21.11.16

Muhabbet-i İlâhiye...


  • Felek mest, 
  • melek mest, 
  • nücum mest, 
  • semavat mest, 
  • şems mest, 
  • kamer mest, 
  • zemin mest, 
  • anasır mest, 
  • nebat mest, 
  • şecer mest, 
  • beşer mest, 
  • seraser zîhayatt mest, 
  • heme zerrat-ı mevcudat beraber mest, der mestest..

"Yâni; Muhabbet-i İlâhiye’nin tecelisinde ve o şarâb-ı muhabbetten herkes istîdadına göre mestdir.

Malûmdur ki; her kalp, kendine ihsan edeni sever ve hakikî kemale muhabbet eder ve ulvî cemâle meftun olur.

Kendiyle beraber sevdiği ve şefkat ettiği zâtlara dahi ihsan edeni daha pek çok sever.

Acaba -sâbıkan beyan ettiğimiz gibi- her bir isminde binler ihsan defineleri bulunan ve bütün sevdiklerimizi ihsanatıyla mes’ud eden ve binler kemâlâtın menbaı olan ve binler tabakat-ı cemâlin medarı olan binbir esmâsının müsemmâsı olan Cemîl-i Zülcelâl, Mahbûb-u Zülkemâl, ne derece aşk ve muhabbete lâyık olduğu ve bütün kâinat, O’nun muhabbetiyle mest ve sergerdan olmasının şâyeste bulunduğu anlaşılmaz mı?”


Sözler

13.11.16

İlimlerin şâhı ve padişahı,

“Temelleri yıptarılmış bir binanın odalarını tamir ve tezyine çalışmak, o binanın yıkılmaması için ne derece bir fayda temin edebilir? Köklerinin çürütülmesine çabalanan bir ağacın kurumaması için, dal ve yapraklarını ilâçlayarak tedbir almaya çalışmak, o ağacın hayatına bir fayda verebilir mi?"
"İnsan, saray gibi bir binadır, temelleri erkân-ı  imâniyedir. İnsan, bir şeceredir, kökü esâsât-ı imâniyedir. İmânın rükünlerinden en mühimmi, imân-ı billâhdır, Allah'a imândır. Sonra nübüvvet ve haşirdir. Bunun için, bir insanın en başta elde etmeye çalıştığı ilim, imân ilmidir. İlimlerin esası, ilimlerin şâhı ve padişahı, imân ilmidir.”


Sözler / Konferans 

10.11.16

Küçük bir sohbet..

Esselâmu Aleyküm Ve Rahmetüllâhu Ve Berekâtuhu

Değerli Dostlar Merhaba;

İ’lem eyyühe’l-aziz! Misafir olan bir kimse, seferinde çok yerlere, menzillere uğrar. Uğradığı her yerin âdetleri ve şartları ayrı ayrı olur. Kezalik, Allah’ın yolunda sülûk eden zat çok makamlara, mertebelere, hallere, perdelere rastgelir ki, bunların da her birisi için kendine mahsus şartlar ve vaziyetler vardır….diye devam eder Bediüzzaman..

Din nasihattır diye buyurur Hazreti Muhammed S.A.S..

Gerçek âkıl sahipleri lehinde olanı ve olmayanı bir birinden ayıran bir görüşe sahip olular..Kısa hayat yolculuğunu anlamlı geçirebilmek gibi bir gayeyi benimserler..ağır yüklerinden kurtulmak için kendilerine fayda verecek olan önerilere ve yol gösterimlerine karşı ayak diremezler..

Çünkü kimse layemut değildir..bunu bilir,hayatlarına sonsuz değer kazandıracak pratik şeylere talip olurlar.
Yine dünya hayatının bir imtihan olduğunu idrak edenler..her önüne gelen soruya cevap her şıkka bir kabul işareti koymazlar.

Kendilerini tanımayı, davranışları ile sebep sonuç ilişkisini, kazanıp kaybetme meselesini önemserler. Yine olur olmaz şeylerin kalplerine girmesine izin vermezler.

