10.5.13

" Allâh kabul etmeyeceği duayı kuluna ettirmez."...mi?




 " Allâh kabul etmeyeceği duayı kuluna ettirmez."

Cümlesini Necip Fazıl Üstad dan iktibas olarak kabul edilmiş şekliyle, bir çok yerde dua bahislerinde, orijinal metninden eksik ve önemli bir kelimesi atlanarak istimal edilmiş. Ve bu manayı göründüğü gibi algılayanlar, muhtemelen ben bu duayı ettiysem kabul olacak ve olmuştur gibi kabul edebilirler.
Ancak İmam-ı Rabbaniye ait bu söz tamam metni ve atlanan kelimesi olan “ISRAR”la Şöyle dir;

"Bir şeyi istemek, ona nâil olmak demektir. Zirâ Allahû Tealâ kabul etmeyeceği duâyı kuluna ısrarla ettirmez."

İmamı Rabbanî

Burada vurgulanan “Duanın Israrında Olan Sebat”onun kabul olacağına bir işaret anlamına gelir. Duada ısrar olmadığında bu duanın içten bir isteyiş olmadığı açıktır. Dolayısıyla samimi olmayan bir duanın, kabul edilmeyen dualardan olduğu kaynaklarca ifade edilmiş.

Evet, konun genel hatlarıyla intişar etmiş hali olan " Allâh kabul etmeyeceği duayı kuluna ettirmez."şekli üzerinden fikre gelen manaların noksanlıklarını giderecek bazı notları paylaşalım.

Üstadım Bediüzzaman’nın Risale-i Nur Derslerinden konuya birkaç misal ;

1’nci Misal:

"Meselâ, birisi kendine bir erkek evlât ister. Cenâb-ı Hak, Hazret-i Meryem gibi bir kız evlâdını veriyor. 'Duası kabul olunmadı.' denilmez. 'Daha evlâ bir surette kabul edildi.' denilir. Hem bazan kendi dünyasının saadeti için dua eder. Duası âhiret için kabul olunur. 'Duası reddedildi.' denilmez. Belki, 'Daha enfâ bir surette kabul edildi.'denilir, ve hâkezâ..."

2’nci Misal

“Madem Cenâb-ı Hak Hakîmdir. Biz Ondan isteriz, O da bize cevap verir. Fakat hikmetine göre bizimle muamele eder. Hasta, tabibin hikmetini itham etmemeli. Hasta bal ister; tabib-i hâzık, sıtması için sulfato verir. "Tabip beni dinlemedi" denilmez. Belki âh ü fizârını dinledi, işitti, cevap da verdi, maksudun iyisini yerine getirdi.”

3’ncü Misal:

İman duayı bir vesile-i kat'iye olarak iktiza ettiği ve fıtrat-ı insâniyye, onu şiddetle istediği gibi; Cenâb-ı Hak dahi «Duanız olmazsa ne ehemmiyetiniz var?» Furkan Sûresi, 25:77.  mealinde ferman ediyor. Hem “Bana dua edin, size cevap vereyim.” Mü’min Sûresi, 40:60. emrediyor.

Eğer desen: 

«Bir çok defa dua ediyoruz, kabûl olmuyor. Halbuki, âyet umumîdir.. her duaya cevab var ifade ediyor.»

Elcevab:

Cevab vermek ayrıdır, kabûl etmek ayrıdır. Her dua için cevab vermek var; fakat kabûl etmek, hem ayn-ı matlubu vermek Cenâb-ı Hakk'ın hikmetine tâbi'dir. Meselâ: Hasta bir çocuk çağırır: «Ya Hekim! Bana bak.» Hekim: «Lebbeyk» der.. «Ne istersin cevab ver?» Çocuk: «Şu ilâcı ver bana» der. Hekim ise; ya aynen istediğini verir, yahut onun maslahatına binaen ondan daha iyisini verir, yahut hastalığına zarar olduğunu bilir, hiç vermez. İşte Cenâb-ı Hak, Hakîm-i Mutlak hâzır, nâzır olduğu için, abdin duasına cevab verir. Vahşet ve kimsesizlik dehşetini, huzuruyla ve cevabıyla ünsiyete çevirir. Fakat insanın hevaperestane ve heveskârane tahakkümüyle değil, belki hikmet-i Rabbâniyenin iktizasıyla ya matlûbunu veya daha evlâsını verir veya hiç vermez.

4’ncü Misal:
Ben otuz-kırk seneden beri, bendeki kulunç denilen bir hastalıktan şifa için dua ederdim. Ben anladım ki, hastalık dua için verilmiş. Dua ile duayı, yâni dua kendi kendini kaldırmadığından anladım ki, duanın neticesi uhrevîdir; kendisi de bir nevi ibadettir ve hastalık ile aczini anlayıp dergâh-ı İlahiyyeye iltica eder. Onun için otuz senedir şifa duasını ettiğim halde, duam zâhirî kabul olmadığından, duayı terketmek kalbime gelmedi. Zira hastalık, duanın vaktidir; şifa, duanın neticesi değil. Belki Cenab-ı Hakîm-i Rahîm şifa verse, fazlından verir. Hem dua, istediğimiz tarzda kabul olmazsa makbul olmadı denilmez. Hâlık-ı Hakîm daha iyi biliyor, menfaatimize hayırlı ne ise onu verir. Bazen dünyaya ait dualarımızı, menfaatimiz için âhiretimize çevirir, öyle kabul eder. 

