“
Bismillâhirrahmânirrahim..”
36 -*KÂİNATIN İLLET-İ
GAİYESİ**(A.S.M)*
Anlamı: Bütün
yaratılan mevcudat ve âlemlerin hilkatinden maksud ve maslahattaki semereye,
fayda, vazife gibi neticeye terettüp eden, istenilen sonucu veren, tüm varlık
gayesi hakikatinde toplanan Hz. Muhammed A.S.M
…………… Yani, “O zâta
şu kâinatın Hâlıkı bakmış, kâinatı halk etmiştir. Eğer onu icad etmeseydi,
kâinatı dahi icad etmezdi” denilebilir. Evet, cin ve inse getirdiği hakaik-i
Kur’âniye ve envâr-ı imaniye ve zâtında görünen ahlâk-ı âliye ve kemâlât-ı
sâmiye, şu hakikate şahid-i katı’dır… On Dokuzuncu Nükteli İşaret/Altıncı
Esas
…………"Şu gördüğün
büyük âleme büyük bir kitap nazarıyla bakılırsa, Nûr-u Muhammedî (a.s.m.) o
kitabın kâtibinin kaleminin mürekkebidir: Eğer o âlem-i kebir, bir şecere
tahayyül edilirse, Nur-u Muhammedî hem çekirdeği, hem semeresi [meyvesi] olur.
Eğer dünya mücessem bir zîhayat farzedilirse, o nur onun ruhu olur. Eğer büyük
bir insan tasavvur edilirse, o nur onun aklı olur."…Mesnevi-i Nuriye
*BU İSMİN/SIFATIN
HAKİKATİNE DAİR;*
İ’lem eyyühe’l-aziz!
Arslan gibi hayvanların diş ve pençelerine bakılırsa, iftiras ve parçalamak
için yaratılmış oldukları anlaşılır. Ve kavunun, meselâ, letafetine dikkat
edilirse, yemek için yaratılmış olduğu hissedilir. Kezâlik, insanın da
istidadına bakılırsa, vazife-i fıtriyesinin ubudiyet olduğu anlaşıldığı gibi,
ruhânî ulviyyetine ve ebediyete olan derece-i iştiyakına da dikkat edilirse, en
evvel insan bu âlemden daha lâtif bir âlemde ruhen yaratılmış da teçhizat almak
üzere muvakkaten bu âleme gönderilmiş olduğu anlaşılır.
Ve keza, insan, hilkat
semeresi olduğundan anlaşılır ki: İnsanlardan bir çekirdek var ki, Cenâb-ı Hak
şecere-i hilkati o çekirdekten inbat etmiştir. O çekirdek de ancak ve ancak
bütün ehl-i kemâlin ve belki nev-i beşerin nısfının ittifakıyla efdalü’l-halk,
seyyidü’l-enâm Hazret-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâmdır… Mesnevi-i
Nuriye | Zerre
…Bu Kâinat Sahibinin
tezahür-ü rububiyetine ve sermedî ulûhiyetine ve nihayetsiz ihsanatına küllî
bir ubûdiyet ve tanıttırmakla mukabele eden Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm, Bu
Kâinatta güneşin lüzumu gibi elzemdir ki, nev-i beşerin üstad-ı ekberi ve büyük
peygamberi (a.s.m.) ve Fahr-i Âlem ve “Eğer sen olmasaydın kâinatı
yaratmazdım.” hitabına mazhar ve hakikat-i Muhammediyesi hem sebeb-i hilkat-i
âlem, hem neticesi ve en mükemmel meyvesi olduğu gibi, Bu Kâinatın hakikî
kemâlâtı ve sermedî bir Cemîl-i Zülcelâlin bâki âyineleri ve sıfatlarının
cilveleri ve hikmetli ef’âlinin vazifedar eserleri ve çok mânidar mektupları
olması ve bâki bir âlemi taşıması ve bütün zîşuurların müştak oldukları bir dâr-ı
saadet ve âhireti netice vermesi gibi hakikatleri, hakikat-ı Muhammediye
(a.s.m.) ve risalet-i Ahmediye ile tahakkuk ettiğinden, nasıl Bu Kâinat onun
risaletine gayet kuvvetli ve kat’î şehadet eder; öyle de, başta âlem-i İslâm,
bütün beşer ve bütün zîşuur, Cehennemden acı ve korkunç olan ademden,
hiçlikten, idam-ı ebedîden, fena-yı mutlaktan kurtulmak için, daimî aşk ve
şevkle her zamanda ve câmi’ mâhiyetinin bütün kuvvetleriyle, bütün istidadat
lisanlarıyla bütün dualar ve ibadetler ve ricalarının dilleriyle istedikleri
hayat-ı bâkiyeyi kuvvetli, kat’î beşaret veren risalet-i Ahmediye (a.s.m.) ve
hakikat-i Muhammediyeye (a.s.m.) şehadet edip nev-i beşerin medâr-ı iftiharı,
eşref-i mahlûkat olduğuna imza bastığı gibi, her zamanda üç yüz elli milyon ehl-i
imanın *Bir şeye sebep olan yapan gibidir*.sırrınca, hergün işledikleri bütün
hasenatlar ve hayırların bir misli Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâmın defter-i
hasenatına girmesi ve o tek şahsiyet-i Muhammediye (a.s.m.), yüzer milyon,
belki milyar âbid-i muhsin kadar küllî bir ubudiyete ve füyuzâtına mazhar bir
makam kazanması, o zâtın risaletine pek kuvvetli şehadet edip imza basar….On
Beşinci Şuâ
……küllî hakikat-i
Muhammediye (asm) hem hayatın hayatı, hem kâinatın hayatı, hem İsm-i A’zam’ın
tecellî-i a’zamının mazharı ve bütün zîruhların nuru ve kâinatın çekirdek-i
aslîsi ve gaye-i hilkati ve meyve-i ekmeli olmasından, o hitap doğrudan doğruya
ona bakar; sonra hayata ve şuura ve ubudiyete onun hesabına nazar eder….Emirdağ
Lâhikası
…..Bu kadar garip, acib,
güzel kâinat için böyle tarifat ve teşrifatçı bir mürşid-i harika lâzımdır.