Manzarayı okumak için müteyakkız ve uyanık davranırlar..vicdanlarının ebed sesini işitip..Rableri ve sınanmaları gerçeğinde hüznü zanlarını bozmazlar…

Derlerin geçiciliği,zevklerin zevali,var olmanın mutlak bir hedefi,gelip gitmenin yaşamaktan var olan isteği,dünyanın ve içindekilerin mütemadiyen halden hale girmesi,yıldızlardan gezegenlere,mikroplardan balinalara kadar bir mana ve devranın döngüsüne kulak kabartır..ve uyumlu ve ahenkli bir vazıyet alırlar.
Özel istekleri ile değil ,kendilerinden istenilenler ile barışırlar..bozgunculuk yapmazlar..tahrip etmek için zaaf ve fırsat aramazlar..sırlarını ortalığa saçmazlar..düşmanlarını sevindirecek haller takınmazlar…

Ömür sermayesi ile yaptıkları ticareti gözden geçirirler..hatalarında ısrar etmezler…Vaki olan hakikatlere insaf nazarı ile bakıp,ihtimallerden neşet eden yorumların olasılıklarına kendilerini kaptırıp fikri midelerini bulundurmazlar..

Vefalı olurlar..kadirşinas olurlar..nezaket sahibidirler…

İnsan bazen aldanır..doğru gidişinin önüne bir çok maniler çıkabilir.Muhtelif gerekçelerin vehmi örtüsü muhakemeyi örtebilir..konuşacak bir çok sözcük ağzına tıka basa dolabilir..ve insan içinde ne varsa onu rast geldiği yerde kusabilir.

El ne var diye baktığında ise kendine karşı samimi olursa koca hiçliği,ruh sıkıntısını,zihni daralmayı,başarısızlığı ve istikrarsızlığı gayet net görebilir ..hatasında ısrar etmeme zarafetini gösterip,tekrar ayağa kalkabilme dirayetini bulabilir.

Ancak uyku devam ediyorsa,öfke büyür..izan gözüne kan bürür..hiç bir şeyi değerlendiremeyecek bir hale giriftar olur..

Unutmamalı ki; hakikatten hakkını isyan değil insan alır…

Din ve teklif muhatabı olan insana ;iman,ibadet ve rıza denkleminde be sabır ,sebat,şükür,istikamet ,dua vb bileşenleri ile huzur ve güven halini verir..Çelişki marifet ile yerini emniyete bırakır.
Eğer insan mutlu değilse bir şeyler ter gidiyordur.
İnancı ona yetmiyor ve önünü göremiyorsa bir şeyler eksiktir.
Hep ben kaygısı ve çıkar koruma eğilimi varsa istifade defterindeki notlar yerli değildir.
Ruhunu doğruluk, haklılık kisvesi ile istila eden erdem gulyabanisi, fiilin ve fikrin ameli nihayeti ile kucağına yalnızlık bırakıyorsa, bir ölçme biçme hatası kaçınılmazdır.

Kişi aslından belki hayat bulduğu yerden uzaklaştığında, kurda kuşa yem olur hadisesi bir gerçektir. Cephe değiştiren insanlar hamisiz kalırlar.

Peşin hükümlülük haddi zatında bir felakettir.İnsan kendi çocuğunu işlediği bir suça inanmamak için elinden geleni yapar..kendisini etkileyecek şeylerin riskinden çekinir..iyi niyet beslemeye gayret eder..ancak tüm hayatını subliminal etkileyecek şeytani telkin stratejisine kendini açık hale getirmekten çekinmez…
Yanlış anlamak,istediği gibi kavramak ,görmek istediği gibi görmek de başka bir kırılgan noktadır….vs vs vs…

Değerli dostlar aslında insanın tüm girdiği menzillerdeki mücadelesi iki ayaklı bir mücadeleden başka bir ey değildir.

Bir ayağı..Allah’ı ve icraatlarını ve kurduğu ve işlettirdiği bu düzenden razı mısın?Sana temas eden tüm olumsuzluklara ve akıbetlere rağmen onun ilahlığını garazsız bir hüsnü kabul ile kabul ediyor musun..yarattığı bu alemi,harekete geçirdiği sitemi,ilan ettiği irade eve hakimiyetini,yaratma fiili ile gösterdiği sanat,ilim kudret gibi halıkıyetine karşı amenna diyebiliyor musun… gibi durumlara samimi cevap verebilmektir.

