün değildir. Bu da ancak resuller
vasıtasıyla olur. Çünkü, resul, ubudiyetiyle Hâlıkın hüsnüne ayinedir; risaleti
cihetiyle de halka izhar ve ilân eder.
Ve keza, bir zâtın cevahirle,
zîkıymet eşya ile dolu hazinelerini açıp halka göstermek ve arz etmekle o zâtın
kudretini, zenginliğini, saltanatını ilân etmek için, ancak o zâtın
müsaadesiyle ve iradesiyle emir ve tayin edilmiş bir memur lâzımdır. İşte o
memur resuldür.
Arkadaş! Bu sıfatları hâiz, bu vazifeleri
en mükemmel görebilecek Hazret-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâmdan başka
âlemde bir şahıs yoktur. En câmi, en kâmil, en fâzıl o zâttır. Tam tamına
teşhir, tebliğ, tarif, tavsif, izhar, ilân eden, o zâttır…..Mesnev-i Nuriye
……………….
… Evet, madem insan fıtraten bir cemâl-i bâkîye müştak ve muhib bir surette
halk edilmiştir. Ve madem bâkî bir cemal, zâil bir müştâka razı olamaz. Ve
madem insan bilmediği veya yetişemediği veya tutamadığı bir maksuddan gelen
hüzün ve elemden teselli bulmak için, o maksudun kusurunu bulmakla, belki gizli
adâvet etmekle kendini teskin eder. Ve madem bu kâinat insan için halk edilmiş
ve insan ise marifet ve muhabbet-i İlâhiye için yaratılmış. Ve madem bu
kâinatın Hâlıkı, esmâsıyla sermedîdir. Ve madem esmâlarının cilveleri daim ve
bâkî ve ebedî olacaktır. Elbette ve herhalde insan bir dâr-ı bekàya gidecek ve
bir hayat-ı bâkiyeye mazhar olacaktır. Ve insanın kıymetini ve vazifelerini ve
kemâlâtını bildiren, rehber-i âzam ve insan-ı ekmel olan Muhammed-i Arabî Aleyhissalâtü
Vesselâm, insana dair beyan ettiğimiz bütün kemâlâtı ve vazifeleri en ekmel bir
surette kendinde ve dininde göstermesiyle gösteriyor ki: Nasıl kâinat insan
için yaratılmış ve kâinattan maksud ve müntehap insandır. Öyle de, insandan
dahi en büyük maksud ve en kıymettar müntehap ve en parlak âyine-i Ehad ve
Samed, elbette Ahmed-i Muhammeddir…. Otuzuncu Lem’a
…………………………..bir Müslüman, Muhammed
Aleyhissalâtü Vesselâmın zincirinden çıksa, dinini bıraksa, daha hiçbir dine
girmez, anarşist olur; ruhunda kemâlâta medar hiçbir hâlet kalmaz. Vicdanı
tefessüh eder, hayat-ı içtimaiyeye bir zehir olur…Emirdağ Lahikası
Ümmetinin hasenatı adedince ona ve
âline salât ve selâm olsun. Ya Allah, yâ Rahmân, yâ Rahîm, yâ Ferd, yâ Hayy, yâ
Kayyûm, yâ Hakem, yâ Adl, yâ Kuddûs! Furkan-ı Hakîminin hakkı için ve Habib-i
Ekreminin hürmetine, Esmâ-i Hüsnânın hakkı için ve İsm-i Âzamın hürmetine
Senden niyaz edip istiyoruz: Bizi nefsin ve şeytanın ve cin ve insanın
şerrinden muhafaza buyur.Âmin... Bediüzzaman
SÜNNET-İ SENİYE NOKTASINDA BU
İSİMDEN HİSSEMİZ;
……..şehadet ederiz ki, Muhammed
Senin kulun, peygamberin, âlemlerde seçkin kıldığın kulun, dostun, mülkünün
güzelliği, san’atının melîki, inayetinin pınarı, hidayetinin güneşi,
muhabbetinin lisanı, rahmetinin misali, mahlûkatının nuru, mevcudatının şerefi,
kâinatının tılsımının keşfedicisi, rububiyet saltanatının dellâlı, isimlerinin
hazinelerinin tarif edicisi, kullarına Senin emirlerini talim edici, kâinat
kitabının âyetlerinin tefsir edicisi, yarattığın varlıklar üzerindeki
tecellilerini görmek ve şuurlu kullarına göstermek için medar yaptığın zat,
kendi cemâline ve isimlerine olan muhabbetinin ve san’atına ve san’at
eserlerine ve mahlûkatının güzelliklerine olan muhabbetinin aynası; âlemlere
rahmet olarak ve bu âlem sarayının nakışlarındaki renk ve san’atların
hikmetleriyle rububiyet saltanatının mükemmel yapısındaki güzellikleri beyan
etmek ve kâinat kitabının kelimelerindeki, âyetlerindeki ve satırlarındaki
hikmetlerin işaretiyle Senin isimlerinin hazinelerini tarif etmek ve razı
olduğun şeyleri bildirmek üzere gönderdiğin sevgilin ve resulündür, ey Göklerin
ve Yerlerin Rabbi! Ona ve âline ve ashabına ve kardeşlerine, her anda ve her
zamanda milyonlar salât ve selâm olsun.
Ey herşeyi koruyan ve gözeten ve
herşeyin sonuçlarını muhafaza eden Hafîz, ey Hâfız, ey koruyanların en
hayırlısı Hayru’l-Hâfızîn olan Allah’ım,
Bize ihsan ettiğin bu şehadetleri
Senin koruma ve himayene ve Senin rahmetine emanet ediyoruz. Haşir ve mizan
gününe kadar onları koru. Âmin. Âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamd olsun…………..Yirmi
Dokuzuncu Lem'a,Arabi Bab Tercümesinden…