“Eğer bu zat (asm) olmasa idi kâinat da olmazdı” meâlinde “Levlâke levlâke lemâ
hàlaktü’l-eflâk” olan hadis-i kudsî şu hakikati tenvir ediyor…..Mesnevî-i
Nuriye
“Ve herhalde, zîhayat
içinde o fert zîşuurdan olacaktır. Çünkü, zîhayatın envâı içinde en mükemmeli
zîşuurdur. Ve herhalde, o ferd-i ferid, insandan olacaktır. Çünkü, zîşuur
içinde hadsiz terakkiyâta müstaid, insandır. Ve insanlar içinde, herhalde o
fert Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm olacaktır. Çünkü, zaman-ı Âdem'den şimdiye
kadar hiçbir tarih, onun gibi bir ferdi gösteremiyor ve gösteremez. Zira, o
zat, küre-i arzın yarısını ve nev-i beşerin beşten birisini saltanat-ı
mâneviyesi altına alarak, bin üç yüz elli sene kemâl-i haşmetle saltanat-ı
mâneviyesini devam ettirip, bütün ehl-i kemâle, bütün envâ-ı hakaikte bir
üstâd-ı küll hükmüne geçmiş. Dost ve düşmanın ittifakıyla, ahlâk-ı hasenenin en
yüksek derecesine sahip olmuş; bidâyet-i emrinde, tek başıyla bütün dünyaya meydan
okumuş; her dakikada yüz milyondan ziyade insanların vird-i zebânı olan
Kur'ân-ı Mu'cizü'l-Beyânı göstermiş bir zat, elbette o ferd-i mümtazdır, ondan
başkası olamaz. Bu âlemin hem çekirdeği, hem meyvesi odur.”
“Size daha çok
söyleyeceklerim var; fakat, şimdi siz bunları kaldıramazsınız. Ben gideyim, ta
ki, dünyanın Efendisi, gerçeğin ruhu, hakkı bâtıldan ayıran Zât gelsin ve size
bütün hakikatleri anlatsın.” (Yuhanna, Bab 16/12-14)
*SÜNNET-İ SENİYE
NOKTASINDA BU İSİMDEN/SIFATTAN HİSSEMİZ;*
…. Resul-i Ekrem
Aleyhissalâtü Vesselâma der: “Eğer ehl-i dalâlet arka verip senin şeriat ve
sünnetinden i’raz edip Kur’ân’ı dinlemeseler, merak etme.
Ve de ki: Cenâb-ı Hak
bana kâfidir. Ona tevekkül ediyorum. Sizin yerlerinize, ittibâ edecekleri
yetiştirir. Taht-ı saltanatı herşeyi muhittir; ne âsiler hududundan
kaçabilirler ve ne de istimdat edenler medetsiz kalırlar.”
Öyle de, mânâ-yı
işarîsiyle der ki: “Ey insan ve ey insanın reisi ve mürşidi! Eğer bütün
mevcudat seni bırakıp fenâ yolunda ademe giderse, eğer zîhayatlar senden
mufarakat edip ölüm yolunda koşarsa, eğer insanlar seni terk edip mezaristana
girerse, eğer ehl-i gaflet ve dalâlet seni dinlemeyip zulümata düşerse, merak
etme.
De ki: Cenâb-ı Hak bana
kâfidir. Madem O var, herşey var. Ve o halde, o gidenler ademe gitmediler. Onun
başka memleketine gidiyorlar. Ve onların bedeline o Arş-ı Azîm Sahibi,
nihayetsiz cünud ve askerinden, başkalarını gönderir…..Lem’alar
. . . O (Bediüzzaman),
Nur’un hâdimidir. Eğer dünyayı istese ve dileseydi, kendisine sunulan hediye ve
behiyeleri, zekât ve sadakaları ve bu teberru ve terekeleri alsaydı, bugün bir
milyoner olurdu. Fakat o, tıpkı Cenab-ı Ömer’in (r.a.) dediği gibi: “Sırtıma
fazla yük alırsam, nefs-i nâtıka-i kâinatın kalbi ve Allah’ın habibi Muhammed-i
Arabî Aleyhissalâtü Vesselâma ve yârânı olan kâmil ve vâsıllara yetişemem ve
yarı yolda kalırım” diyor.
“Bütün eşya ve eflâki
senin için yarattım, Habibim” fermanına, “Ben de senin için onların hepsini
terk ve feda ettim” diye verilen cevab-ı Hazret-i Risaletpenâhîye ittibâ ve
imtisalen, o da dünya ve mâfîhayı ve muhabbet ve sevdasını terk ve hattâ terki
de terk ederek, bütün hizmet ve himmetini ve şu ömr-ü nazenînini envâr-ı
Kur’âniyenin intişarına sarf ve hasretmiştir. İşte bunun için, şimdi çektiği
bütün zahmetler, rahmet; yaptığı hizmetler, hikmet olmuş, celâli yüzünden
cemalini de gösterip, âlem, bir gülzâr-ı kemal bulmuştur…Emirdağ Lahikası