Diğer ayağı ise ;belki soru atfı aynı görünen ancak ruha nüfuz edecek bir cevabı olmayan,lafzı benzeşmelerin oyalamasında akim felsefi bir cidal nevidir.

Bu ikinci ayağı canlı tutan,birinci ayaktaki tatminsizliktir.Bu kabul soruları ve sorunlarının önünde muhatabın bir istekliliği veya farkındalığı söz konusu değilse,kâr zannettiği bir zarar içerisindedir.

Değerli Dostlar..okumakta ve okunmasında ısrar ettiğimiz,Nur Risaleleri bize yaratıcımızı tanıtan,görüş açımızı genişlendiren,Rabbimizin rububiyeti noktasında ,her şey güzeldir deyip onu isbat eden,görünen çirkinliklerin güzellikleri göstermek için var edilmiş izafi çirkinlikler olduğu isbat eden..dünya menzilini ebedi hayat mezili ile bağlayan..necisin nereden geliyorsun ve nereye gidiyorsun diye en müşkül soruların cevabını veren..Rabbimizin bizden istediği nedir,nasıl bir şuur,huzur ve kulluk beklediğini gösterip,ona itaat etme meylini oluşmasına önemli sebep olan ve mukabele etmeyi,şükretmeyi sevdiren eserledir.
Risale-i Nur okumakla..inandığımızı söylediğimiz şeylerin hakikatleri ortaya çıkar..isim ve sıfat ve şuunatı ile Rabbimizin marifetine yaklaşırız..Onu severiz ve sevildiğimizi hissederiz…
Peygamberimizin hakikati ile ilgili bilgi ve sünnetine uymak noktasında hisse sahip oluruz…
Her an Allah’ın sevdiği şeyleri yapmak için içimizde bir duygu bulur,Peygamberimizin yolundan gitmek için isteklilikle dolarız..
Çünkü Rabbimiz kullarının ;
Kendisinden söz etmesini,
Ona şükretmesini,
Yarattıklarını tefekkür etmesini,
Namaz kılmasını,
Onun rızası için oruç tutulmasını,
İmkanlar nisbetinde,hac ve zekat emirlerinin uygulanmasını,
Bozgunculuk yapılmamasını,
Fitne çıkartılmamasını,
Suz-i zanda bulunulmamasını,
Kendisine dönüleceğinin bilinmesini,
Hesap verileceğini idrak etmesini,
Kendisi ve dini için mücadele edilmesi gibi şeyleri istemektedir.
Elbette bu isteklerin amacı,hedefi neticesi ilahi bir planın içerisindedir.Elbette bu isteklerin muhataplarında şuur olması ve bilerek itaat etmesi bu emrin karşılık bulmasının gereğidir. Malumaliniz aklı olmayanlar mes'ul değillerdir.Demek aklı olanlar mes'uldür ve bu mes'uliyet bağlamında akıllarını bu istekler doğrultusunda kullanmak zorundadırlar..

Yoksa haşa Allah’a kendi var ettiği dini öğretmek hamakatinde bulunmak intihardır.

Güya onun  bilinmek ve itaat edilmek amacının dışında bir gayesi var mış gibi algılamak..bu algıyla içtihatlar yapmak..ortalığı kan gölüne çevirmek İslâma yapılmış bir cinayettir.Aldanmışlıktır..yanlış anlamaktır…Ukalalıktır…

Risale-i nur iman tevhid, haşir ve nübüvvet denkleminde hizmet eden eserlerdir. Allah rızası dışında hiçbir gayeyi hedef edinmemiştir. Kendisi ile yapılacak insaflı mütalaa tüm nazik sorulara cevap verecek kabiliyettedir… Fakat garaz, kin, öfke, tekzip, küçük görme, basite alma, alaycı yaklaşmaya cevap vermeye tenezzül etmemektedir. Çünkü gayesi yüksektir…

O’nun hakikate müşteri olmayana verecek bir şeyi yoktur..istemeyene karşı yeterli değildir..talip olmayana eksiktir..adavet eden için çelişkiler doludur..onu önemli görmeyen için değersizdir..insafsız nazarla yaklaşan için hatalar doludur…Baştan sona kusurludur..okunmaması lazımdır…

Değerli dostlar;

Nurları anlamak ve yaşamak için iki önemli esas vardır..
Birisi:Masanın bu tarafına oturmaktır..
Diğeri:Asla vazgeçmemektir..