Gibi…

Dolayısıyla imanı olan müminlerin duaları sadece o an için veya bir maksad için istedikleri şeylerin verilmesi anlamıyla kabul edilmesi direkt olarak beklenmez ve aynı isteğin verilmemesi matlubunun kabul edilmediği anlamına gelmez..buyrulduğu gibi daha evla bir şekilde,daha geniş bir dairede,daha büyük bir netice olarak kabul edildiğine itikad edilir.Bu meyanda hadis-i şeriflerde çokça bulunmaktadır.
Allah’ın CC bir kulunun dua etmesini dilemesi yorumundan çok,kulun duayı bir kulluk vazifesi ve emri rabbani cihetinde değerlendirmesi,imana ait,ubudiyete ait şık bir duruş ve göz ardı edilmeyecek bir zarurettir.Burada önemli olan duanın içeriğinde ziyade bunun bir görev ve Rabbimiz ile aramızdaki olan ubudiyet ve uluhiyet dairelerini bir birine yaklaştıran,kesiştiren ve ilişkilendirip bir alış veriş gerçeklendiren,gayet fıtri bir husus olduğu anlaşılmalıdır.
Yoksa dua sadece mü’minlere has bir şey değildir. Mü’minlere has olan vechi,mümince duanın bir vazifeyi ubudiyet olarak telakki edilip kabul edilmesidir.
Duanın olduğu fakat kabul olmadığı durumlardan bazı misallerle konuyu bu açıdan da ele alırsak:


·         “Kâfirlerin duası daima boşa çıkar.” (Râ’d, 13/14; Mü’min, 40/50)

·         “Biliniz ki, ALLAH gafil bir kalpten gelen duayı kabul etmez.” (Tirmîzî, De’avât, 66; bk. Hâkim, De’avât, No: 1817, I, 493)

·         “Üstü başı dağınık, toz toprak içinde yollara düşen, ellerini göğe açıp ‘Ya Rabbi! Ya Rabbi!’ diye yalvaran, buna karşılık; yediği, içtiği ve giydiği haram olan, haramla beslenen bir insanın duası nasıl kabul edilir?” (Müslim, Zekât, 65)

·         “Nûh, Rabbine seslendi: ‘Rabbim, dedi, oğlum benim âilemdendir. Senin va’din/sözün elbette haktır ve sen hâkimlerin hâkimisin!” (Hûd, 11/45)
Bunun üzerine Yüce ALLAH, Nuh Peygambere şöyle seslendi: 

       “Ey Nûh, dedi, o senin âilenden değildir. Çünkü o sâlih olmayan bir amelin sahibidir. Bilmediğin bir şeyi benden isteme. Sana cahillerden olmamanı öğütlerim!” (Hûd, 11/46). Nuh (a.s.), bu ikaz üzerine şöyle dua etti: 

       “Nuh; ‘Ey Rabbim! Ben bilmediğim bir şeyi istemiş olmaktan dolayı sana sığınırım. Sen beni bağışlamazsan, bana merhamet etmezsen, ben hüsrana uğrayanlardan olurum’ diye niyazda bulundu” (Hûd, 11/47) 


·         “Onlar (münafıklar) için ister af dile, ister dileme, onlar için yetmiş defa af dilesen, yine ALLAH onları affetmez. Böyledir, çünkü onlar, ALLAH’ı ve elçisini tanımadılar/inkâr ettiler; ALLAH, yoldan çıkan kavmi doğru yola iletmez.” (Tevbe, 9/80)

·         De ki: "Rabbim adaleti emretti; her secde yerinde yüzünüzü O'na doğrultun; dinde samimi olarak O'na yalvarın. Sizi yarattığı gibi yine O'na döneceksiniz."

·         Oysa onlar, doğruya yönelerek, dini yalnız Allah’a has kılarak O’na kulluk etmek, namazı kılmak ve zekatı vermekle emrolunmuşlardı. Dosdoğru olan din de budur. Beyyine 98/5

·         “ALLAH’la beraber başka ilâha dua / ibadet etme. O’ndan başka ilâh yoktur. O’ndan başka her şey yok olacaktır. Hüküm O’nundur ve siz O’na döndürüleceksiniz.” (Kasas, 28/88)

·         “Mescitler, ALLAH’a mahsustur. ALLAH ile beraber hiç kimseye yalvarmayın.” (Cin, 72/18)

·         “(Ey Peygamberim!) De ki: Ben ancak Rabbime yalvarırım ve hiç kimseyi O’na ortak koşmam.” (Cin, 73/20; bk. Mü’minûn, 23/117).

·         “Zulüm olan bir fiili işlemek veya akrabalık bağlarını koparmak için veya dua ettim de kabul edilmedi demediği sürece müslümanın duası kabul olur.” (Ebû Ya’lâ, Zikir ve Dua, 132, No: 2811)

Rabbimizi bizi, ihlâsı isteyen, ihlâslı isteyen, razı olan ve rıza talep eden, duasını bir ubudiyet sırrı içerisinde yapmakta muvaffak eylesin. Kusur ve günahlarımızı affetsin. Âmin