Yaratılan tüm mevcudat kendilerine koyulan program ve istidat ile hayat başlarına ne açarsa açsın hiç vazgeçmezler. Çekirdek çatlamaktan, yaprak sararmaktan, sel akmaktan, güneş çıkmaktan, filiz sürgün vermekten, doğmak ve ölmekten ne pahasına olursa olsun vazgeçmezler. Onları anlamlı kılan ve onlardan anlam mahsulü alan hakikat budur.

Allah Resulü  A.S.M vazgeçmemiştir..Sahabeleri vazgeçmemiştir…Bediüzzaman vazgeçmemiştir..İmamı Gazali vazgeçmemiştir..İmamı Azam vazgeçmemiştir..Abdülkadir Geylani vazgeçmemiştir..nur talebeleri  Bediüzzaman’ın tabiriyle,yakıcı çorbadan ağızları yandığı halde vazgeçmemişledir. Sizde ne olursa olsun vazgeçmeyenlerden vazgeçmeyin..vazgeçmenizi söyleyenler ,vazgeçenlerden başkaları değildir.Çünkü bu vazgeçişi  hazmetmenin başka yolu yoktur.

Evet dostlar..imtihan her yerdedir..her an devam eder..Kazanıp kazanmadığımızı anlamak için ..yukarı dada değindiğimiz gibi..bir elimize bir de kalbimizde ne var diye bakacağız…

Eğer fikrimiz,Rabbimizin bizden ne istediği ile meşgul değil,hareketlerimiz onu razı etmek üzere değilse..sadece konuşuyor bir kalıcı sonuç elde edemiyor bir visal coşkusu taşıyamıyorsak ..mutlu değilsek,bir güven hissetmiyorsak,endişe içinde günlerimiz geçiyorsa,ne yapacağımızı bilmiyor bir hedefimiz yoksa,insanlar bizden uzaklaşıyor sevgisizlik hissediyor ,yalnızlaşıyorsak,dostlarımız kayboluyor ve biz sürekli mazeretler üretiyor birilerini suçluyorsak bir şeyleri tekrar değerlendirmek (istersek) acil ve kaçınılmazdır….

Selam ve dua

..



7.11.16

Kat’iyen bil ki,

Kat’iyen bil ki, hilkatin en yüksek gayesi ve fıtratın en yüce neticesi,iman-ı billâhtır. Ve insaniyetin en âli mertebesi ve beşeriyetin en büyük makamı, iman-ı billâh içindeki marifetullahtır. Cin ve insin en parlak saadeti ve en tatlı nimeti, o marifetullah içindeki muhabbetullahtır. Ve ruh-u beşer için en hâlis sürur ve kalb-i insan için en sâfi sevinç, o muhabbetullah içindeki lezzet-i ruhaniyedir.

Evet, bütün hakikî saadet ve hâlis sürur ve şirin nimet ve sâfi lezzet, elbette marifetullah ve muhabbetullahtadır. Onlar, onsuz olamaz.Cenâb-ı Hakkı tanıyan ve seven, nihayetsiz saadete, nimete, envâra,esrara, ya bilkuvve veya bilfiil mazhardır. Onu hakikî tanımayan, sevmeyen, nihayetsiz şekavete, âlâma ve evhama mânen ve maddeten müptelâ olur.

Evet, şu perişan dünyada, âvâre nev-i beşer içinde, semeresiz bir hayatta, sahipsiz, hâmisiz bir surette, âciz, miskin bir insan, bütün dünyanın sultanı da olsa kaç para eder?

İşte bu âvâre nev-i beşer içinde, bu perişan, fâni dünyada, insan sahibini tanımazsa, mâlikini bulmazsa, ne kadar biçare sergerdan olduğunu herkes anlar. Eğer sahibini bulsa, mâlikini tanısa, o vakit rahmetine iltica eder, kudretine istinad eder. O vahşetgâh dünya, bir tenezzühgâha döner ve bir ticaretgâh olur…


Risale-i Nur / Mektubat